1
Ergün Dur
İlkses Gazetesi Yazarımız

Halk Eğitim Müdürü Ergün Dur

Yazarın Köşe Yazıları

Yeni Nesil Öğretmen

İnsan, hayata gözünü açtığı ilk andan itibaren öğrenmeye başlar. Bebeklik döneminizden itibaren çevremizde bulunan herkesten ve her şeyden bir şeyler öğrenmeye başlarsınız. Aileniz yani başta anneniz, babanız, kardeşleriniz her fırsatta her an size yeni bir şeyler öğretmek için etrafınızda dolaşır. Belirli bir yaştan sonra ailenin çocuğuna katacağı bilgiler kısıtlanır. Bu sebeple aile içi eğitim ve öğretim yetersiz kalır. Bu dönemden sonra aileler ebeveynler çocuğunu okullara yani öğretmenlere teslim eder. Peki öğretmen nedir? Öğretmen, toplumun eğitim hedefleri doğrultusunda bireylere eğitim ve öğretim sunmakla görevli kişiye verilen mesleki unvandır. TDK sözlüğünde şöyle tanımlar; ‘Mesleği bilgi öğretmek olan kimse’ olarak tanımlanan öğretmenlik, alan eğitimi ve pedagojik formasyon gibi süreçlerin ardından edinilebilen bir meslektir. Bir eğitimci olarak hep öğretmenlikle ilgili kullandığım bir cümle vardır. “Çocuğunu hesapsızca seven kişiye anne ya da baba denir. Bunu başkasının çocuğu için yapana öğretmen denir.” Öğretmen; insanları eğitmeyi ve öğretmeyi meslek edinen, eğitim kurumlarında çocuk ve gençlerin eğitim öğretimlerine rehberlik eden, yön veren ve yaşama hazırlayan kimsedir. Öğretmenlik çocukluğumuzdan büyüdüğümüz ana kadar bize hep kutsal olarak anlatılan bir meslek olmuştur. Anne ve babalara çocuklarının hangi mesleği seçmeleri sorulduğunda öğretmenlik hep en başta gelenler arasında yer almıştır. Peki bu mesleği diğerlerinden ayıran ve kutsal kılan güven ve fedakarlıktır. Öğretmen olmak güvenilir olmayı gerektirir. Çocukluğunuzun daha en başında, anne ve babanızdan başkasına güvenmediğiniz o anlarda sizin emanet edildiğiniz kişidir öğretmen. Öğretmen olmak fedakar olmayı gerektirir. Aldığınız maaşın, devlet imkanlarının ya da meslek şartlarının hiçbiri, karşılığı değildir verilen emeklerin. İnsan yetiştirmenin maddi bir karşılıkla ölçülmesi ya da kıyaslanması yetersiz kaldığı için, onu kutsal kılan da budur. Öğretmen; ülkemizin en ücra köşelerinde bile görevini onurlu bir şekilde sürdürmeye çalışan, en zor şartlarda okuluna giden, öğrencilerine hep daha fazlasını sunabilmek için uğraşan eli öpülesi, önünde saygıyla eğilİnecek, ve gelecekte ülkemizi belirsizliklere bırakmamak için çocuklarımızı en iyi şekilde eğiten fedakar insandır. Hepimizin malumu teknoloji çağındayız ve baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Z kuşağı ile iletişim kurmak ve eğitiminde iz bırakmak için tabiri caizse yeni nesil öğretmeni olmak gerekir. Peki nasıl olmalı; öncelikle lider, yenilikçi, organizasyon becerisi ve hayal gücü kuvvetli, sürekli öğrenmeye devam eden, iletişimi güçlü, takım çalışmasına yatkın, özgüvenli, karşısındakine güvenen, online mecralarda kendini güzel ifade eden, işine kendini adayan…


Hayatın Anlamı “Kitap”

Değerli okuyucularımıza çok anlamlı bir o kadar değerli bir projeden bahsetmek istiyorum. “Hayatın anlamı KİTAP” projesi… Çeşme Kaymakamlığı’nın himayesinde 7 Mart 2023 tarihinden beri yürütülen proje her geçen zaman sessizce dalga dalga büyüyor. Nedir bu proje gelin biraz ondan bahsedelim. Proje öğrencilerin okuma alışkanlığı kazanmaları ve okuma kültürü edinmelerini hedefliyor. Çeşme Kaymakamı Sayın Mehmet Maraşlı projenin startını verdiği konuşmasında, “Ülkemizin muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkması için okuyan, araştıran, fikri olan nesillere ihtiyacımız var. Bu amaçla gençlerimizin okuma alışkanlığı kazanması ve iyi birer okur olması gerekiyor. Projemizle Çeşmeli öğrencilerimiz ve halkımıza okuma alışkanlığı kazanımını arttıracağız” sözleriyle projeyi özetliyor. Şimdi bu proje kapsamında neler yapılıyor biraz da bundan bahsedelim. Projenin hedef kitlesi; ilçede örgün yaygın eğitim gören ilkokul, ortaokul, lise öğrencileri ve kamu personellerini kapsıyor. Bu projede her gün 20 dakika öğrencilerimiz öğretmenleri ile birlikte kitap okuyor. Düşünebiliyor musunuz? Aynı anda tüm Çeşme’deki eğitim kurumlarının öğretmenlerin kitap sessizliğine bürünmesi… Ne müthiş bir duygu. Kiminin şiir, kiminin hikaye, kiminin masal, kiminin roman vs. okuduğu dijital sarmaldan soyutlandığı 20 dakika…


Okullar açıldı… Nedir yeni yüzyıl Maarif Modeli?

