Sayfa Yükleniyor...
Günümüzde ekonomik, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla önemli bir kriz döneminden geçiyoruz. İçinde bulunduğumuz krizleri aşmanın en doğru yolu doğru bir eğitim sistemini hayata geçirmektir. Böyle bir eğitim reformunun yapıtaşlarını birlikte inşa etmek için NE-DER Nitelikli Eğitim Üretken Öğretmen Derneği ve İzmir Büyükşehir Belediyesinin iş birliğinde 23 Kasım 2024 tarihinde İzmir’de bir nitelikli eğitim çalıştayı düzenlendi.
Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde 20 ayrı kentten gelen eğitim gönüllülerinin katılımıyla gerçekleştirilen çalıştayda akademisyenler, eğitimciler, meslek örgütü temsilcileri, öğrenci velileri, sanatçılar yaptıkları konuşmalarla Türkiye’de akıl ve bilimin yol göstericiliğinde, kapsayıcı, Türkiye şartlarına uygun, uygulanabilir bir eğitim reformunun yol haritasını önerdiler.
Çalıştayın ana teması geçmişin yöntemleriyle bugünün ve yarının gençlerini yetiştirmenin olanaksız olduğu görüşüdür. Günümüzde öğrencinin öğrenme ve bilgiyi kullanma ihtiyacına değil, çocukların veya gençlerin kafasına bilginin en etkili bir şekilde nasıl aktarılacağına odaklanmış bir eğitim sistemi egemendir. Günümüzün eğitmenlerinin eğitim-öğretimden anladığı şey bireylerin yetenek ve potansiyellerini onların kendileri için değil, toplumun gereksinim duyduğu yetenek ve kapasiteleri çerçevesinde geliştirmektir.
Dolayısıyla günümüzde eğitim sistemi kurumsal kapitalizmin büyüyen ve değişen taleplerini karşılayacak, sınav kaygısı içinde süregelen ezberci, yaşamın bütününden uzaklaşan bir eğitim öğretim sürecine dayanmaktadır. Bu sistem uysal, sabah 9 akşam 5 ya da çok daha uzun mesai saatlerine adapte olabilecek, mesleki uzmanlaşma rekabetiyle çalıştığı kuruma
Hindistan Sokak Lezzetleri Festivali her yıl Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de Hindistan Ulusal Sokak Satıcıları Birliği (NASVI) tarafından düzenlenen ve Hindistan’ın her bir bölgesinden, Tibet ve Nepal’den gelen sokak satıcılarının katılımıyla gerçekleşen dünyanın en kapsamlı sokak yemekleri festivalidir. Dr. Osman Sirkeci ile biz Türkiye sokak satıcılarını temsilen daha önce de bu festivale davetli konuşmacı olarak katıldık, festival boyunca seyyar satıcılarla sohbetler görüşmeler de bulunduk ve düzenlenen panellerde deneyin ve gözlemlerimizi paylaştık.
Ancak 27-31 Aralık 2023 tarihleri arasında düzenlenen 13. Sokak lezzetleri Festivali’nde NASVI ulusal koordinatörü Arbind Singh’in önerisi ile Türkiye’den yine bizim gibi Sokak satıcılığı deneyimleri olan iki kadın seyyar satıcıyla birlikte bizzat uygulamacı olarak yer aldık. Daha önceki yıllardaki gözlemlerimiz ve deneyimlerimizden hareketle Hindistan damak tadına uygun üretilebilecek ürünler seçtik. Bu ürünlerden birincisi Türkiye mutfağının düşük maliyetli doyurucu ve besleyici bir ürünü olarak bilinen lahmacunu Hindistan damak tadına uygun olarak sunmak oldu. İkinci ürün olarak da yine Hindistan mutfağında bulunan, yoğurttan imal edilen ancak tatlı bir içecek olan lassi yerine onun tuzlu versiyonu olan ayranı sunduk.
