Sayfa Yükleniyor...
Yıllar sonra Uludağ Üniversitesinin Görükle Kampusünde geziniyorum. Bizim zamanımızda yeni dikilen, rüzgarın esmesi ile yıkılan küçücük çamlar büyümüş, serpilmiş, küçük kuşların yerleştiği birer yuvaya dönmüşler.
İzmirden buraya bir öğleden sonra kayıt için gelmiştim. Kayıt görevlisi İktisat Fakültesindeki bankadan harç yatırılacak, medikososyalden sağlık raporu alınacak gibi bir sürü farklı farklı binalarda Olmazsa olmaz prosedürleri saydığında o binaların aslında birbirinden çok uzakta olduğunu, o dönemde kampüste bir yerden bir yere gitmek için de saatlerce minibüs beklendiğini henüz bilmiyordum.
Oysa şimdi kampüs için araçlar vızır vızır geçiyor. Hatta bazı yerlerde ışık bile koymuşlar. Zaman çok acımasız. Her şey 25 yılda bu kadar değişebiliyordu demek ki.
Rektörlük binası ve hemen yanındaki medikososyal binası aynen duruyor. İktisat fakültesinden evrakları tamamlayıp medikososyal binasına koştura koştura girdiğim ilk gün geldi aklıma. Oradaki sinirli ve muhtemelen yaptığı işten bezmiş doktor, ben içeri girerken sigara içip dumanını yandaki binaya bakan pencereye üflüyordu. Penceresi bir manzaraya bakıyor olsaydı acaba bu onun mutlu olmasını sağlar mıydı? Sigarasından bir nefes daha çekerken içeriye çekinerek giren bana bir şey sormadan bakmıştı. Eliyle siyah, kare şeklindeki koltuğu gösterip otur anlamında işaret yapmıştı.
İstanbulun ortasında ne var? diye sordu.
Soruya bir an için bir anlam veremedim. Tekrar aynı şeyi sordu bana. A ve n harfleri dedim.
Nereden geliyorsun? diye sordu.
İzmir diye cevapladım.
İzmir hangi tarihte Yunan işgalinden kurtuldu? diye sordu bu sefer.
9 Eylülde dedim.
Sorulara bir anlam verememiştim. Herhangi bir sağlık sorunun var mı? dedi.
Yok dedim.
Önündeki kağıdı imzaladı. Eliyle git işareti yaptı.
Dışarı çıktığımda baktığım ilk şey kağıta ne yazdığıydı.
Tıp fakültesine kaydolmasına akıl ve fiziken bir engel yoktur diyordu.
Tüm evrakları mesai saati bitmeden bitirmiş ve artık tıp fakültesine yazılmıştım. Şu an oturduğum merdivenlerde oturdum. Ensemden aşağıya ter damlaları usul usul akarken şu karşıda gördüğüm binaya bakmıştım. Solda bir futbol sahası olmalıydı ama artık orası ek bir bina ve helikopter pisti olmuştu.
Tıp fakültesi amfisine girip çıkan öğrencileri izledim bir süre. Ne kadar heyecanla girmiştim ilk gün buraya. Bir zaman makinesine binip 25 yıl öncesine dönmüştüm adeta. Yaşadıklarımı, acı tatlı günleri düşündüm. Hüzünlendim. Düşlediğim şeylere mi ulaşamamıştım yoksa geçen zaman mıydı beni hüzünlendiren?
Daraldım. Kalktım. Metro durağına doğru yürümeye başladım. Vay be Metroda artık Üniversiteye gelmişti. Oysa biz buradan şehre ulaşmak için İktisat ve Mühendislik fakültelerinden tıklım tıklım dolan otobüslere birbirimize yapışık şekilde binmek zorunda kalıyorduk.
Böyle bir günde koltuk altı ölü fare gibi kokan biri ile yarım saat yolculuk ettiğim aklıma geldi. Gülümsedim.
Metroya bindim. İlk durak olması nedeniyle neredeyse boştu. Bir koltuğa oturup yol kenarına, insanlara, evlere bakıp tekrar geçmişe daldım