Görsel ve yazılı basından da duyulan bu model ile ilgili dilerseniz İLKSES okuyucularına soru cevap olarak bu sistem ile ilgili bilgiler sunalım. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli 2024-2025 eğitim öğretim yılında okul öncesi, ilkokul 1, ortaokul 5, orta öğretim hazırlık ve 9’uncu sınıf düzeyinde uygulanacak. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli doğrultusunda çocuklara sunulacak ders kitapları ve e-içerikler, öğrencilerin çok yönlü gelişimi için birbirinin tamamlayıcısı olarak hazırlandı. Bu nedenle, ders kitapları ve ders kitaplarında yer alan e-içeriklerin tamamı kullanılacak. Yeni Yüzyıl Maarif Modeli genel olarak öğrenciyi zihinsel, sosyal, duygusal, duyuşsal, fiziksel ve ahlaki açıdan bir bütün olarak gören “bütüncül eğitim yaklaşımı” odağa alan bir sistemi benimsiyor denilebilir. Tanım olarak Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; öğrencilerin inanç, kimlik ya da sosyo- ekonomik durumları nedeniyle dezavantajlı olmadığı bir öğrenme süreci tasarlar ve bu farklılıkları dikkate alarak olası dezavantajları giderici tedbirlerle herkes için adil bir eğitim sürecini tahkim eder. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; felsefemize dayanan öğretim programlarının temel yaklaşımı, öğrenci profili, Erdem-Değer-Eylem Çerçevesi, beceriler çerçevesi bileşenlerinden oluşan bütüncül bir modeldir. Yeni Maarif Modeli’nde hangi dersler var? Yeni müfredatta yer verilen 5 matematik alan becerisi, matematiksel muhakeme, matematiksel problem çözme, matematiksel temsil, veri ile çalışma ve veriye dayalı karar verme, matematiksel araç ve teknoloji ile çalışma olarak belirlendi. Türkiye yüzyılı Maarif modelinde hangi derslerde değişiklik yapıldı? Millî Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağında, matematik ve algoritma-bilişim ilişkisi matematik öğrenme ve öğretme süreçlerine hizmet edecek şekilde kurgulandı. Türkiye Maarif bileşenleri nelerdir? Modelde saygı, sorumluluk ve adalet çatı değerler olarak yer almaktadır. Maarif modeli Sistem düşüncesi nedir? Bu model; insani özelliklerini koruma ve geliştirmeyi, karakterini olgunlaştırmayı, şahsiyet bütünlüğünü oluşturmayı merkeze alarak insanın kendi yeteneklerini ve potansiyelini gerçekleştirmeyi ve toplum ile insan arasında akılcı ve ahlaki bir uyum oluşturmayı hedefler. Müfredatın temel yaklaşımı olan, “geldiği medeniyetin özelliklerini taşıyan, aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim gençler yetiştirme hedefi” doğrultusunda, ders kitaplarında bilgi, beceri ve değerler birbiri ile örüntülü şekilde yer aldı. Ders kitaplarındaki içerikler, teorik bilgilerin yanı sıra günlük hayatla da köprü kuracak nitelikte hazırlandı. Bilgi, beceri, eğilim ve değerlerin öğrencilere günlük yaşamında karşılaşabileceği durumlara uygun olarak bireysel ve iş birlikli çalışma, eğitsel oyunlar, araştırma ve proje çalışmaları gibi ders içi ve ders dışı etkinlikler ile kazandırılması hedeflendi. Yeni müfredatta belirlenen bilgi okuryazarlığı, dijital okuryazarlık, finansal okuryazarlık, görsel okuryazarlık, kültür okuryazarlığı, vatandaşlık okuryazarlığı, veri okuryazarlığı, sürdürülebilirlik okuryazarlığı, sanat okuryazarlığı olarak sıralanan 9 okuryazarlık türünün, ders kitaplarında da okul öncesinden başlanarak sarmal bir yapı içinde konularla ilişkilendirilerek öğrenciye kazandırılması hedeflendi. Türkçenin doğru ve etkili kullanımına önem verildi. Ders kitaplarında öğrencilerin kelime hazinesini geliştirecek şekilde Türkçe’nin doğru ve etkili kullanımına dikkat edildi. Kitaplarda, basılı içeriklerin yanı sıra karekodlar ile öğrenmeyi destekleyecek çok fazla dijital içeriğe de yer verildi. Karekodlar aracılığıyla öğrenciler animasyonlar, simülasyonlar, dijital tarih, artırılmış gerçeklik ve yapay zeka ile desteklenmiş uygulamalara yönlendiriliyor. Bu sayede öğrencilerin herhangi bir yardımcı kaynağa ihtiyaç duymadan öğrenmeleri hedefleniyor. Okul öncesi çocuklar için etkinlik kitapları hazırlandı. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Okul Öncesi Eğitim Programı doğrultusunda 3, 4 ve 5 yaş grubu için ayrı ayrı çocuk etkinlik kitabı “çekirdek” hazırlandı.


LGS tercihi yaparken dikkat!

