1
Dr. Mustafa Torun
İlkses Gazetesi Yazarımız

Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Mustafa Torun

Yazarın Köşe Yazıları

Koronavirüsün Türkiye Ziyareti

Türkü sevenler bilir. Neşet Ertaş Usta’nın ünlü bir türküsü var...
Ah yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Neye inanacağımızı şaşırdık. Koronavirüs bile bu duruma şaşırmıştır. Gelelim güncel konumuza.
Sağlık Bakan Yardımcısı Sayın Şuayip Binici’nin içinde bulunduğu bir ekip tarafından hazırlanıp “Journal 0f Population
Therapeutics &Clinical Pharmacology” dergisinin
(Kovid-19) pandemik özel sayısında yayınlanan makalenin bilimsel içeriği ve hazırlanışı ile ilgili eleştiriler konusunda Sevgili Halk Sağlığı Uzmanı Doç.Dr. Ümit Kartoğlu’nun eleştirilerine aynen katılıyorum.
Ancak bu günkü soru kamuoyunda da tartışıldığı gibi, Şubat 2020’de Tarsus Medical Hastahanesinde 24 hastaya konulan Kovid-19 tanısı ve bu tanı sonrasında Sağlık Bakanlığından alınan tedavi protokolünün uygulanmaya başlaması ile Sağlık Bakanı Sayın Koca’nın, “İlk olgunun 11 Mart 2020 de tesbit edilmiştir” açıklaması arasındaki çelişkiyi nasıl yorumlayabileceğimiz noktasında yoğunlaşmaktadır.
Eğer sözü edilen makale de, yazım hatası ya da bir yanlışlık olduğunu ileri süren “Sağlık Bakan Yardımcısı sayın Birinci’nin doğru söylediğini düşünebilir miyiz?”


Hasta Hekim İlişkisinde Sorunlar

Bilirsiniz “Aşık Veysel “ ustamızın ünlü bir türküsü var. Gelin birlikte söyleyelim.
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim?
Gidiyorum gündüz gece...
Gelelim bugünkü konumuza.. Cehaletten eğitimle kurtulabilirdik belki! Mesleki atalarımızın; büyücüler, şifacılar ve din adamları olduklarını düşünürsek, Hekimlik” tıp bilimi olmakla birlikte aynı zamanda sosyal bir bilimdir de. Hekim hasta ilişkisini sosyal bilimle açıklamaya çalışarak, bu ilişkiyi, cahillik ve gafillik ikilemine sıkıştıran bir yazıyı neresinden tutarak değerlendirmek gerekir anlamakta çok zorlandık. Pozitif bir bilim olan tıp bilimini metafizik bir felsefe ya da idealist felsefe ile açıklamak, gerçeği olgularda aramamak anlamı taşır.
*Bir bütün olarak toplumsal olayları, cahillik ve gafillik eksenine oturtup, yorumlamak kabul edilemez.
*Toplumsal olgu ve yaklaşımların öncelikle bir sınıfsal temeli vardır. Bu temel eksen çerçevesinde değerlendirilmelidir.
*Toplumsal olguların; ekonomik, kültür, eğitim ve sosyal


TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ SEÇİMİ VE YENİ YÖNETİMİ

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) 72.Olağan Kongresi:26/27 Eylül tarihlerinde Ankara’da yapıldı.
Kongreyi “ETKİN DEMOKRATİK TTB GRUBU” listesi kazandı.Merkez Konseyine seçilen her hekim arkadaşımızı kutluyor ve başarılar diliyoruz. TTB Merkez Konseyi Başkanlığına Prof.Dr.Şebnem Korur Fincancı hocamız seçilmiştir. Şimdiden sevgilerimizle başarılar diliyoruz. Çok eleştirilecektir. Bunu şimdiden tahmin edebiliyoruz. Hemen belirtelim ki Sinan Adıyaman başkanlığında ki TTB hem mesleki çalışmalar, hem de kamu sağlığının önemi ile ilgili yaptığı çalışmalar,TTB’nin kamuoyundaki itibarını ve prestijini müthiş arttırmıştır. Hizmetleri için ne kadar teşekkür etsek azdır. Umuyor ve diliyoruz ki aynı etkiyi belki de daha fazlasını yeni seçilen Merkez Konseyi’de yapacaktır.
*****
59.Kongre ile seçilen TTB Merkez Konseyi’nin önünde büyük sorunlar bulunmaktadır.Pandemi koşulları TTB’nin önemini katbekat artırırken,anayasal bir kurum olan meslek örgütünün kapatılmasını istemek bir süredir kamuoyunda maalesef tartışılır haldedir.Bu nedenle,TTB Merkez Konseyi hem pandemi koşullarında izlenecek doğru bir rota oluştururken hem de kapatılma talebini haksız ve gereksiz konuma düşürecek bir yol ve yöntem izlemelidir.

