Sayfa Yükleniyor...
Tam bir yıl önce, 19 Ağustos 2015 tarihinde, bu köşede yazmaya başladım.
İtiraf ediyorum; başta Acaba her gün yazacak konu bulabilecek miyim? diye bir korkum oldu. Ama babamın vefat ettiği dönemde verdiğim beş günlük ara hariç, hemen hemen her gün yazımı yazdım.
Ülkede bu kadar olay yaşanırken konu bulma sıkıntısı çekilir mi? Çekmedim tabi ki.
Alışma dönemi dediğim ilk dönemde aklıma bir düzen olmaksızın, aklıma ne gelirse onu yazdım ama bir süre sonra bazı günler, özel yazılar olmaya başladı.
Mesela pazartesi günleri aşk günü. O gün genelde aşk, ayrılık, eski sevgiliye yazılan mektuplar, sonu acı ya da mutlu biten aşk hikayelerini yazıyorum.
Salı, çarşamba, perşembe ve cuma günleri gündemde olan bir konu ya da duygu durumuma göre canım ne yazmak istiyorsa onu yazıyorum. Bu yazılarımı Suya sabuna dokunmayan yazılar diye adlandırmıştı bir arkadaşım. Siyasi eleştiri ağırlıklı yazmadığımdan ya da başka pek çok yazar gibi açıkça keskin yazmadığımdan gelmişti bu eleştiri. O dönemde arkadaşımın bu tanımına üzülmüş olmama rağmen onun beklediği gibi muhalif, acar, gözü pek, bağımsız olmadığımı da itiraf etmeliyim. Ancak yazılarımda ne demek istediğimi anlayan anlıyor diye düşünüyorum. Zaten yazarlık benim için bir hobi ve bu hobimi icra ederken Bakın bu böyle oldu ama aslında bunu böyle okumalıyız diye insanları yönlendirmek gibi bir amacım ve öyle bir kişiliğim yok. O yüzden rahatım.
Cumartesi günleri genellik ilişkiler temelinde kadın- erkek diyaloglarını yazıyorum. Aslında o yazıları Radyo programımız için skeç olsun diye yazmaya başlamıştım. Sonra yayınladığımda oldukça fazla ilgi görünce onların devamını da yazdım. Genelde cumartesi günleri facebook sayfamda kadın ve erkek okurlarım arasında bu nedenle bir tartışma oluyor. Bir itiraf daha gelsin o zaman; Okuyucularımın tartışmasını Kadınlar mı erkekleri susturacaklar yoksa erkekler mi onları diye heyecanla bazen de bir köşeden bir arkadaşımın tanımı ile kıs kıs gülerek izliyorum.
Pazar günleri ise özgür ve rahat olduğum bir gün. O gün, genellikle gazetelerde gözüme çarpan ama uzun uzun yazmaya gerek duymadığım, yine de bir şey söylemezsem rahat etmeyeceğim konularda yazı yazıyorum. Bu yazılara Kafamdan geçen ıvır zıvır konular adını koydum. En rahat yazdığım ve yazarken eğlendiğim gün diyebilirim.
Okuyucumun ne istediğini henüz kavrayamadım. Çok büyük bir istekle yazdığım ve Bu yazı çok beğenilecek diye düşündüğüm yazı bir bakıyorum ki tahmin ettiğim kadar ilgi görmüyor ama bazen öylesine yazdığım bir yazı da tahminimden daha çok beğenilip yorum alıyor.
Şimdiye kadar en çok ilgi çeken ilk üç yazı şöyle
Birinci sırada; büyük bir mücadele verdiği amansız hastalıkla mücadelesini kaybeden sevgili arkadaşım, sağlık memuru Samet dereli için yazdığım yazı (http://ilksesgazetesi.com/yazar/ismim-samet-3278.html)
İkinci sırada, Trafik kazasında hayatını kaybeden, Eskişehir DSİ Bentsporun genç voleybolcusu Merve Taşkaya ile ilgili yazdığım yazı (http://ilksesgazetesi.com/yazar/kadersizim-benim-3114.html)
Üçüncü sırada, oturduğu kafede kavga çıkınca, oradan uzaklaşmak isteyen ama kavga eden gruptakilerden biri tarafından bıçaklanıp hayatını kaybeden, antrenör arkadaşım Halit Mert Demirin canından çok sevdiği kardeşi Barış Demir için yazdığım yazı (http://ilksesgazetesi.com/yazar/bu-aci-gececek-mi-3509.html)
Yukarıdaki sıralamadan da anlaşılacağı gibi duygusal ve acı dolu yazılar daha çok okunuyor.
O zaman acılara devam mı?
Bu arada geçen sene verdiğim sözü unutmadım. İlk yazımı beğenen ve paylaşan 130 kişinin ismi bende saklı. Gazeteden toplu maaşımı aldığım ilk fırsatta kendilerini Mavi Tura çıkaracağım.