Sokak ekonomisi açısından bakıldığında sokak yiyecekleri sadece tek başına bireylerin karınlarını doyurma veya beslenme faaliyeti olmaktan ibaret değildir. Sokak yiyeceklerinin hazırlanması, sunumu ve tüketimi süreçleri çok yönlü bir faaliyet olarak ortaya çıkmaktadır. Sokak
Gün geçmiyor ki bir şiddet olayı haberlere yansımasın. En son Esenyurt’taki tekel bayisinde alacak verecek davasından dolayı işlenen ve iki kişinin ölümüyle sonuçlanan olay herkesin kanını dondurdu. Ancak bu şiddet olayı son dönemde gittikçe artan şiddet olaylarının ne ilki ne de sonuncusu olacak gibi görünüyor.
***
Esenyurt’taki vahşetten 2 gün önce de Başakşehir alt yapısında oynayan bir futbolcu bir gün önce yan baktın kavgasına karıştığı bir grup genç tarafından ertesi gün bıçaklanmış ve halen yaşam savaşı vermekte. Bunlar son birkaç günde ulusal gündeme yansıyan vahşet sınırlarında gezen şiddet olayları; haberlere yansımayan daha nice şiddet mağduru var kim bilir.
***
Son zamanlarda giderek artan şekilde insanın hayvana ve doğaya, aile içinde erkeğin kadına ve ebeveynin çocuğa karşı şiddetine, trafikte çok basit çeşitli nedenlerle birbirini öldürecek hale gelen insanların haberlerine sıklıkla rastlamaktayız. Hatta aile içi şiddet artık sokaklara yansımış ve kanıksanmış durumda ne yazık ki.
***
Yazılı tarihten bu yana şiddet kullanım biçimi, temelde, taraflardan birinin iktidarca ya da erk bakımından diğerinden üstün oluşu sayesinde, kendi iradesini ötekinin iradesi yerine koyabilmesiyle oluşmuş ve sürmüştür. Şiddet aynı zamanda engellenmişliğin, öfkenin dışa vurumu olarak da karşımıza çıkmaktadır.
***
Bu noktada, hayal edilen ideal devletin yönetim mekanizmalarında bulunan insanların birbirlerine karşı kullandıkları şiddet dilinin ve dolaylı eylemlerinin toplumsal hayat içerisinde kişilerarası ilişkiler alanına da yansıdığı görülmektedir. Özellikle ekonomik çözümsüzlüklerin ve çaresizliklerin gittikçe arttığı günümüzde, bir sonuç olarak ortaya çıkan öfke ve engellenmişliğin toplumun en üst düzeyinden başlayarak en alt katmanına kadar şiddet dilinde ve eyleminde ortaya çıktığını görmekteyiz.
***
Toplumumuzun şu an geldiği ekonomik çözümsüzlükler ve çaresizlikler sarmalı içinde kaybolmuş ve öfkesini ifade etmek için şiddet kullanmaktan başka bir yol bilmeyen ve bulamayan insanlar en ufak bir sorunla karşılaştıklarında veya engellenmiş hissettiklerinde bildikleri tek iletişim dili olan şiddete başvurmaktadırlar.
***
Özellikle hukuk sisteminin de giderek daha artan oranda işlevselliğini yitirmesi de şiddeti besleyen unsurlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar şiddete başvurarak haklarını aramaya yöneldikleri gibi, özellikle hayvanlara, kadına ve çocuğa şiddet olaylarında zanlıların ya hiç ya da çok az ceza almaları hayvanlara, kadına ve çocuğa yönelik şiddetin artmasında bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
***
Ancak şiddet olaylarının böylesi bir yükselişte olması sürdürülebilir bir durum değildir. Şiddet dili ve eylemleri kurumsal olarak en üst düzeydeki siyasette ve yönetimin her kademesinde yerini dostluk, kardeşlik ve birlik içinde yaşama söylemine ve örnek uygulamalarına bırakmak zorundadır. Şiddetin en önemli panzehiri herkes için hem kanunlar karşısında hem de ekonomik olarak adil ve güvenli bir toplum düzeninin yaratılmasıdır.
Kendiliği diğerlerinden soyutlanmış bir şekilde ele alan bu anlayışta kişi bilginin pasif bir alıcısı durumundadır. Böyle bir anlayışta öğrenme tamamen ezbere dayanmaktadır. Ezbercilik, zihne sunulanların olduğu gibi saklanması anlamında bir düşünme tarzıdır.