LGS Sınavı sonuçları açıklandı. Velilerde ve öğrencilerde tatlı bir telaş başladı. Önemli yer tutuyor tercihler. 4 yılını geçireceği, ergenliğinin ve farklı arkadaş ortamlarının olduğu bir yer olması ve hayatının yönlenmesinde geçireceği zaman dilimi olarak önemli bir dönem. MEB tarafından 2 Haziran’da düzenlen Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamındaki merkezi sınavın sonuçlarına göre 352 aday tüm sorulara doğru cevap verdi. 1 milyon 38 bin 544 ortaokul 8’nci sınıf öğrencisinin başvurduğu sınava 992 bin 906 aday katıldı. Sınava katılım oranı yüzde 95,61 oldu. 352 aday tüm sorulara doğru cevap vererek, şampiyon oldu. Bu yıl Türkiye genelinde 2 bin 525 liseye merkezi sınav puanına göre öğrenci yerleştirilecek. Bu okulların kontenjanı da 203 bin 638 öğrenci olarak belirlendi. Öğrencilerin yüzde 85.85’i yerel, 16.15’i ise merkezi yerleştirme sınav puanıyla kayıt yaptıracak.

17 Temmuz’a kadar sürecek yerleştirme sürecinin sonuçları ise 22 Temmuz’da açıklanacak. Şimdi burada tercih yaparken dikkat etmemiz gereken önemli noktalar var. Ülkemizde fen lisesi, sosyal bilimler lisesi, Anadolu lisesi, mesleki ve teknik Anadolu lisesi ve Anadolu imam hatip lisesi olmak üzere beş farklı okul türü bulunmakta. Şimdi kısaca bu okullardan bahsedeyim.

Fen lisesini tercih edecek öğrencilerin sayısal branşlarda yetkin olması ve sayısal bölüm ile lise hayatını tamamlayacağını bilmesi gerekir. Fakat bir öğrenci eşit ağırlıklı,


Karne Tepkisi Nasıl Olmalı?

Karnelerin sevinci heyecanı öğrenci notlarının e-Okul sisteminde önceden görülüyor olmasıyla yitirmiş olsa da yine de heyecanla beklenir… Çocuğumuz karnesi ile geldiğinde tersten şu soruyu soralım. Karne ne değildir? Hayat başarısının, zekasının, ilgi ve yeteneklerinin göstergesi değildir

Karne çocuğun motamot başarı ölçüsü değildir. Notların düşük olduğunu görüp tepkiyle verilen ceza anlık çözüm olabilir. Unutulmamalı ki kötü notların sorumlusu sadece çocuklar değildir. Düşünün. Karnesi elinde çocuğunuz karne günü size koşarken. Çocuğunuzun yerine siz olsaydınız. Kendinizin nasıl karşılanmasını isterdiniz?
Kıyas yapılsın ister miydiniz?
Şefkat ve saygı görmek ister miydiniz?
Hırpalanıp örselendiğinizde içinizdeki acı yıllarca kalır mıydı?
Bu soruları uzatmak mümkün. Fakat şunu akıldan çıkarmamak gerekir. Akademik yetersizliğin telafisi mümkündür. Ancak psikolojik yetersizlik hissi bir ömür zorlar. Bunun yerine karne günü çocukları yıpratmak yerine onları cesaretlendirmek sevgi, merhamet, şefkat ve saygı göstermek çok ama çok önemlidir. Yani demem o ki sevildiği, saygı duyulduğu ve terbiyesinin ahlakının ön planda tutulduğu tepkiler vermek çocuğun kendine güven ve çok sağlam bir kişiliğinin oluşmasında ciddi bir etken olur. Çünkü çocuklar anne baba ve çevresinden aldığı mesajla kendilerini geliştirirler.
Veli karneyi eline aldığında telaşa kapılmamalı. Sen bizim için her zaman değerlisin. Seni seviyoruz… Bu dil çocuğu başarıya iterken,” Sen kötüsün. Başaramazsın!” şeklindeki telkin ve tepkiler başarısızlığa iter.
Olumsuz


LGS Yaklaşıyor… Ne Yapmalı? Ne Yapmamalı?

Öncelikle bu sınav ile ilgili genel bir bilgi vermek yerinde olacaktır. LGS, TEOG sınavının yerine geçmiştir. Liseye Geçiş Sistemi, PISA ve TIMSS soruları esas alınarak beceri temelli mantık muhakeme yeteneğini ölçen bir sınavdır.

Liselere Geçiş Sistemi (LGS), liselere öğrenci yerleştirme işlemlerini kapsayan sistemin genel adıdır. Yerleştirme işlemleri Merkezi, Yerel ve Yetenek Sınavı olarak 3 farklı sistem ile gerçekleşmektedir.

Sınav başvuruları Bakanlık tarafından otomatik yapılsa da sınava girmek zorunlu değildir.

2023’te LGS’ye 1 milyon 246 bin 465 öğrenci başvurmuştu. Ancak sınava 1 milyon 30 bin 195 öğrenci girdi. 2024’te de LGS’ye 1 milyonun üzerinde öğrencinin gireceği ön görülmektedir.

2 Haziran 2024 Pazar günü yurt içi ve yurt dışı tüm sınav merkezlerinde Türkiye saati ile birinci oturum 09.30’da ikinci oturum 11.30’da başlayacaktır. Sözel alanda 50 sorudan oluşan birinci oturum 75 dakika, sayısal alanda 40 sorudan oluşan ikinci oturum 80 dakika olarak uygulanacaktır.

