Kadın ve erkek bakış açısından psikolojik bir değerlendirme…
Cinsellik, yalnızca iki bedenin teması değildir. Aynı zamanda bireyin kendisiyle, bedeniyle, duygularıyla ve başkalarıyla kurduğu ilişkinin yansımalarından biridir. Çoğu zaman gizlenen, konuşulmayan, utançla harmanlanan ama içten içe hayatımızı şekillendiren güçlü bir deneyim alanıdır.
İnsan doğumundan itibaren bedeniyle ve hazla bir ilişki geliştirir. Bu ilişki, yıllar içinde sosyal, kültürel ve cinsiyet temelli kodlamalarla yeniden şekillenir. Toplumsal olarak cinsellik kadınlar ve erkekler için farklı biçimlerde kodlanır. Erkekler “haz odaklı”, kadınlar ise “duygu odaklı” olmaya şartlandırılır. Ancak gerçek insan deneyimi bu kadar keskin sınırlarla ilerlemez, cinselliği farklı şekillerde yaşar, bastırır ya da ifade eder.
Kadınlar: Kontrol Edilen Arzunun Sessiz Taşıyıcıları
Birçok kadın için cinsellik önce yasakla, sonra utançla tanışır. Kadın bedeninin arzulanabilirliği sürekli vurgulanırken, kadının kendi arzusundan bahsetmesi çoğu kültürde ayıplanır. “İsteyen” değil “istenen” olması beklenir. Bu da kadının bedenine yabancılaşmasına, arzularını tanımakta zorlanmasına ve “iyi kadın” olmakla “isteyen kadın” olmak arasında ikilem yaşamasına neden olur.
Birçok kadın için cinsellik, duygusal bağ olmadan güvenli hissettirmez. Ancak bağ kurabildiğinde kendi bedenine yaklaşır, haz arayışına alan açar. Kadının cinsel olarak özgürleşmesi, çoğu zaman kendiyle kurduğu bağın güçlenmesiyle paralel ilerler. Kendine temas edemeyen bir kadın, çoğu zaman ilişkilerine de tam anlamıyla temas edemez.
Kadınlarda sıkça karşılaşılan vijinismus, cinsel isteksizlik ya da haz alamama gibi sorunlar çoğu zaman sadece fizyolojik değil, duygusal ve toplumsal anlamlar da taşır. Cinselliğin bastırılması, yaşam enerjisinin bastırılmasıdır. Bu da yalnızca yatak odasını değil, genel yaşam doyumunu etkiler.
Erkekler: Güç Yükü Altında Ezilen Arzular
Erkekler ise cinselliğe genellikle bir “görev” yüküyle yaklaşır. Toplum, erkeği daima istekli, daima hazır ve daima başarılı olmaya zorlar. Bu zorunlu performans hali, erkeği kendi duygularından koparır. Birçok erkek için cinsellik, partnerle temas etmek değil, “başarı göstermek” ya da “kendisini kanıtlamak” anlamına gelir. Bu nedenle erkekler, performans kaygısını, başarısızlık korkusunu, cinsel isteksizliği ya da duygusal ihtiyaçlarını çoğu zaman saklar. Çünkü kırılganlık erkeklik tanımıyla çelişir. Oysa erkekler de sevilmek, arzulanmak, şefkat görmek ve güvende hissetmek ister. Ancak bunu dile getirmek, çoğu zaman mümkün olmaz. Bu suskunluk, erkeklerin kendi bedenlerine ve hazlarına yabancılaşmalarına neden olur. Erken boşalma, sertleşme sorunları ya da doyum eksikliği (haz, tatmin ya da yakınlık hissinin yetersizliği) yalnızca fiziksel değil, çoğu zaman psikolojik bir karşılıktır. Cinselliğin sadece “gösterilen bir performans” olarak yaşanması, duygusal bağ kurma alanını daraltır.
Cinselliği Bastırmak Hayatı Bastırmaktır
Kadın ya da erkek fark etmeksizin, cinsellik bireyin kendiyle kurduğu ilişkinin bir aynasıdır. Kendini seven, bedenine saygı duyan, sınırlarını tanıyan, arzularını bastırmadan ama kimseye de zorla dayatmadan ifade edebilen birey, cinsellikte de daha sağlıklı bir deneyim yaşar. Cinsel yaşamı canlı tutmak sadece fiziksel arzuları değil, duygusal ihtiyaçları da gözetmekten geçer. Kimi zaman bir dokunuş, bir bakış, bir açıklık, fiziksel birliktelikten çok daha güçlü bir bağ yaratabilir.
Cinselliği konuşmamak, bastırmak ya da yok saymak, aslında hayatı bastırmak demektir. Zihin ve beden bir bütündür. Duygusal olarak bastırılan arzular, zamanla bedensel belirtilerle kendini gösterir. Anksiyete, depresyon, psikosomatik ağrılar, öfke, ilişkisel uzaklık… Bunlar çoğu zaman duyulmamış arzuların çığlığıdır.
Toplumun koyduğu kalıpların ötesine geçebilmek, kişinin cinselliği bir görev ya da utanç değil, bir yaşam enerjisi olarak görebilmesiyle mümkündür. Bu da ancak dürüst bir içgörüyle, kendini tanımakla ve güvenli ilişkiler içinde deneme cesaretiyle olur.
Unutmayalım, cinselliği özgürce yaşayabilmek, kendimizle barışabilmekle başlar. Ve bu barış, sadece yatak odasında değil, hayatın tüm alanlarında yankı bulur.