Orgazm... Cinselliğin en çok konuşulan ama en az hissedilen hâllerinden biri. Üstelik sadece yaşanmadığında değil, yaşanıyormuş gibi yapıldığında da aslında çok şey anlatır.
Peki neden orgazm taklidi yaparız?
Bu davranış, çoğu zaman partneri memnun etme çabası gibi görünse de, alt metninde kişinin kendi bedeniyle kurduğu ilişki, cinselliğe yüklediği anlam ve genel olarak yakınlığa dair içsel temsilleri yer alır.
Gevşeyememek: Teslimiyetin önündeki engel
Cinsel haz, gevşeme ve bedeni serbest bırakabilme kapasitesiyle yakından ilişkilidir. Ancak bu gevşeme yalnızca fiziksel değil, psikolojik bir bırakma hâli gerektirir. Özellikle kontrol ihtiyacı yüksek, güven duygusunu ilişkilerde zor kuran bireylerde bu süreç sekteye uğrayabilir. Çünkü kendini güvende hissetmek için hep tetikte olan kişiler için orgazm, sadece fiziksel değil aynı zamanda duygusal bir çıplaklık anlamına gelebilir. Üzerine bir de “Partnerim mutlu oldu mu?”, “Yeterince iyi miyim?”, “Çok mu uzun sürdü, sıkıldı mı?” gibi düşünceler de bedenimizin önüne geçer. Bu düşünceler zihni meşgul ederken, bedenimizle olan bağlantı zayıflar. Oysa orgazm, hissetmeye, bedene yer açmaya ve anda kalmaya ihtiyaç duyar. Bu tabloda ise orgazm, yaşanan bir hazdan çok, “yaşanması beklenen bir görev”e dönüşür. Haz odaklı değil, onay odaklı bir cinsellik gelişir. Bu da birçok kişiyi istemsizce “oluyormuş gibi” taklidine sürükler.
Burada performans kaygısının görünmeyen yükünden de söz etmek mümkün. Peki nasıl bir yükten bahsediyoruz? Cinsellik bazı durumlarda bir yakınlık anı değil, bir başarı testi gibi yaşanabiliyor. Bu başarı, yalnızca karşı tarafı tatmin etme üzerinden değil, kişinin kendi değer algısını sürdürme çabası üzerinden de okunur. Bedenin doğal akışına eşlik etmek yerine “Beklentiyi karşılıyor muyum?”, “Bu, olması gereken gibi mi?” gibi düşünceler su yüzüne çıkabiliyor. Bu zihinsel yük, bedensel haz alımını baskılayarak kişiyi performans göstermeye ve sonunda da orgazmı taklit etmeye yönlendirebiliyor. Çünkü orgazm, sürecin başarılı geçtiğine dair bir “kanıt” gibi kodlanmıştır. Hissedilmese bile, “eksik kalmamak” adına sahnelenir. Böyle bir baskı altında da orgazm değil, kaygı yönetilir.
Taklit, gerçeği paylaşmaktan daha risksiz görünür. Çünkü “hissetmedim” demek, çoğu insanın gözünde bir reddediş, bir suçlama ya da bir başarısızlık gibi yorumlanabilir. Orgazm taklidi yalnızca bir iletişimsizlik sorunu değildir; çoğu zaman duygusal güven eksikliği, çatışmadan kaçınma ya da karşı tarafı hayal kırıklığına uğratma korkusu ile ilişkilidir. Kişi, “hissetmedim” deme hakkını kendine tanımakta zorlanabilir. Oysa taklit ettiğimizde “partner üzülmez, biz yetersiz hissediyor gibi görünmeyiz, ilişkiyi riske atmamış oluruz” şeklinde düşünebiliriz. Ancak uzun vadede bu durum, çiftler arası iletişimsel kopuşlara, kişinin kendi beden algısında bozulmalara ve sahicilikten uzak bir cinsel yaşamın kronikleşmesine neden olabilir.
Bazen yaşanan şey yalnızca zihinsel değil, bedensel kaynaklı da olabilir. Uyku yetersizliği, stres düzeyinin yüksekliği, hormonsal değişimler, kronik hastalıklar, bazı ilaçların yan etkileri, pelvik taban kaslarındaki gerginlikler,… Listeye başka maddeler de eklenebilir.
Yani hissedememek bazen duygusal, bazen fiziksel, bazen her ikisinin karışımı bir süreçtir. Bu durum da bir problem olarak değil, üzerinde konuşulabilir bir deneyim olarak görülmelidir. Çünkü bazen gerçek bir temas, orgazmdan daha dönüştürücüdür.
Orgazm taklidi, çoğu zaman bir çözüm gibi başlar; ama sürdükçe kişinin kendisiyle ve partneriyle olan bağını zayıflatır. Gerçek temas, yalnızca bedende değil; duyguda ve iletişimde de kurulduğunda, cinsellik daha sahici ve doyurucu bir hal alabilir.