Sınav Sonuçlarının Açıklanması: 28 Haziran 2024 Cuma günü olacaktır. Öğrencilerimiz Sınava giriş bilgilerin de 24 Mayıs 2024’den itibaren E-okul Veli Bilgilendirme Sistemi üzerinden kontrol edebilir. Bilgilerinde herhangi bir hata olduğunu fark edenler, bunu okul müdürlüğüne bildirilmelidir. Sınava gireceğin salon ve sıra numarası gibi bilgilerin yer aldığı sınav giriş belgeni 24 Mayıs 2024’te E-okul üzerinden görüntüleyebilir. Belgede, sınava girilecek salon ve sıra yazılıdır. Sınav


Karne Sevinci

Düşünün… Karnesi elinde çocuğunuz karne günü size koşarken... Çocuğunuzun yerine SİZ olsaydınız... Kendinizin nasıl karşılanmasını isterdiniz?


ÖĞRETMENİM…

Öğretmen, Prof (Fransa), Learer (Flemenkçe), Öpetaja (Estonya), Lehrer (Almanca), Mestre (Katalanca), Profesor (Hırvat), Tanar (Macarca), Kennari (İzlandaca), Muinteoir (İrlanda), Guru (Endonezya), Enseignant (Lüksemburgca),Titsear (İskoçya), Teacher (İngilizce), Onderwyser (Afrika), Müallim (Azerbaycan), İnsegnante (İtalyanca)…


30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100. Yılı

Aylardan Ağustos… Yıllardan 1922… Yurdumuzun düşman düşman işgalinden temizlendiği tarih. Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100. yıl dönümü.


Bugün Karneler Alınıyor

Karne çocuğun başarı ölçüsü olmamalı. Ceza anlık çözüm olabilir. Unutulmamalı ki kötü notların sorumlusu sadece çocuklar değildir. Düşünün. Karnesi elinde çocuğunuz karne günü size koşarken. Çocuğunuzun yerine siz olsaydınız. Kendinizin nasıl karşılanmasını isterdiniz?
Kıyas yapılsın ister miydiniz?
Şefkat ve saygı görmek ister miydiniz?
Örselendiğinizde içinizdeki acı yıllarca kalır mıydı?
Bu soruları uzatmak mümkün. Fakat şunu akıldan çıkarmamak gerekir. Akademik yetersizliğin telafisi mümkündür. Ancak psikolojik yetersizlik hissi bir ömür zorlar. Bunun yerine karne günü çocukları yıpratmak yerine onları cesaretlendirmek sevgi, merhamet, şefkat ve saygı göstermek çok ama çok önemlidir. Yani demem o ki sevildiği, saygı duyulduğu ve terbiyesinin ahlakının ön planda tutulduğu tepkiler vermek çocuğun kendine güven ve çok sağlam bir kişiliğinin oluşmasında ciddi bir etken olur. Çünkü çocuklar anne baba ve çevresinden aldığı mesajla kendilerini geliştirirler.
Veli karneyi eline aldığında telaşa kapılmamalı. Sen bizim için her zaman değerlisin. Seni seviyoruz… Bu dil çocuğu başarıya iterken,” Sen kötüsün. Başaramazsın!” şeklindeki telkin ve tepkiler başarısızlığa iter.
Olumsuz bir karne de baştan da söylediğimiz gibi kardeş veya bir başkasıyla kıyas fevkalade tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Çocuğumuzun ilgi ve yeteneklerinin çok faklı alanlarda olabileceği aklımızdan çıkarılmamalıdır.
Karneden çok önce bu durum sezilmeli, gözlenmeli okul idaresi ve öğretmenle çözüm noktasında fikirler alınmalıdır.
Olumsuz karnenin nedenlerinin, evde ders çalışırken ortamın uygun olmaması, çalışma alışkanlıkları, duygusal sorunlar, sorumluluk duygusunun yeterince yerleşmemiş olması gibi değerlendirmelerin olabileceği ve bu olumsuz nedenler üzerinde yoğunlaşmanın faydasının olacağı unutulmamalıdır.
Bunun yanında iyi karne getiren çocuğa da ödülde aşırıya kaçmamalı. Kendisi ve geleceği için çalışıp başarılı olma bilinci yerleştirilmeye telkin edilmelidir.
O zaman şöyle bitirelim. Karne ne değildir?
Hayat başarısının, zekasının, ilgi ve yeteneklerinin göstergesi değildir.
 


Iı. Multidisipliner Dijital Yaşam Kongresi..Imdlıc-2022

20-22 Mayıs 2022 tarihinde Gazi Üniversitesi ev sahipliğinde Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü ve DİBAMDER (Dijital Bağımlılıkla Mücadele Derneği) işbirliği ile düzenlenen, çağımızın ciddi bir sorunu olan DİJİTALİZM e, “Dijital Yaşam”ın etkilerine dikkat çekmek amacıyla 7 ayrı ülkeden 113 bilim insanının davet edildiği II. Uluslararası Multidisipliner Dijital Yaşam Kongresi Ankara da Gazi Üniversitesi Merkez Kampüsünde yapıldı. Bakanlık düzeyinde ve STK’ları tarafından ilgi görmesi ve bu sorunun çözümü için gayretlerin desteklenmesi oldukça ümit var olmamızı sağladı diyebilirim. Şunu kabul edelim, dijital teknoloji ile aramızda sağlıklı gitmeyen bir ilişki var. Aslında yönetemediğimiz bir ilişki… Dengesi bozulmuş bir ilişki.. Hayatımızı kolaylaştırırken yemekten yatağa kadar girdi. Bizi bağımlı yaptı. Buradan dijital teknolojiyi kullanım istatistikleri, günlük ne kadar sosyal medyada çocuklar, gençler, eşler zaman geçiriyor ile yazıyı boğmak istemiyorum. Çok geç olmadan farkına varalım…