*****
Bu Çerçevedeki Önerilerimiz Ne Olmalıdır?
*Anayasal haktan kaynaklanan meşruluğu zemininden ayrılmalıdır.


RUHİ SU USTAMIZI UNUTMADIK!

20 Eylül 1985’de sonsuzluğa uğurladığımız Ruhi Su ustamızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz… Unutmadık! Unutturmayacağız!
Yoksulluk bazen paranın, hatta gücün bile satın alamayacağı değerlere sahip olur.
Bu anlamda yoksulluk,
zenginlikten daha zengindir! Dersek yanlış mı olur? Hem de “Sevda, aşk, şiir, hikaye ve roman” gibi
****
Bakın ustamız Mahzuni Şerif 
ne demiş?
Mevlam gör diyerek iki göz vermiş
Bilsem ağlasam mı ağlamasam mı?
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilsem çağlasam mı çağlamasam mı?
****
1915’ler de Van’dan sürgüne gönderilip, Adana yetiştirme yurduna yerleştirilen ve sonrasında
en güzel halk türkülerimizi 


Korona Sürecinde Yüz Yüze Eğitim

Bu yazıyı kaleme alırken aklımıza Ali Rıza Binboğa’nın öğretmen öğretir A,B,C türküsü geldi. Öğretmen sevgisini dile getiren bu güzel yorumlamayı unutmamız mümkün mü? 16 Mart’ın üzerinden tam 6 ay geçti. Pandemi koşullarında eğitime ara verilmesi zorunlu olup uygulanması doğruydu. Eğitim-öğretimin temel unsurları nelerdir diye düşünürsek;
*Öğrenci
*Öğretmen
*Veli 
*Eğitim sendikaları ile
Fiziki koşullar ve toplumsal hareketliliği içerdiğini bilmemiz gerekir. Öğretim; bilimsel gerçeği bulma, ortak akıl ve toplumsal yarar kuralları dikkate alınarak sürdürülmelidir.Eğitim; kişide davranış değişikliği yaratmayı amaçlar. Davranış değişikliğinin temelini, kişilik gelişmesini sağlayan, sorgulayan neden, niçin sorularını sorabilen ve toplumsal yararı hedef alan bireyler yetiştirmeyi hedef alması oluşturur. Bu olgular yüz yüze eğitimin ne kadar önemli olduğunun kanıtlarıdır. Ancak dünyanın pek çok ülkesinde maalesef yüz yüze eğitim yapılamamaktadır.
****
Kamusal Eğitim, devlet tarafından parasız ve eşit bir biçimde verilmelidir. Bu kural anayasal bir zorunluluktur. Neo liberal politikalar maalesef bu temel ilkeyi yerle bir etmiştir. Eğitimde fırsat eşitliği en belirleyicidir. Ancak, ülkemizin bölgeler arası farklılıklarını bırakalım, şehirlerin mahallelerinde bile fırsat eşitliği sağlanamamaktadır. Uzaktan


40 Yıl Oldu 12 Eylül, Hey Gidi Hey!

Aklımıza o zamanlarda söylenen bir türkü geldi. Hüseyin İlbey’in sözünü ve müziğini yaptığı, Sadık Gürbüz Usta’nın çalıp söylediği bu eseri dilerseniz bir kere daha anımsayalım. Ne dersiniz?
Demiri toz ederler,
Kan serperler gökyüzüne...
Sevgiyi yoz ederler loy..
Kül ekerler kör gözüne...
Benim sevdam muratsız loy..
Ölüm düşmüş ellerime...
Kurşun bile kar etmiyor,
Şu susmayan dillerime...
***
Hâlâ dinliyoruz bu türküyü değil mi dostlar? 40 yıl oldu 12 Eylül olalı. Hey gidi hey! 12 Eylül öncesi toplumsal, siyasal ve ekonomik olguları şöyle bir gözden geçirirsek, “FAŞİST ASKERİ DARBE’yi” anlamamız daha kolay olur. Böylece belleğimizi yenileyip bu zulmü sonsuza kadar aklımızdan çıkarmayız. Sivas, Çorum, Maraş toplumsal olayları ayak sesleri idi faşizmin. Toplum adeta yarılmış, her gün kan gövdeyi götürüyordu. Siyasal çatışmalar toplumsal uzlaşmanın gerçekleşmesi önündeki


1 Eylül Dünya Barış Günü'nün Bizlere Düşündürdükleri

Sevgililer,
küserken bile
aralarında en
büyük savaşı
yaşarlar.

