Ephesos ve Smyrna’nın gizemi

Eskiçağ’da Akdeniz dünyasının merkezindeki kentler olarak bilinen Ephesos ve Smyrna hakkında bilgi veren 9 Eylül Ünv. Ortaçağ Arkeolojisi Anabilimdalı Başkanı Prof.Dr. Ergün Laflı, henüz gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen daha birçok eser bulunduğunu söyledi


  • Oluşturulma Tarihi : 20.12.2017 06:31
  • Güncelleme Tarihi : 20.12.2017 06:31
  • Kaynak : HABER MERKEZİ
Ephesos ve Smyrna’nın gizemi

NİLGÜN TAZE / ÖZEL HABER

Büyük İskender’in Issos’ta Pers Kralı Darius’u yenmesinden ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Hellen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Hellenistik Dönem’de İskenderiye, Rhodos, Bergama ve Ephesos kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç İ.Ö. 300 sıralarında Kadifekale’nin eteklerinde, yeni ve büyük bir kent kuruldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Ortaçağ Arkeolojisi Anabilimdalı Başkanı ve Ege Bölgesi Kültür Varlıkları Uygulama ve Araştırma Merkezi (EKVAM) Müdürü Prof.Dr. Ergün Laflı, İ.Ö. 323 yılında Büyük İskender’in ölümü üzerine çıkan iç savaşta Smyrna’nın önce Lysimakhos’un, sonra 1. Seleukos’un eline geçtiğini belirtti. Seleukos egemenliğinin İ.Ö. 190 yılında yapılan Manisa Savaşı’na kadar sürdüğünü açıklayan Laflı, “Seleukoslar, Romalılar’a karşı kaybettiği bu savaştan 2 yıl sonra bugünkü adıyla yapılan Dinar savaşıyla Bergama Krallığı’na verildi. Bergama’nın egemenliği, Kral 3. Attalos’un ölümüne dek sürdü ve bu tarihte Romalılar’ın eline geçti ve Asia Eyaleti’ne bağlandı” dedi.

KUTSAL VE ALTIN YOL

Tarihçi Strabon’un Smyrna’nın kendi zamanında yani İ.Ö. 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel kenti olduğunu belirttiğini ifade eden Laflı, “O dönemde kentin küçük bir bölümü Kadifekale’nin üzerindeydi. Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile gymnasion da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristeides, kentin doğu-batı yönünde uzanan Kutsal ve Altın yol olarak bilinen iki ana yolunun bulunduğunu ve bu yollarla kentin, denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır. Roma Çağı’nda İzmir’de inşa edilen yapılar arasında, Kadifekale’nin kuzeybatı eteğindeki antik tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır” açıklamasını yaptı.

SMYRNA AGORASI

Bugün kısaca agora olarak bilinen Smyrna Agorası’nın oldukça iyi korunmuş olup, agoranın ölçüsünün 120 x 80 metre uzunluğunda geniş bir avlusu bulunduğunu açıklayan Laflı şunları söyledi: “Agoranın doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 17,5 m. olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m. uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. İ.Ö. 2. Yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başladı. İ.Ö. 88 yılında Pontus Kralı 6. Mithridates’in eline geçtiyse de 2 yıl sonra Romalılar şehri geri aldı. İncil’de sözü edilen Yedi Kilise’den bir tanesinin bulunduğu Smyrna Hıristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir’in ilk başpiskoposu olan Aziz Polikarp havari ve İncil yazarı St. John’un ilk müritlerinden biridir. Yaklaşık M.S. 70 yılında Anadolu’da doğmuş, inancından ötürü İzmir akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak ölüme mahkum edilmiştir.”

ROMA DÖNEMİ KALINTILAR

M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce İzmir’in sonradan Bizans İmparatorluğu olarak tanınacak Doğu Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olduğunu açıklayan Laflı, Smyrna sur kalıntılarının Basmane garından Tilkilik ve Altınpark’a giden yolun başlarında görüldüğünü söyledi. Kadifekale’de pek az örneği kalabilen surların genellikle Orta Çağ’a ait olup bunların alt tabakalarında Hellenistik Çağ’a ait izler görülmekte olduğunu açıklayan Laflı, “Gezginlerin ve tarihçilerin değindiği tiyatro, stadion gibi yapıların yerlerini, ne şekilde olduklarını öğrenebilmek oldukça zordur. Bunlardan tiyatro 1950’li yıllarda rahatça görülebildiği halde günümüzde gecekonduların arasında tamamen kaybolmuştur. Smyrna’nın antik yıllarına ait kalıntılar yeni caddelerin açılışında ve temel kazıları sırasında rastlantı sonucu ortaya çıkmıştır. Örneğin Eşrefpaşa Caddesi yeniden düzenlenerek açılırken antik tarihçilerin değindiği antik yol ile karşılaşılmıştır” ifadelerini kullandı.

KAYBOLAN DEĞERLER

Laflı, Smyrna’da Roma Dönemi’nde yapılan yapıların yeni inşaatlar arasında gözden kaybolduğunu belirterek, “Pagos Dağı’nın kuzey-batı eteklerinde olan tiyatro ile stadiumun yakın tarihlerde görülebilen Cavea’nın destek duvarları, oturma kademelerine uzanan tonozlu geçit gibi izleri de ortadan kalkmıştır. Bugünkü Basmane istasyonundan yukarıya doğru çıkıldığında 1922 yangınından kurtulabilen eski evler arasında kalmış olan bu kalıntıların olduğu yer uzun süre büyük bir çukur olarak kalmıştır. Ancak kentin plansız gelişmesi burasının evlerle dolmasına neden olmuştur. İzmir’in Namazgah semtinde bulunan agora ise Roma Dönemi’nden kalmadır ve Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa edilmiştir” şeklinde konuştu.