Bir Pişmanlık Hikayesi…

Hatırladığım kadarıyla daha 14 veya 15 yaşındaydım, o ise benden oldukça yaşlıydı. Tanıştık velhasıl… Ben hayatına giren ilk kişi değildim… Kuşkusuz son kişi de ben olmayacaktım. Herkes bu beraberlik için yaşımın çok küçük olduğunu düşünüyordu. Bu ilişkide aslında hiçbir zaman yaşınızın uygunluğu söz konusu olamaz böyle bir ilişkide… İlk önceleri sadece yakın arkadaşlarımla paylaştım küçük sırrımı. Sadece gönül eğlendiriyordum onunla…


Nisan’ın Yirmi Üçü

23 Nisan… Yıllar 1924 ü gösterdiğinde Mustafa Kemal Atatürk bu günün “Bayram” olarak kutlanmasına karar verdi. Çünkü 23 Nisan 1920 de Türk Milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi nin açıldığı ve Türk Halkının egemenliğini ilan ettiği tarih olması nedeniyle önemli bir tarih. Bu nedenledir ki bu gün seçildi. 23 Nisan 1921’de Milli Bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır. 23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Dair Kanun, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ardından tam bir sene sonra, 23 Nisan 1921 senesinde kabul edilmiştir.


Nereye Gidiyoruz?

Konya da öğretmene ödevini sorduğu öğrenciden yumruklu saldırı…


12 Mart… İstiklal Marşı’mızın Kabulü…

Vatan Şairimiz... Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u İstiklal Marşı’mızın kabulünün 101. yılını kutladığımız şu zamanlarda biraz daha tanıyalım isterseniz… Mehmet Akif İstanbul’da dünyaya gelmiş Balkan göçmeni… M. Akif ERSOY vefatının 86. yılında dürüstlüğü, ilkeli ve tutarlı duruşuyla hep anıldı ve anılacak… Kibirden, sunilikten hoşlanmayan M. Akif, vatan mücadelesinde çok önemli görevler almıştı. İhtiyaç içinde olmasına rağmen kendisine teklif edilen paraları da geri çevirmişti. Hayatı boyunca fakirlik çekmiş, çok sade yaşamış, buna rağmen kanaatkâr olmuştur. Dücane Cündioğlu ‘Akif’e Dair’ isimli kitabında Kur’an tercümesi için Mustafa Kemal Atatürk tarafından teklif edilen 10bin lirayı, şairin “Bu fakir adama 4 bin lira bile çok fazla” diyerek nasıl reddettiğini anlatıyor. İdealist şair, ülkenin sıkıntılarının sebebini cehalete bağlar. Bu eksikliği gidermek için nasihatçi heyete katılarak Anadolu’nun yolunu tutar. Bu yolculuğa çıkarken Akif’in cebinde sadece 36 kuruş vardır. İnsan başkasından çok şey öğrenir. Fakat dehanın beşiği yalnızlıktır. Bu yalnızlıkların en fecisi kalabalıklar arasında olanıdır. Bence Cumhuriyet’ten bu yana en yaygın kitap “Safahat”dır. Bu onun milletimizin şairi olduğunu gösterir. Bir sanatkârı halk iki sebepten benimser. ; biri anlaşılır bir lisanla yazması diğeri ise milletinin dertlerini özlemlerini dile getirmesidir. Yani sevilmesi ve etkisi yaşantısıyla doğru orantılıdır. Bir insanın büyük olmasının en önemli özelliği inançlarına sarsılmaz bir şekilde bağlanmasıdır. M. Akif’in fikirlerinde gelişme görmek mümkündür; fakat sapma kesinlikle söz konusu değildir. Zaten bunun için en büyük şiirinin hayatı olduğu söylenmiştir. Kuvvetlilerin tavrına göre hayatını belirlemez, toplumun dalkavukluğunu kesinlikle yapmaz, devirlere göre değişmez, ortama uymaz ortamı kendine uydurmaya çalışır, mücadele eder. Şu dizeler onun ahlakının derecesini göstermez mi?!: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem!” İstiklal Marşımız, yurdumuzun düşman işgaline uğradığı felaket günlerinde hazırlandı. İstiklal Marşımız, dağılmak üzere olan bir milletin, darmadağın edilmiş bir vatanın yeniden doğuşu, şahlanışı ve her dizesini hissederek, gözleri dolarak okuduğu bir bağımsızlık destanıdır. Haksız yere ülkemize saldıran düşmana karşı Anadolu’da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak bir marşın hazırlanması düşüncesi, Milli Eğitim Bakanlığına iletildi. Milli Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi benimseyip bir yarışma düzenledi. Beğenilen güfte için 500 lira ödül verilecekti. Yarışma için 734 şiir gönderildi. Bir kurulca bunlar titizlikle incelenip 6 tanesi ayrıldı. Ama hiçbiri beğenilmedi; marş olacak değerde bulunmadı. O zaman Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif’in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenildi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in yardımını istedi. Hasan Basri Bey bundan sonrasını şöyle anlatıyor: Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman, elime bir kağıt parçası alarak, onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım. -Ne yazıyorsun? -Marş… İstiklal Marşı yazıyorum. -Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? İçinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun? -Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi. -Ya, o halde yazalım. İşte böylece yazılmaya başlanan ve 48 saatte bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığının seçici kuruluna sunuldu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri ordu komutanlarına gönderdi. Onlardan, şiirlerin askerlere okunmasını, beğenilenleri sıralamalarını istedi. Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirdiler: Hepsi de Mehmet Akif’in şiirini birinci sıraya almıştı. Bundan sonraki iş, İstiklal Marşı’nın TBMM’ ne getirip kabul ettirmekti. Marş, ilkin Meclis’in 1 Mart 1921 günü yaptığı ikinci oturumunda ele alındı. Başkan Mustafa Kemal Atatürk ün söz vermesi üzerine Hamdullah Suphi kürsüye gelerek, sık sık alkışlarla kesilen şiiri okudu ve son seçimin Meclis’e ait olduğunu söyledi. O Gün oylama yapılmadı. Şiirle ilgili konuşmalar ve oylama, Meclis’in 12 Mart 1921 günü öğleden sonraki oturumunda yapıldı. Bazı milletvekilleri, bir komisyon kurularak şiirin yeniden incelenmesini, bazıları da hemen görülüp karara bağlanmasını istediler. Uzunca tartışmalardan sonra, şiirin kabulü için verilen 6 önerge benimsendi ve İstiklal Marşı çoğunlukla kabul edildi. İstiklal Marşı’mızın kabul edilmesinin ardından bir kaç gün sonra Meclis Yetkilileri, ödül olarak belirlenen 500 lirayı Mehmet Akif Ersoy’a teslim etmek üzere kendisine başvurmuşlardır. Ancak Milli şairimiz bu para ödülünü almayı reddederek “Ben müsabakaya girmedim ki, ödülü alayım” diye karşılık vermiştir. “Bu para ne benim hakkımdır, ne de bana aittir” diye ilave etmiştir. Meclis yetkilileri ısrar etmiş, bu parayı sizin için getirdik, tekrar götürüp hazineye koyamayız diye tekrarlamışlardır. Bunun üzerine Mehmet Akif Ersoy, bu parayı alarak, bağımsızlık uğruna savaş cephelerinde gazi olan Kahraman Türk askerlerinin tedavisi için bağışlamıştır. Mehmet Akif Ersoy daha sonraki yıllarını, yokluk içinde geçirmiş ve yokluk içinde hayata veda etmiştir Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katıldı. 1924 yılında Ankara’da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul etti. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930 da değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı orkestrası şefi Osman Zeki Üngör’ün 1922 de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe kondu. Marşın armonilenmesini Edgar Manas, bando düzenlemesini İhsan Servet Künçer yaptı. Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın. (Amin)