1929 yılında yaşanmaya başlanan büyük ekonomik kriz, Amerika’da patlak vermesine rağmen dünyanın sayalı büyük ekonomilerini de vurdu. Bu krizi fırsata dönüştürmek isteyen ADOLF HİTLER, önce Şansölye olarak atandı. Ardından 5Mart 1933 yılında yapılan seçimlerde yüzde 43.9 oy alarak iktidara geldi. Ekonomik büyük buhranın yeni bir savaşa yol açabileceğini öngören STALİN; savaşı ertelemek, zaman kazanmak ve hazırlık yapmak için çeşitli girişimlerde bulundu. ANCAK; İngiltere ve Fransa, Stalin ile iş birliği yapmak yerine HİTLER’i tercih ettiler. (komünizm korkusundan ötürü) Alman halkının da büyük desteğini alan Hitler, 28-29 Eylül 1938’de, MÜNİH KOMPLOSU olarak tarihe geçecek anlaşmayı İtalya’nın da katılımıyla gerçekleştirdi. Bu anlaşma ile ÇEKOSLOVAKYA’nın silah sanayisinin merkezi olan SÜTETLER Bölgesi Almanya’ya bırakıldı.
Savaşın hızla gelişeceğini fark eden STALİN, 23 AĞUSTOS1939 tarihinde HİTLER ile SALDIRMAZLIK ANTLAŞMASI imzaladı. ANCAK; bundan bir hafta sonra, 1 EYLÜL 1939 da HİTLER POLONYA’ya


Giden Gelmiyor.. Acep Ne İştir?

Acıklı ve hüzünlü bir türkümüzü her dinlediğinizde hüzünlenir, üzülürüz..
Havada bulut yok, bu ne dumandır..
Mehlede ölüm yoktur, bu ne sivandır..
Şu yemen elleri nede yamandır..
Anom yemendir, gülü çemendir..
Giden gelmiyor, acep ne iştir?
Günlük vaka sayısı 1000-1500’lerde ve ölü sayısı 20-30 aralığında ise; tıp eğitimi alacak olan öğrencilerin online eğitim görmelerine, uzman ve uzmanlık öğrencilerinin filyasyon ekiplerinde görevlendirilmelerine, temel amacı tıp eğitimi vermek olan fakülte hastanelerinin pandemi hastaneleri olarak kullanılmalarına, kısaca tıp eğitiminin “tanrıya havale edilmesine” kadar ifade edilen tespitler doğru ve eleştirilmeli.. Buraya kadar tamam.. Bilim Kurulu üyelerinin artık toplumda itibarsızlaştıkları bir dönemden geçiyoruz. Bu da çok doğru.. Daha çok doğru sıralayabiliriz. Ama gerçek şu ki bazen yüzlerce doğru; Bir gerçeği ya da bir doğruyu anlatmaya yetmez. Gerçek ise bize göre şudur; iktidarı elinde bulunduranlar, temel tercihlerini halktan ve sağlık çalışanlarından yana değil bir avuç yandaş sermaye lehine kullandıklarını az buçuk mürekkep yalamış herkes tahmin eder. Bu bilinen bir gerçektir. Yaşadığımız süreç bunun somut göstergesidir. Bilim


Hekimlerin Canları Yok Galiba..

Bir Malatya türküsü bugünleri ne kadar güzel anlatmış..
Mevla’m birçok dert vermiş,
Beraber derman vermiş..
Şu onulmaz derdime,
Neden ilaç vermemiş..
Bir hafta içinde 5 hekimimizi, 5 değerli meslektaşımızı Kovid-19 nedeniyle kaybettik.
Kovid-19 bulaşısını önlemek için çalışan tüm sağlık emekçileri büyük risk altında olduğunu artık sağır sultan da duydu. “Sesimizi duyan var mı? Sanmıyoruz sesimizi duyan yönetici (?) olduğunu. “Ölüyoruz” paylaşımı yapan Türk Tabipler Birliği ne kadar doğru açıklama yapmış. Başka ne denilebilir ki? Ölüm bu; hem de ölümden birilerini kurtarma yüce görevi yürütürken ölmek, hani dilimiz varmıyor “pisipisine ölmek” demeye ama sanki böyle... Düğünü, derneği, sünneti, sahili, sokağı, AVM’leri, nişanı, hatta asker uğurlaması bazen yasaklanacak, bazen iki saatliğine ya da bir saatliğine serbest bırakılacak. Ya da bana bir şey olmaz diyerek hastane de sağlık çalışanlarımıza kafa tutup hastaneden kaçacak. Kime nasıl bulaştırdığı belli olmayacak. Sonrasında yoğun bakım.. Haydi rastgele.. Kime ona buna değil.. Sadece sağlık çalışanına piyango çıkacak..
TOPLUM KURALLARA UYMAK KOŞULU


Sabırlarımız Biliniz Ki Taşıyor...