İZMİR AGORASI

İzmir agorasının Lon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş olanları arasında yer aldığını açıklayan Laflı, 1932-1941 yılları arasında Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına Rudolf Naumann, Prof. F. Miltner ve İzmir Efes Müzeleri Müdürü Selahattin Kantar tarafından yapılan kazılarla büyük bir bölümünün ortaya çıkarıldığını söyledi. Laflı, “İzmir agorasının, dikdörtgen formda, ortada geniş 120 x 180 m. çağında bir avlu, etrafında sütun ve kemerler üzerine inşa edilmiş üç katlı ve önünde merdiveni olan bileşik bir yapı olduğu anlaşılmıştır. Agorada son dönem kazıları 5 Ağustos 1996 tarihinde başlatılmıştır. Stoalar iki sütun dizisi ile üçe bölünmüştür. Bunların arasındaki yapılar 17.50 m. genişliğindedir. Burada halen devam eden bu kazıdan çıkarılan Poseidon-Demeter heykel grubu İzmir Arkeoloji Müzesi’ndedir. M.S. 178 depreminde kent ile birlikte Stoa’da yıkılmış, ancak Marcus Aurelleus Smyrna’yı yeniden yaptırırken Stoa’nın batı kolonları üzerine karısı II. Faustina’nın portresini koydurmuştur” dedi.

EFES ANTİK KENTİ

İzmir’in Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kentinin ilk kuruluşunun İ.Ö. 6 bin yıllarına dayandığını açıklayan Laflı, efesin geçmişinin Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri’ne kadar inmekte olduğunu açıkladı. Son yıllarda yapılan araştırma ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde Tunç çağları ve Hititlere ait yerleşimler saptandığını belirten Laflı şunları söyledi: “Hititler Dönemi’nde kentin adı Apasas’tır. İ.Ö. 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, İ.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos tarafından İ.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200 bin kişilik nüfusa sahipti. Efes, Bizans Çağı’nda tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelmiştir.”

TİCARET MERKEZİ EFES

Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes’in İ.Ö. 4 bine dek giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli bir rol oynadığını açıklayan Laflı, “1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları’nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl’dan itibaren giderek küçülmeye başlamış ve 1923 yılında cumhuriyetin kuruluşundan sonra Selçuk adını almıştır. Bugün ise 30 bin kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir. Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Ancak Efes antik çağdaki önemine yalnızca büyük bir ticaret merkezi olarak gelişmesine ve başkent oluşuna borçlu değildir” dedi.

KAZI ÇALIŞMALARI

Anadolu’nun eski ana tanrıça Kybele geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağının da Efes’de yer aldığını açıklayan Laflı, “Bu tapınak dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir.

Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km² lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir. Ayasuluk Tepesi İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesidir. Efes’teki ilk arkeolojik kazılar British Museum adına J.T. Wood tarafından 1869 yılında başlamıştır. Wood’un ünlü Artemis Tapınağı’nı bulmaya yönelik bu çalışmalarına 1904 yılından sonra D.G. Hogarth devam etmiştir. Bugün de çalışmalarını sürdüren Avusturyalıların Efes’teki kazıları ilk olarak 1895 yılında Otto Benndorf tarafından başlatılmıştır” açıklamasını yaptı.

EFES MÜZESİ

Laflı, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün 1. ve 2. dünya savaşları sırasında kesintiye uğrayan çalışmaların 1954 yılından sonra aralıksız devam ettiğini belirterek şu ifadeleri kullandı: “Efes’te Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nün çalışmalarının yanı sıra 1954 yılından itibaren Efes Müzesi de T.C. Kültür Bakanlığı adına kazı, restorasyon ve düzenleme çalışmalarını sürdürmektedir. Efes Müzesi tarafından son yıllarda yapılan kazıları arasında Çukuriçi Höyüğü yer alır. Bu höyük Magnesia kapısının güneybatısında bulunmaktadır. Elde edilen buluntulara göre İ.Ö. 4. bine dek giden prehistorik yerleşim ortaya çıkarılmıştır. St. Jean Kilisesi ise Bizans İmparatoru Büyük Lustinianus tarafından inşa ettirilmiştir. Dönemin en büyük yapılarından bir olan altı kubbeli kilisenin merkezi kısmında altta, Hz. İsa’nın en sevdiği havarisi St. Jean’ın mezarı bulunmuştur. Kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.”

ARTEMİS TAPINAĞI

Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olduğunu açıklayan Laflı, “Büyüklüğü, 105 x 50 m. ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktür. Prytaneion ise kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin hiç durmadan yandığı yerdir. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştır. Müzedeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmi misafirlerine ayrılmıştı. Domitianus Meydanı’nın güneyinde, teras üzerinde İmparator Domitianus adına Efesliler tarafından yaptırılmış büyük bir tapınak ve altında Efes Yazıtlar Galerisi vardır. Doğuda Pollio Çeşmesi ve olasılıkla hastane yapısı, kuzeyinde cadde üzerinde Memnius Anıtı yer alır.”

Haber Merkezi