Milli Mücadele’de Kadınlarımız

“Ey Kahraman Türk Kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.” Mustafa Kemal ATATÜRK


Sakın Okumadan Geçme!

Bu günlerde kaybedenler çoğunlukta görünüyor. Sanıyorum ki bir nedeni de yanımızdakinin acısına duyarsızlaşmamız... Hep eğlenceli bir şeylerin peşinden koşmamız... Ve sadece kendimiz için yaşama


Karne Günü

Düşünün… Karnesi elinde çocuğunuz karne günü size koşarken... Çocuğunuzun yerine SİZ olsaydınız... Kendinizin nasıl karşılanmasını isterdiniz?


Hayat İşte..

Hayat gerçekten çok kısa. Göz açıp kapayana kadar misali. Sen planlar kurarsın Yaradan en hayırlısını oldurur. Neler sığdırıyoruz bu hayata… Sevinçleri, hüzünleri daha neler neleri. Bir telaş içerisinde geçip gidiyor. Öyle ki gözünü açıyorsun doğdu diyorlar, gözünü kapatıyorsun öldü diyorlar, bir göz kırpışa da ömür diyorlar. Yani William Shaksper in de dediği gibi “Hayat gezinen bir gölge. Umarsız bir oyuncu.” Aslında hayat denilen şey güzel şeyleri beklerken geçen zaman. Yani bugün varsın yarın yoksun. O zaman ADAM gibi yaşa ki ardından “iyi bilirdik” diyenin çok olsun. Hani derler ya: Hayat dediğin bir çay, insan ise şeker, karıştırdıkça hayattan tat aldığını sanırsın. Oysa hayatın seni erittiğini çay bitince anlarsın. Doğmak ve ölmek kolay. Zor olan hayatın kendisi değil midir? Aslında iyi bir hayat mutlu anların koleksiyonlarıdır. Her şeye rağmen yaşamak. Hayat dediğin 3 gündür. Dün geldi geçti. Yarın ise bilinmezlikle dolu. O zaman hayat bir gündür o da bugündür. Senin değerini bilmediğin o bir güne kelebeklerin “ömür” dediğini bilmez misin? Hayat bir yandan da mevsimlere benzemez mi? Yüreğinin ayazında üşürsün bazen. Bazen bahar olup açarsın çiçeklerini. Bazen hazan olup yapraklarını dökersin. Tüm bunlara rağmen yine de bir gönül sıcaklığıyla tutunursun hayata… Salıncağa da benzetirler hayatı. Bir ucunda mutluluk ve huzur, diğer ucunda gözyaşı ve hüzün. Bu iki uç arasında salıncak sallanır durur. Yani hayatın tadı bir geliyor bir gidiyor. Dostoyevski der ki “iple intihar da edebilirsin, salıncak da yapabilirsin. İpler senin elinde.”. Aslında hayat ufacık çocuğun salıncağa bindiğinde söylediği söz gibi: SALLA… Ve salıncaktan düşen çocuk, hiç küser mi parka? Bakmasını bilirsek uzunca bir yol hayat. Seninle beraber bu yolda yürüyen insanlar var. Bu insanlar bazen sana yardım etmek için. Yolda rastladıkların var, yanındakilerin kıymetini daha iyi anlayabilmen için. Yoluna taş koyanlar var yürüdüğün yolu zindan etmek için. Bir de seni yarı yolda bırakanlar var. Bazıları kaybedince pes eder, bazıları kaybettiği yerden devam eder. Hayat işte… Yaradan iyilerle karşılatırsın şu fani hayatta…


İnsan İşte...