Evet zorlanıyoruz. Sabırlarımız biliniz ki taşma noktasında. Vitesi değiştirsek de maalesef zorlanıyoruz.. Lime lime dökülüyoruz.. Teyzelerim, amcalarım, kardeşlerim lütfen sizde bir imza verin!. Bu zorlanma dursun..
Kovid-19 pandemisi maalesef ülkemizde ve dünyada, yeniden köpüren deniz gibi, dalga dalga, kimseyi dinlemeden, zannedersiniz yüz metre koşusuna çıkmışçasına ilerliyor. Durması için elinden geleni yapmaya çalışan bilim çevreleri ve sağlık çalışanları hariç, tüm sermaye çevreleri sanki ellerini uğuşturup bu manzarayı seyrediyor..
11Mart/1Haziran arası dönemde, sağlık çalışanlarımızın yoğun çabası, Cumhuriyet dönemi sağlık anlayışımızdan kalan etkiler ve bilim kurulunun kısmı doğru önerileri sonucu, birçok dünya ülkesine göre, görece olumlu sayılabilecek, daha az zararla atlattığımız dönemin olumlu sonuçları maalesef tuzla buz olmak üzere.. Zorlanıyoruz, hem de bayağı.. Sabır kalmadı..
1 Haziran’dan itibaren önerilen “Yeni Kontrollü Yaşam” anlayışımız toplumla uyuşmadı. Bunu hemen hemen herkes görmüş durumda.. Maalesef kimse ses edemiyor.
Bu gelişmenin iki temel nedeni var.
İlki yönetenlerin ciddi bir kaosu beraberinde getirecek, işsizlik açlık ve yoksulluğun sonuçları ve oluşacak ekonomik


Her Sözleri Zehir Gibi Acı

Bayram gelir,
kucaklaşırız.
kardeşçe,
dostça.
güler oynarız,
hep birlikte...
Koklaşır,
Sarılırız.
Samimice,
Arkadaşça...
Hasbıhal ederiz,
Sımsıcak,
İç içe...
Kardeşçesine

ASLINDA BİZ YOLDAŞIZ,
HABERİMİZ YOK!
*
UŞŞAKI TARİKATI ŞEYHİ;
Ne kadar içten,
Ne kadar samimi,


Kovid-19, Diğer Pandemiler ve Düşüncelerimiz

Kovid-19 enfeksiyonu etkeni de olan KORONAVİRÜSLER 500’den fazla türü olan, hayvanlarda ve insanlarda üst solunum (nezle benzeri) yolu enfeksiyonu, nadir de olsa alt solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan, hatta ağır öldürücü pnömonilere bile yol açabilen, zarflı RNA virüsleridir. Sopaya benzeyen çıkıntıları ile taç anlamına gelen KORONA (CORONA) ismini almışlardır.
XX1.YÜZYILIN BİLİNEN PANDEMİLERİ:
A-SARS:
Akut ağır solunum yetersizliği sendromu olarak adlandırılan bu tablo, karşımıza ilk defa 2002 yılının Kasım ayında Çin’de başlayıp, giderek yaygınlaşan,2003 yılında da devam eden KORONAVİRÜS kaynaklı bir pandemik enfeksiyon olarak çıkmıştır. Başlangıç ta enfeksiyonun hızla yayılabileceği tahmin edilememiştir. Pandemi 2003 Şubat’ta sıra ile Tayvan, Singapur, Kanada ve ABD’de kendini etkin bir şekilde göstermiş, ancak bu hız daha sonra azalarak 6 ay içinde etkinliği kaybolmuştur. Nihayet 2003 Haziran ayında hiçbir etkisi kalmayarak dünyamızı terk etmiştir.. Yayılmada birinci dereceden aktivite seyahat olup, salgın konusundaki koruyucu hekimlik altyapısının yetersizliği ve eğitimin eksikliği önemli noktalardır. Kasım 2002, Temmuz 2003 arasındaki toplam 8 aylık sürede 8422 olgu ile 916 ölüm görülmüştür. Yapılan araştırmalara göre bulaşma hızı 2-11 gün, ikincil atak hızı 6.2, tüm dünyada SARS’a


Yeni Bir Başlangıç Olabilir Mi?

İçinde yaşadığımız korona pandemi sürecinde siyasi yazı yazmak zor olsa da bir hekim olarak boynumuzun borcu. Mademki toplumun sağlığını iyileştirmek borcumuzun borcu. Öyle ise bu borcumuzu yerine getirmemiz gerekir. Ben sanatçıyım, ben bilim adamıyım, ben hekimim siyaset benim işim değil deme ayrıcalığımız yok. Bizim gibi burjuvazisi gelişmemiş, dışa bağımlı ülkelerde herkesin taşın altına elini koyması ve siyaseti istese de istemese de sevmesi veya sevmeye çalışması gerekir diye düşünüyorum. Gelelim ana muhalefet partimizin tablosuna;
CHP’nin 37. Kurultayında “dağ fare doğurdu” demiştik. Çok yanılmışız, “İNCE” doğuracak gibi duruyor.
Sayın İnce, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük kitlelerin umudu olmuştu. Ankara, İzmir ve İstanbul’da olağanüstü mitingler yaparak bu iş bitti noktasına getirmişti. İlk kez umut gerçeğe dönüşüyor izlenimi ağırlık kazanmıştı.
Ancak seçim gecesi kayboluşu ve “adam kazandı” diyerek erken havlu atması itibarını yerle bir etmişti.
Geçen sürede, önceden Sayın Kılıçdaroğlu’na karşı “Kesinlikle Genel Başkan adayı olmam” dediğini unutarak olağanüstü kurultay hazırlığına girmişti. Maalesef sonuç elde edemedi.
CHP Genel Merkez yönetimi gereken önlemleri alarak, “Milletvekili, belediye