Bunun karşıtında düşünebileceğimiz bir öğrenme anlayışı kavramlar üzerinde düşündüren, düşündürmekle kalmayıp kavramların çözümlenerek içselleştirilmesini sağlayan pratiğe dönük sorgulayıcı bir düşünme eğitimidir. Ezbere dayanmayan bu düşünme eğitiminin yöntemi ise Sokratik diyalogdur. Bilgi verme ve aktarma yöntemi olarak diyaloğun amacı, öğrenciyi ussal, sorgulayıcı ve derin araştırmaya yöneltmektir. Sokrates’çi eğitimin sırrı öğretmenin öğrenciyi eleştirel ve etkin bir sorgulama aracılığıyla öğrenme sürecine dahil etmesidir. Sokrates’çi eğitim, bilginin hazır aktarılan bir şey olmadığı gibi bilginin bilen tarafından çaba göstermeden elde edilemeyeceği gerçeğine dayanır.
“Düşünüyorum, o halde varım” görüşünü hareket noktası olarak alan ve bilgiyi çeşitli eğitsel yollarla öğrenciye aktarılan bir şey olarak gören geleneksel anlayışa karşı “katılıyoruz, o halde varız” şeklinde ifade edebileceğimiz sosyal öğrenme anlayışı öğrenmede bireyin motivasyonunun ve kendi hedeflerini kendi belirlemesinin önemini vurgulamaktadır. Bu anlayışa göre, düşünen özne yerine eyleyen özne daha kökensel olarak insan olmanın daha uygun bir taşıyıcısıdır. Eylemde bulunurken tüm duyum, algı, duygu, his ve ilgilerimiz total olarak fiziksel hareketlerimiz ile işlevsel bir bütünlük içinde bir araya gelirler. Dolayısıyla deneyimlerimizin işlevsel bütünlüğünü sağlayan şey düşünmenin de içine dahil olduğu eylemlerimizin bütünüdür.
Burada demek istediğim şey, diğerleriyle kurduğumuz ilişkiler yoluyla bir benliğe sahip olduğumuzdur. Bir insan olmak diğer insanlarla birlikte, onlarla ilişkide bulunarak var olmak demektir. Eğer diğer insanların olduğunu bilmeseydik kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey bilemezdik, hatta kendi var olduğumuzu bile bilemezdik. İnsanın yaşamında kişilerin birbirleriyle karşılıklı etkileşimi son derece yaşamsaldır, dolayısıyla etkileşim olmaksızın, kendi kendiliğimizin farkında olmamız da dahil olmak üzere hiçbir bilginin olanaklı olamayacağını da kabul etmeliyiz. Hayatta edindiğimiz ilk bilgi Ötekinin bilgisidir ve bu yaşam içindeki gelişmemizin ve diğer bütün öğrenmelerimizin temelidir.
Dolayısıyla bu süreçte eğitimi “kişide kendi öğrenme profili hakkında farkındalık yaratılması yoluyla, daha üst zihinsel yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirmesi ve bu arada da değişen çevresel koşullara uyum gösterebileceği bilgi, beceri ve davranışları sürekli olarak güncelleyebilmesi için uygun öğrenme ortamlarının yaratılması süreci” şeklinde tanımlamak daha uygun olacaktır.
Bu noktada gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yaşama yönelik tutumumuzda gerçekleştireceğimiz temel bir değişimdir. Bilgiye erişimin günümüzde son derece kolaylaştığı ve bu bağlamda dünyanın sürekli değiştiği ve genişlediği bir çağda İhtiyaç duyulan şey, bilgiye yönelik tutumlarımızda kaçınılmaz olan dönüşüme bizi hazırlayacak, yansıtıcı düşünme ve iletişim olanakları sunan bir altyapıya sahip bütünleşik bir eğitim sistemidir. Bu itibarla, okulun temel misyonu çocuklara nasıl düşüneceklerini ve iletişim kuracaklarını öğretmek ve onları kendi başlarına bilgi üzerine nasıl düşünecekleri ve yorumlayabilecekleri konusunda eğitmektir.