Doğanın Kendini Kabulü ve İnsanın Bitmeyen Savaşı


  • Oluşturulma Tarihi : 26.11.2025 08:39
  • Güncelleme Tarihi : 26.11.2025 08:39

Modern insan, psikolojinin uzun yıllardır tartıştığı bir gerçekle karşı karşıya: Kendini olduğu haliyle kabullenememe. 

Sosyolojik ve psikolojik araştırmalar, bireyin öz benliği ile sosyal beklentiler arasındaki gerilimin, çağdaş yaşamın en yıpratıcı baskılarından biri olduğunu gösteriyor. İnsan kendini sürekli gözden geçiriyor, değiştiriyor, törpülüyor ve çoğu zaman kendi içsel hakikatini bastırıyor. Kendine yabancılaşma, tam da bu noktada filizleniyor. Oysa doğa, insanın aksine, hiçbir varlığı ideal bir kalıba sıkıştırmaz. Bir kaplumbağanın yavaşlığını kusur olarak işaretlemez; o yavaşlık onun zaman algısıdır. Bir keçinin kayalıklara meydan okuyan çevikliği, kendi coğrafyasının doğal matematiğidir. Bir serçenin küçüklüğü, onun güçsüzlüğü değil gökyüzüyle kurduğu özel bağdır. Doğanın her canlısı, kendi sınırları içinde bir bütünlük taşır. İnsan ise sınırlarını çoğu zaman başkalarının yargılarıyla çizer. Bu yüzden kırılır; bu yüzden yorulur; bu yüzden kendi öz sesini duyamaz hale gelir. Bilimsel açıdan bakıldığında, öz kabul, bireyin psikolojik dayanıklılığının temel yapı taşlarından biridir. Ama duygusal açıdan bakıldığında, öz kabul çok daha basit bir şeydir: Kendi sesini, kendi ritmini, kendi kırılganlığını reddetmeden yaşamak. İnsan belki de en çok bu noktada tökezler: Kendi kusuruyla barışmayı zayıflık sanır. Yaşadığımız doğadan başka örneklemeler vermek insan için dersler alınması gerektiğini varsayarsak, Etolojide (hayvan davranışları bilimi) sıkça vurgulanan bir gerçek vardır: Canlıların davranışları, türlerinin ihtiyaçlarına göre kusursuzca şekillenir.

Bir tilki, “yeterince hızlı mıyım?” diye kaygılanmaz; hızını sezgileri tamamlar. Bir baykuş, gündüz göremediğini dert etmez; karanlığı kendine yurt eder. Bir balina, dev gövdesini saklamaya çalışmaz; o gövde onun tarihidir. Bir örümcek, defalarca bozulan ağını şikayet etmeden yeniden örer; çünkü doğasında sabır vardır. Bir deve, sosyolojik karşılaştırmaların nesnesi olmayı umursamaz; çölde hayatın devamını sağlar. Bu örneklerin her biri, insanın görmezden geldiği bir hakikati fısıldar:

Kusur sandığın şey, aslında seni sen yapan şeydir. Doğa, her gün gözümüzün önünde aynı ders kitabını açıyor; biz sadece okumamakta ısrar ediyoruz.

İnsan, kendi varlığını anlamlandırmak için karmaşık teorilere başvuruyor, sosyolojik çerçeveler kuruyor, psikolojik analizler yapıyor. Ama bazen en basit gerçek, en sessiz olanın içinde gizlidir:

Doğa, kendini reddetmez. Doğa utanmaz. Doğa saklamaz. Doğa savaşmaz. Peki insan neden kendine bu kadar acımasızdır? Kendini olduğundan başka biri olmaya zorlayan kimdir? Toplum mu? 

Geçmiş mi? Aynadaki yansımanın dilsiz eleştirisi mi? Son olarak şunu sormalıyız kendi kendimize…
Bu kadar canlı kendi hakikatiyle huzur içinde yaşarken, biz insanlar kendi gerçeğimizle yüzleşmekten neden hâlâ kaçıyoruz?

Doğanın Kendini Kabulü ve İnsanın Bitmeyen Savaşı
Erdal Ataklı
Yazarımız Kim ?

Erdal Ataklı