Güzelbahçe Halkı Çevresine Sahip Çıkacaktır

“Güzelbahçe Go-Kart Pist Girişimi”, “Tarım arazisinin yok edilip, üzerine alfalt dökülerek, dört tekerlekli araçlarla sözde spor etkinliği yapılmak istenmektedir.”
Olaya tarım, spor ve halkın sağlığı açısından bakacak olursak, belirleyici olan halk sağlığıdır.
Tarım arazisine; hem doğal çevreye hem de yaşayan tüm canlılara yararı açısından baktığımızda vazgeçemeyeceğimiz bir alandır.
‌Go- kart’a bu mantıkla baktığımızda araba yarışlarının halka kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Sadece varlıklı kişilerinin üst duygularını tatmin etmek ve kapitalizmin para kazanma hırsına alet olan bir eğlence türüdür, spor olarak bile algılanmamalıdır.
Güzelbahçe halkının karşı duruşu; haklı, meşru, demokratik ve anayasal bir haktır.
Kaldı ki olay yargıya taşınmış ve bilirkişi raporu da olumlu yönde belirtilmiştir.
Olayı bir oldubittiye getirerek, yasal süreç tamamlanmadan Go-kart için jandarma eşliğinde halka rağmen girişimde bulunmak doğru değildir.
Güzelbahçe Kültür Çevre ve Güzelleştirme Derneği (GÜL-DER) ve diğer ilgili dernekler yasal ve toplumsal mücadelelerini devam ettirmektedir. Bu mücadeleleri saygın ve onurlu bir davranıştır.
Ancak İzmir


65 Yaş Üstü Ağır Cezalık Grubunda Mı?

Sınıf arkadaşım Cafer Keskin’in anımsatması ile 65 yaş+ denen grubun neden yasaklarının devam ettiğini, diğer grupların el ele kol kola hiçbir kurala uymadan Kovid-19 enfeksiyonuna karşı meydan okuduklarını bir enfeksiyoncu olarak anlamış değilim. Kimine göre 65 yolun yarısı, kimilerine göre son duraktan bir önceki DURAK.
Kovid-19,Mart’ın 11 den bugüne inişli çıkışlı yollar izlemeye devam ediyor. Bu salgın da, Neoliberal politikaların iflası, sosyal devlet olgusunun ne kadar gerekli olduğu gerçeğini açık seçik şekilde ortaya koymuştur. Toplumda; işsizlik, yoksulluk ve hatta açlık giderek artmaya başladı.. Bunlar kadar kötüsü hasta ve yaşamını kaybedenlerin sayılarında beklenen azalmanın bir türlü gerçekleşememesi. Daha da kötüsü olgu sayılarının gizlenmesi kuşkusunun artması ve sayılarda ki ciddi artış endişesidir.
Dünyanın bazı ülkelerine göre görece sağlık personeli ve sağlık geçmişimizden kaynaklanan olumlu gelişmeler yaşasak da yeterli sonuçlar elde edememekteyiz.
1 Haziran’dan itibaren, daha önce alınan sıkı önlemler bilindiği gibi adım adım gevşetildi..
‌Önce AVM’ler açıldı, derken berber, kuaförler hizmet vermeye başladı. Yirmi yaş altı gençlere “ÖZGÜRLÜK” yetmedi, toplu taşıma, tren, şehirlerarası otobüsler ve uçak yolculuğu tam hız hizmete başladı.. ‌Güya bu kararlar Bilim Kurulu’nun bilgisi dahilinde


Korona Sürecinde Kurultay Nihayet Bitti...

