Yabancılaşan İnsan…


  • Oluşturulma Tarihi : 28.10.2025 08:58
  • Güncelleme Tarihi : 28.10.2025 08:58

Kendine Yabancı Dünyanın Sessiz Çığlığı!
Bir zamanlar insan, doğanın içinde, toprağın kokusunda, inancın sıcaklığında kendini bulurdu.
Şimdi ise teknoloji ekranlarında yankılanan bir sessizliğin içinde, kendi yankısına bile yabancı kalıyor.
Modern çağ, insana özgürlük vaat ederken; köklerinden kopmuş, ruhu paramparça bir yalnızlık da hediye etti.
Ziya Gökalp’in “medeniyet” ile “hars” arasındaki o ince denge arayışı, bugün yeniden anlam kazanıyor. Çünkü insan, küreselleşmenin sunduğu sınırsız seçenekler arasında, kendine ait bir yön bulmakta zorlanıyor. Duygular dijitalleşiyor, kimlikler bulanıklaşıyor, empati bir lüks haline geliyor.
İnsanın kendine yabancılaşması, yalnız bireyin değil; yönünü kaybeden toplumun da hikâyesidir.
Auguste Comte’un “bilimle yeniden düzenlenen toplum” ideali, insan aklının rehberliğinde huzura ulaşılabileceğini savunuyordu. Ziya Gökalp ise Comte’un pozitivist düşüncesini Türk toplumunun ruhuyla harmanladı: Toplum yalnızca aklın değil, ortak bir ülkü ve inanç bütünlüğünün eseriydi.
Prens Sabahattin ise bireyin toplumsal dönüşümdeki rolünü öne çıkarırken, Durkheim modern insanın kuralsızlık ve amaçsızlık içinde yalnızlaştığını gösterdi. Bauman ise bunun “akışkan modernite” ile birleştiğini, ilişkilerin geçici ve bağların kopuk hale geldiğini vurguladı.
Bugün sosyal medyada kurulan bağlar, “dokunmadan yakınlık, bağlanmadan iletişim” gibi yaşanıyor.
Toplum bir aradaymış gibi görünürken, herkes kendi yankı odasında yaşıyor. İşte bu yüzden modern çağın en sessiz çığlığı, anlam yitimidir. Ama tamamen susmuş değiliz.
Gökalp’in “mefkûre toplumu” anlayışı, insanın kendine yeniden yönelme çağrısıdır. Bilim, insanın dış dünyasını anlamlandırır; ama inanç, iç dünyasının düzenini kurar. Birinin eksikliği, diğerinin aşırılığı kadar tehlikelidir. İnsan yalnızca düşündüğü değil, hissettiği kadar da insandır. Belki de bu çağın görevi, aklın soğuk ışığını kalbin sıcaklığıyla yeniden buluşturmaktır. Toplumu ayakta tutan şey kurumlar değil; birbirine dokunan kalpler, ortak bir anlam arayışıdır. İnsan, ruhunu kaybetmeden gelişebilir, yalnızlaşmadan özgürleşebilir. Ve bu çağın kapısını aralayacak olan, bizler gibi düşünen sosyologlar ve bu işe gönül vermiş eğitimcilerdir. Çünkü insanın yeniden insan olma serüveni, bir düşünceyle değil, bir yürekle başlar.
“Bilim insanı yönlendirir, ama inanç insanı birleştirir.” Belki de modern insanın yolculuğu, kendine yabancılaşmaktan yeniden insan olmaya doğru bir serüvendir. Bu yolculukta, aklın rehberliğini kalbin sıcaklığıyla buluşturmak, geçmişin değerlerini unutmadan geleceğe yürümek gerekiyor. Peki ya sizler, 
Modern dünyada kendinizi kaybetmeden nasıl bir yol izliyorsunuz ?

Yabancılaşan İnsan…
Erdal Ataklı
Yazarımız Kim ?

Erdal Ataklı