Bir özlü sözle, bir şiirle, bir hikayeyle çok insanın değiştiğine tanık oldum. Bakın yukarıdaki tespiti haklı çıkaracak enfes bir hikaye paylaşacağım. Kılavuz olacak bir hikaye… Tabiri caizse 10 numara hikaye.


İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy

Yerli, Milli bir şairimiz olan Mehmet Akif Ersoy 85 yıl önce 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Milli Marşımızın Şairi Mehmet Akif ERSOY un hayatına dair kısa bir yolculuk yapalım dilerseniz... Çünkü müthiş bir değerin hazin sonuna asıl vurguyu yapmak istiyorum. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Zaferi’nin haberini Arap topraklarında aldığında öylesine bir heyecan duydu ki, hemen kalemine sarıldı; “Çanakkale Destanı”nı yazdı.


Sarıkamış Destanı

Tam 107 yıl önce 1. Dünya Savaşı’nın Osmanlı tarihi açısından en dramatik sayfalarından biri yaşandı… Sarıkamış Harekatı’nda bahsediyorum. Peki, Sarıkamış ta ne oldu? Tarihler 22 Aralık 1914’ü gösterdiğinde tam anlamıyla bir” Destan” yazıldı. Ama ne destan... Bugün bizler bu şehitlerimizi anarken NECİP bir milletin torunu olmanın gururunu bir kez daha yaşıyoruz.


Çocuklarımıza Ölümü Anlatırken Yaptığımız Yanlışlar

Ölüm hayatımızın bir gerçeğidir... Hemen yanı başımızda olduğu halde hatırlamak istemeyiz. Ürpeririz çoğu zaman. Kaçarız. Görmemek ve duymamak için. Umursamaz görünürüz ama aklımızdadır hep. Nihayetinde her nefis ölümü tadacaktır. Zamanının gizli olması bizi sanırım düşünmemeye itiyor. Fakat ne zaman ki yakınımıza gelir, işte o zaman daha bir başka hissederiz. Bu ölüm kimi zaman annemiz, babamız, büyüklerimiz hatta ve hatta evcil hayvanlarımızın ölümünde bizleri büyük bir acıyla karşılar. Büyükler derinden etkilenirken bu duruma şahitlik eden çocukların durumunu hiç düşündük mü? Onların dünyasını anlayabiliyor muyuz? O minik bedenleri şüphesiz ki çok olumsuz etkileniyor. Çünkü bir bilinmezlik sarmalı sarar o küçücük yavrularımızı. Burada mümkün olduğunca net olmakta fayda var. Duyguları ile duygulanmak önemlidir. Ölümün olduğunu söylemeli. Neyse o. Dolandırmadan. Burada çocuğun yaşı bu konuyu anlatırken önem teşkil etmektedir. Diyelim baba vefat etti. Çocuk babasıyla yaşadıklarını ve yaptıklarını hatırlar ve bu yaşadıklarını artık kimle nasıl yaşayacağı kaygısını düşünür. Yani baba figürünün boşluğunda ne olacak? Bunun yanında ölümü, cenazeyi, gömülme anını özellikle okulöncesi çocuklarına göstermek, ölümü bir yetişkin gibi algılayamadığı için, “Oradan nereye gitti? Üzerine toprak attın nasıl nefes alacak?” gibi bir çok soruyu beraberinde getirdiği için cenaze merasiminin gösterilmemesinde fayda olduğu konusu pedagoglar arasında hakimdir. Nihayetinde soyut bir olay olduğundan algılaması güçtür. “Cennete gitti!” gibi ifadeler bu yaş grubunda pek çok soyut soruya kapı aralayacağı için, bu soyutu algılama becerisi henüz bulunmamaktadır. Yine okul öncesinde taziye evinde ağlayanlar, dua edenler olacaktır. Ziyaret edenler gittikten sonra anne çocuğunu yanına alıp, şefkatle, “Artık baban bedenen yanımızda değil, ama biz ona dua ettiğimizde şüphesiz bu onun hoşuna gidecektir” gibi telkinler olabilir der uzmanlar. Yaş grubu ölümü anlatmada belirttiğimiz gibi önem teşkil etmektedir. Okul öncesinden bahsettik. Somut dönemden soyut dönem geçiş olan 7 yaşlarında ise ölümün ne olduğu anlaşılır. Fakat geri döneceğini umut eder. Çocuklar 12’li yaşlarda ise geri dönmeyeceğini bilir. Küçük yaşlarda sevdiklerinin kaybını en yakını ve en güvendiği somut kavramlarla anlatmalıdır. Ölüm sebebi tam net olarak anlatılmalıdır. Gizleme yoluna gidilmemelidir. Kesinlikle başka birinden duymamalı ve duygularını tam olarak ifade etmesine izin verilmelidir. “Erkeksin, erkekler ağlamaz”, “Kuş oldu uçtu”, “Uzunca bir yolculuğa çıktı”, “Allah onu sevdiklerini yanına alır. Bak O’nu da aldı.” Yine, “Melek oldu”, “O şimdi uykuda. Sonra kalkacak”, “Cennete gitti, orada çok mutlu” gibi tabirler ile kesinlikle verilmemelidir. Ölüm sebep üzerinden anlatılmalıdır. Korkularını büyütecek her söylemden mümkün olduğunca uzak olunmalıdır. Bu şekilde anlatımlar çocukları Allah’a düşman, uyku uyumak istemeyen, kötü olmak isteyen, yolculuğu sevmeyen, ağlamayı acizlik kabul eden, sadist insanlara dönüştürebilir.
Olayları somut olarak algılayan çocuklara ölüm haberi, “Gittiği yerde bizi bekliyor, bir gün buluşacağız” demek de oldukça tehlikeli olabilir. Yani bu anlatımla yakınının yanına hemen gitmeyi isteme düşüncesi hakim olabilir. Dengenin güzel tutulmaması, anlatımların yanlış olması ya hayata küstürüp her şeyi boş verdirebilecek, ya da hayata sımsıkı sarılıp ben merkezli düşündürecektir. Ya ölüm gerçeğinden uzaklaştıracak ya da acının ve üzüntünün içinde bıraktıracaktır. Bizi yaşatan şey de öldüren şey de aynıdır; kalbimizin atması yaşatır ancak atmaması ise öldürür. Yazımın başında da belirttiğim gibi en hassas olan konulardan biri olan ve hayatın dışında bırakılan ölüm, yaşlara uygun, kısa, net ve somut örneklerle anlatılmalıdır.