Eskiler çok beklentili bir olay sonucunda, beklentileri gerçekleşmez ise; DAĞ FARE DOĞURDU derlerdi. Bu cümle çok şeyi ifade ediyor. Kovid-19 enfeksiyonu tüm dünyada hızını kesmeden devam ederken, DSÖ başkanı şimdiye kadar karşılaştığımız en ciddi pandemi diye açıklama yapmıştır.. Böyle bir ciddi süreçte Ana muhalefet partimiz kendi kendine yaptığı ve oldu bitti şeklindeki kurultayını nihayet tamamladı.. Daha öncede belirttiğimiz üzere planlandığı gibi formaliteler başarılı bir şekilde yerine getirilerek, sayın genel başkanın istemleri doğrultusunda demokratik seçim(?) tamamlandı.. Ülkemiz siyasetine hayırlı olsun..
CHP 37.KURULTAYI ve İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi!!!!
Dağ fare doğurmaya devam ediyor onaylıyor. “Bildirge” değil beyanname desek daha mı doğru olur diye bile düşünülmüş!!! Kurultayı Sayın KILIÇDAROĞLU'nun alacağı kesindi ve bunu önceki yazımızda da net bir biçimde ifade etmiştik. Belirleyici olanın PARTİ MECLİSİ olacağı açıktı.. Sayın Genel Başkanın İkinci yüzyıl bildirgesinde 5 madde,13 çözümünden aklımızda kalan sadece DOSTLARIMIZLA iktidar olacağız ifadesidir. Herkes soruyor, dostlarınız kim, biz aklımıza gelenleri sıralayalım.. İYİ PARTİ,HDP,SAADET PARTİSİ,DEVA ve GELECEK PARTİSİ olmalı.. Burada düğüm noktası, İYİ PARTİ ve HDP. Ancak uzun zamandır iktidar çevreleri ve destekçileri(!)İYİ PARTİ'ye yönelik eleştirilerinin dozunu düşürdüler. Çünkü İYİ PARTİ'nin “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLEMENTER SİSTEME


Korona Sürecinde Kurultay

Kovid-19 pandemisi dünyada hızla yayılıyor.
Olgu sayısı 14 milyonu, ölüm sayısı yarım milyonu geçmiş bir milyona doğru gitmektedir.
Türkiye’de veriler sağlıklı olmadığından yorumda bulunmak olanaksızdır.
Enfeksiyon için olgu ve ölüm sayılarına bakıp değerlendirmede yapmak sadece yeterli olmuyor.
Şunu gördük ki enfeksiyon sonlanmıyor. İyileşen ve hastalığı geçirenlerin, hastalığı tamamen geçirdi diye bir saptama yapamayacağımızı maalesef geçte olsa anlamış bulunduk.
Kısaca hastalığı geçirdi ama hastalık bitmedi diye söylemek yanlış olmaz. Hastalık süreğen hale dönüşebiliyor.
Hasarına devam ediyor. Bu saptamaları yaptıktan sonra gelelim ülkemizdeki önemli sorunlara…
25-26 Temmuz’da; ana muhalefet partisinin 37. Olağan Kongresi yapılacak..
İktidara hazırlama ve pratikte tek başkan adayı ile girilebilecek ender kurultaylardan birini yapacaktır Cumhuriyet Halk Partisi..


Korona Sürecinde Erken Seçim veya Baskın Seçim Olabilir mi?

Gelin birlikte kafa yorup, bu sorunun yanıtını bulmaya çalışalım.. Bakalım ne gibi sonuçlara varacağız. Yanılıyorsak sizler düzeltin.
Ülkemiz koşulları ufukta bir erken seçimi zorunlu kılmaktadır.
Kovid-19’un ikinci dalgasına bağlı olarak Kasım 2020 ya da Mart 2021 de seçim olabilir diye düşünüyoruz.
Erken seçim belirtilerine baktığımızda ;
“Çoklu baro, Ayasofya’nın ibadete açılması, Gelecek ve Deva partilerinin kurulması, ekonomik çöküş, Cumhur İttifakı’nın oylarındaki belirgin azalma, Z kuşağının kamuoyuna yansıyan tepkisi ve işsizlik” erken seçimi adeta davet etmektedir.
Bu duruma “Muhalefette ki dağınıklık ve bir araya gelememeleri de” eklenecek olursa, iktidar işini rahatlıkla kolaylaştırabilir diye düşünüyoruz.
26-27 Temmuz’da yapılacak CHP kurultayı, hem parti olarak kendini hem de muhalefetin durumunu belirleyebilir.
Eğer kurultay sözde değil, özde bir iktidar hazırlığı kurultayına dönüşmez, ”Sayın Genel Başkan” ve var olan çevresini birkaç değişiklikle aynen devam ettirirse, oylarının yüzde 30’lara çıkması ile yetinip, buna da sevinmeleri bizce kritik eşik olacaktır.
Sayın İmamoğlu’nun belediye uygulamaları parti içi tartışmayı alevlendirebilir.
Sayın Muharrem İnce’nin Ayasofya’da namaz kılma isteğini, davet edilme şartına bağlayarak, kimlere ne mesaj verdiğini anlayamadık. Sizler anladıysanız ne ala!                                                               


Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür Olmalı

Devamlı sağlık ve korona ile yazı yazmadan okuyucuları bıktırmadan arada bir güncel sorunlarımızı yazmak gerektiğini inananlardanım.. Sevgili arkadaşım eğitimci yazar Cafer Keskin’in önerisi ve desteği ile bir eğitim ve sağlık mensubu bireyler olarak yaşam hakkı hakkında yazmamız şart oldu. Umarım bir kişide bile farkındalık oluşturursak ne mutlu bizlere.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine.
Bu davet bizim (N.Hikmet)
Avukat Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal;
Adil yargılanma isteklerinin yerine getirilmesi amacıyla, biri 151, diğeri ise 182 gündür ölüm orucundalar.
Kritik eşiğin geçildiğini ve lokmaların boğazında düğümlendiğini belirten Aytaç Ünsal’ın babasının insani çığlığına tepkisiz kalmak olası mı?
Canlıyız, insanız ve ölüm nereden nasıl gelirse gelsin, adı kalleştir.
Her iki avukatın adil yargılanma adına gerçekleştirdikleri bu eylem haklı meşru ve insani bir tepkidir.
Bizler bir hekim ve bir eğitimci olarak;
Ne pahasına olursa olsun yaşam gibi yüce bir değerin


Türkiye'de ve Dünyada Kovid-19 Olgu Sayıları

Kovid-19 olgu sayıları ülkemizde ve dünyada çeşitli önlemlere rağmen giderek artmaktadır.Elbette bu artışta ekonomik nedenlerle, normalleşme adı altında (maalesef bilimsel olmayan bir yol deneniyor) önlemlerin gevşetilmesi çok önemli bir rol oynamıştır. Umarım bu yol terk edilir. Gerçek bilim insanlarına danışılır. Aşısı ve ilacı bulunmayan bu viral enfeksiyon karşısında; insanlar çaresiz bir durumda, gelecek kaygısı içinde beklemektedir.Dünyada resmi olgu sayısı 10 milyonu bulduğu aşağıda resmi verilerde gözlenmektedir.
Dünyada olgu sayısı 10 milyonu, ölüm sayısı 500.000’i (27.06.2020 itibariyle)  geçmiş bulunmaktadır.
Türkiye’de de olgu sayısı (27.06.2020) 195.000’i, ölüm sayısı 5.000’i  geçmiştir.

Dünya çapında toplam olgu sayıları ve ulaşılma tarihleri:
1.000.000 olgu 2 Nisan
2.000.000 olgu15 Nisan
3.000.000 olgu 27 Nisan
4.000.000 Olgu 8 Mayis
5.000.000 olgu 20 Mayis
6.000.000 olgu 29 Mayis
7.000.000 olgu 7


Türkiye'de Kadının Adı Mı Var?

 Bu soruya sevgili eğitimci-yazar arkadaşım Cafer Keskin ile beraber yanıt arayamaya çalıştık. Bir yandan da aklımıza sonsuzluğa uğurladığımız Duygu Asena geldi. Yıllar önce “kadının adı yok” demişti. O zamanlar pek üzerinde durmamıştık. Şimdi daha iyi anlıyoruz. Işıklar içinde uyusun.Bu sorunun yanıtını sizlerde düşünün.
Geçenlerde iktidar partisi grup başkanvekili sayın kadın milletvekilimiz, “Biz iktidara gelene kadar kadının adı yoktu, kadın bizimle doğdu” anlamında bir ifade kullandı.
Kadını tek pencereden değerlendiren, ancak başörtüsü ile kadın olunabilir anlamı taşıyan bu talihsiz açıklama; maalesef kadınları ve toplumu yanlış algılayan bir düşüncenin ürünüdür diye düşünüyoruz. Tabiki bu görüş ve değerlendirme kendi dünya görüşü ile paraleldir. Bizlere de sürpriz değildir. Elbette her düşünceye saygı çerçevesinde eleştirilerimizi de yapmak zorundayız. Böylece konunun etraflıca tartışılmasına bir yol açarsak seviniriz. Bu tartışmalardan gerçeği kadın arkadaşlarımız bulacak ve daha doğru değerlendirme yapacaklardır.
Kadını gerçekten kadın yapan temel olgular; toplumculuk, yurtseverlik, üretimdeki konumu, dünyaya bakışı, aile kavramına verdiği önem, güçlü karakteri ve kimliğidir. Bunun yanında; çağdaş ve sorunları tespit edip çözebilmek yetisine sahip olmasıdır. Bu özellikleri başının açık ya da kapalı olması yönü ile değerlendirirsek çok yanılmış oluruz.


