Kimse bize nasıl insan olunur öğretmedi. Hayatta kalmayı anlattılar belki; başkalarına uymayı, kurallara boyun eğmeyi, sessiz kalmayı… Ama kimse, içimizdeki karmaşayı nasıl taşıyacağımızı, geçmişin gölgesinde nasıl dik duracağımızı ya da kendimizi sevmeyi nasıl öğrenebileceğimizi anlatmadı.
Bu yüzden bazı insanlar kendi kendini yetiştirmek zorunda kaldı. Evde duyguları yasaklı bir dil gibiydi. Okulda başarı, iyi not ve sessizlikle ölçülüyordu. Toplumda ise güçlü görünmek makbuldü; ne pahasına olursa olsun. İçimizde kırılmış, ihmal edilmiş, görülmemiş parçalarla büyüdük. Ve bir gün fark ettik ki, bizi kimse kurtarmayacak. Eğer bir şey değişecekse, bunu biz yapacağız. İşte o gün başlayan şey, sessiz ama en ağır emek türüdür: Kendini yetiştirme emeği.
Bu emek kolay değildir. Çünkü ne alkışı vardırne maaşıne de diploması. İçten içe, sabırla, yavaşça yürür. Hatalarını görürsün, çocukluğuna inersin, bastırdığın öfkeyle tanışırsın. Sonra affetmenin sandığın kadar romantik bir şey olmadığını, bazen sadece yaşayıp geçmek gerektiğini öğrenirsin. Kendi kendine ebeveyn olursun. İçindeki çocuğu korumaya çalışırken, bir yandan da onu eğitirsin. Bu çifte rol, yorar insanı. Ama bu yorgunluk, kendine ihanet etmemenin yorgunluğudur. Temizdir.
Psikolojik olarak bu süreç, bireyin öz-farkındalık düzeyinin artmasıyla başlar. Kişi artık dışarıyı suçlamayı bırakır. Mağduriyet koltuğundan kalkar. Bu, kulağa ilham verici gibi gelse de aslında oldukça acı verici bir fark ediştir. Çünkü o ana dek suçladığın her figür —aile, toplum, kader— artık sana hizmet etmez. Artık kendi hayatının sorumluluğunu alman gerekir. Ve bu da konforlu değildir.
Toplumsal olarak bu emeğin karşılığı da çoğu zaman görünmez. Kendini iyileştirmeye çalışan biri, dışarıdan “fazla düşünen”, “fazla hassas”, “abartan” biri gibi algılanır. Oysa o kişi içsel enkazların altından parçaları tek tek çıkarıyordur. Başkalarının görmediği bir enkazdan, kendi elleriyle kendini çıkarıyordur. Sessiz sedasız.
Ve belki de en hüzünlü olan şudur: Bu çaba, çoğu zaman ödüllendirilmez. “Ne çok değişmişsin” denmez. Çünkü değişim, insanları rahatsız eder. Sen kendini sevmeyi öğrenince, seni kendini sevmeyen hâlinle idare etmeye alışmış olanlar rahatsız olur. Sınır koymayı öğrendiğinde, “sen eskisi gibi değilsin” derler. Haklıdırlar. Çünkü artık kendini terk eden değilsin.
Ama tüm bunlara rağmen, kendi kendini yetiştiren insanlar bu dünyanın görünmeyen mimarlarıdır. Daha iyi bir ebeveyn, daha şefkatli bir eş, daha adil bir yönetici, daha anlayışlı bir dost olurlar. Çünkü önce kendileriyle uğraşmışlardır. Kendi öfkelerini, ihtiyaçlarını, kırılganlıklarını tanımışlardır. Ve artık başkalarına daha az zarar verirler. Bu, azımsanacak bir kazanım değildir.
Yazının sonunda bir teşekkür borcum var:
Kendiyle yüzleşmeye cesaret eden, geçmişin yükünü omzunda taşıyıp yine de ilerlemeyi seçen herkese…
Kendi kendinin annesi, babası, öğretmeni, yol arkadaşı olanlara…
Bil ki, görünmesen de senin emeğin bu dünyanın ruh sağlığını iyileştiriyor.
Ve eğer hâlâ yoldaysan, unutma: Bu yolun sonunda “kusursuz bir sen” yok. Ama daha dürüst, daha dengeli, daha gerçek bir sen var. Ve o, her şeye değer.