Yazı, insanın kendine attığı en dürüst bakıştır. Konuşurken çoğu zaman kelimelerimizi süsleriz, karşımızdakine göre şekillendiririz. Ama kalemi eline aldığında, kağıtla baş başa kaldığında, maskelerin çoğu düşer. Yazı, ruhun çıplak halini görmemizi sağlar.
Birçok danışanımla yazı günlükleri üzerinde çalıştık. Özellikle kaygı bozukluğu ya da yoğun duygular yaşayan kişilerde, duyguları yazıya dökmenin büyük rahatlama sağladığını gözlemledim. Çünkü yazmak, zihnin içinde dönüp duran düşünceleri dışarıya çıkarır. Böylece kişi hem kendi iç dünyasını daha net görür hem de yükünü hafifletir.
Yazıyla şifalanmanın en güçlü yanlarından biri, içsel tanıklık yaratmasıdır. Kağıda döktüğün her cümle, sana “Seni duyuyorum” der. Bazen içimizdeki çocuk konuşur, bazen ergen yanımız, bazen de olgun tarafımız. Hepsi aynı defterde buluşur ve böylece parçalarımız bütünleşmeye başlar.
Bugün kendine şu soruyu sor ve yaz:
“Kalbim şu an bana ne söylemek isterdi?”
Durma, düzeltme, planlama. Sadece yaz. Bir süre sonra yazının kendi yolunu bulduğunu göreceksin.
Yazmak aynı zamanda geleceğe dair bir pusula da sunar. Çünkü yazdıkça, neye ihtiyaç duyduğunu, hangi değerlerin senin için önemli olduğunu keşfedersin. Kimi zaman bir teşekkür mektubu, kimi zaman bir itiraf, kimi zaman da bir hayal listesi… Hepsi, ruhunun parçalarını bir araya getirir.
Benim için de yazı, sadece mesleki değil kişisel bir şifa yoludur. Yazarken kendime daha çok yaklaşırım, içimdeki sesleri duyarım. Ve en önemlisi, şunu fark ederim: Hepimizin içinde anlatılmayı bekleyen bir hikâye var. Yazdıkça o hikâye açığa çıkar ve biz kendimizi yeniden yaratırız.
Yazıyla şifalanmak, kendine tutulmuş bir aynadır. O aynada gördüğün bazen zorlayıcı olabilir ama her defasında seni özgürlüğe götürür. Çünkü yazı, ruhun derinliklerine inmenin ve oradan ışığı yeniden çıkarmanın yoludur.