Korona Sürecinde Sınav Trafiği

Her yıl haziran ayının ortalarında yapılan YKS, bu yıl Kovid-19 nedeniyle önce temmuz ayının son haftasına ertelenmişti. Ülkenin ekonomik durumu ve turizm sektörünün sıkışıklığını giderebilmek adına "Kontrollü yaşama geçiş" süreci YKS'ninde tekrar temmuz ayından haziran ayına alınma nedeni oldu.  Yaklaşık 2.5 milyon öğrenci ile birlikte, bir o kadar da ailelerini zora sokulduğunu görüyoruz.
Sınav tarihinin değişikliği geleceğimiz olan gençlerimizin psikolojisini nasıl bozdu? Mutlaka onlara sorulmalı veya ilgili uzmanlarca araştırılmalıdır.
Geçmiş yıllarda sadece sınav ve gelecek endişesi taşıyan gençlerimizin korkularına, bir de Kovid-19 korkusu eklendi.
Sınavın ertelenmesine karşı olanlar, eylül-ekim aylarında ikinci dalganın beklentisi sınavı adeta haziranda yapma zorunluluğu getirdiğini dile getirmekteydiler. Gerçi henüz birinci dalga bitmeden ikinci dalga olasılığı az olsa da,
Elbette ikinci bir dalga söylenen aylar da başlayabilir. Böyle bir risk her zaman vardır.
Ancak sorun daha çok ekonomik ise (Bizde öyle olduğunu düşünüyoruz), sınavı temmuz yerine ekim ayına  baştan ertelenemez miydi?
Eğer o aylarda da salgın yeniden baş gösterirse sağlık koşullarının daha uygun olduğu bir tarihe atılabilirdi. Üniversitelerin  üç beş ay sonra başlatılması riski göze alınabilirdi.
Zaten yeni dalga olması durumunda açılışların ertelenmesi yüksek


İzole 65 (+) Yaştakiler ve Önerilerimiz

Korona sürecinde en sık karşılaştığımız sorunlardan birisi de İZOLE ETTİĞİMİZ 65(+) YAŞ GRUBUNUN, GÜNLERİNİ VE YAŞAMLARINI NASIL SÜRDÜRECEKLERİ KONUSU.     SADECE BU GRUBA EVDE SAKİN SAKİN OTURUN MU? diyeceğiz.
Kovit-19 öncesi süreci hatırladığımızda,65(+) kişilerin hayatı evden çok dış ortamda geçmekteydi.
Ancak ev mahkumiyeti, zamanın daha uygun geçirilmesi için yaratıcı bir takım uygulamalara ihtiyaç olduğu kesin.
1-Evde zamanın çoğu televizyon karşısında geçmektedir. Bu nedenle olacağına inanmasak da; TRT’nin bir kanalı bu gruba ayrılmalıdır.
A-Bu yaş grubuna yönelik, eğitim, kültür ve sanat konularına ağırlık vermeli (satranç, kadınlara yönelik elişi ve resim, boyama sanatı öğretileri düzenlemeli)
B-Kovid-19 dışı sağlık sorunları hakkında bilgi verilmelidir.
2-Dışarda sosyal hayata mutlaka ve mutlaka karışılmalıdır.
Bu nedenle özellikle parkların bir kısmı bu yaş grubuna ayrılmalı ve zamanlarının bir bölümünü burada


Korona Sürecinde 15-16 Haziran Direnişini Unutmayalım!

Korona süreci giderek ülkemizde tekrar ilk günlerin korkusunu bizlere yaşatacağı gibi duruyor. Umarım zamanında önlemler alınır ve korkularımız boşa çıkar. Ama bana göre pek önlem alınacak gibi durmuyor. Üzülmemek elde değil. Deneme sınavları bile yapılmaması Bilim Kurulu’nda kararlaştırılmışken “Merkezi sınavların yapılacak olması” biz hekimleri kara kara düşündürüyor. Bu arada büyük işçi direnişini bu süreçte unutmanın doğru olmadığını,  çektiğimiz çoğu sıkıntının halkımızın ve çalışanların örgütlü olmaması nedeni demokrasinin gelişemediğini bir kere daha  anımsatmanın boynumuzun borcu olduğunu düşünüyorum.                                    

 15/16 Haziran 1970 işçi sınıfı direnişi sürecini kısaca anlatmakta yarar var. O günlerde Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’ün,  “Yakında DİSK’in canına ot tıkayacağız” demesinden sonra, 12 Haziran’da Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi milletvekillerinin ayrı ayrı hazırladıkları 274 sayılı Sendikalar Yasası ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Yasasındaki değişikliklerin komisyonda birleştirilerek, Meclis’te kabul edilmesiyle yasalaşma sürecine girmişti.
Yasalar; Türk-İş’in sarı sendikacılığını desteklemeyi amaçlarken, DİSK ve devrimci sendikacılığın örgütlenmesini engellemeye yönelik anti-demoktatik maddeler içeriyordu. (Bunlar kısaca; Sendika üyeliğine girme ile sendika, federasyon ve konfederasyon kurmayı zorlaştıran, sendika üyeliğinden istifayı noter onayına bağlayan niteliklerdi.
Bunun üzerine DİSK üyeleri; BÜYÜK HAZİRAN direnişini başlattılar. Yer yer Türk-İş’e bağlı bazı sendika üyelerinin de katıldığı 15/16 Haziran direnişi