“Meşgul Olmak” Eğitimde En Güzel Tedavidir

“Bilmek” çok önemli bir kavramdır. Anahtar kelimedir. Kendini bilmek... İnsanın doğumundan ölümüne kadar süregelen bir olaydır. İnsan önce kendini bilmelidir. Eğitimin her döneminde bunun içselleştirmesi amaç olmalıdır. 25 milyona yaklaşan bir öğrenciye sahip bir ülkeyiz. Nüfusumuzun 1/3’i öğrenci desek abartmış olmayız. Öğrenmeye, bilmeye, bilime ilgili muazzam müthiş bir öğrenci kapasitesi. Avrupa’nın birçok ülkesinin nüfusundan fazla. Türkiye’de 207 üniversite var. Dünyanın gelişmiş ülkesi Amerika’nın 325 milyon nüfusu var ve 14 milyon yükseköğretimde öğrenci okumakta ve bunun 1 milyonu Amerika dışında. Hal böyleyken bizim ülkemizde 83 milyon nüfusumuzun, 8 milyonu yükseköğrenim öğrencisi. Gerçekten azımsanmayacak bir rakam. Şimdi konuya yavaş yavaş girelim. Eskiden öğrenim çağındaki bireyler için hayat gün doğumuyla başlar, gün batımıyla biterdi. Oysa şimdi öğrencileri zapt etmek kolay değil. Hayat gece başlıyor sanal alemde. Bu öğrencilerimizi kontrol etmek gerçekten ciddi bir maharet istiyor. Bireyi bebeklikten itibaren iyi, doğru, güzel şeylerle meşgul etmek zorundasınız. İşte eğitim tam da burada başlıyor. İlgi, merak ve yeteneklerine göre keşfetmek gerektiği ortaya çıkıyor. Bireylere meşguliyetler bu bağlamda mutlaka oluşturulmalıdır. Boşluk insana yanlış işler yaptırabilir. Hayat boşluk kabul etmez. Aksi takdirde bu bireyleri hiç de istemeyeceğimiz kesimler bu boşluğu çabucak doldurur. Çocuk bularak keşfederek girişimcilik duygusunu kullanarak başka bir deyişle kendisini insan kılan duyma ve düşünme yetisini kullanarak doğruya ulaşmaktan mutlu olur. Çocuğu görsel dilsel ve işitsel uyaranlarla tanıştırılmalı. 14-24 aylık çocuklara günlük kitap okumak çocukların 36 aylık olduklarında gelişimi ve bilişsel gelişimiyle olumlu yönde ilişkilendirilmiştir. Bilişsel beceri ne demek? Karar verme yetisidir. İnsanların yaşamı verdiği kararlardır. Böyle yetiştirilen çocuğun ilerideki yaşamı kuşkusuz çok güzel olacaktır. Yaşamına kitap katılmalı. Hareket halinde olmalı. Duran her şey çürür. Burada kitap konusuna biraz değinmek istiyorum. Eğitim çalışması için Fransa ya eğitimci grubu olarak gittik. Paris’te inceleme yapacağımız eğitim kurumuna gitmek için metroya geldik. Aralık ayı idi. Hava çok soğuktu. Evsiz olduğu her halinden belli olan saçı sakalı birbirine karışmış, hırpani kıyafetli sırtında battaniye olan orta yaşlı bir adamı kitap okuyor görünce çok etkilenmiştim. Eğer fotoğrafını çekmeyi akıl edebilseydim “Politzer” ödülü alırdım herhalde. Düşünün evi, sıcacık bir yuvası yok, işi yok, parası yok vs. Ama okuyor. Okumak bir kültür olmuş. Okumak, okumak, okumak… Meşguliyetin ciddi bir bölümünü okumak, araştırmak teşkil etmelidir ki, zararlı faaliyetlere vakit kalmasın. Eğitim devasa bir konudur. Bu konuyu halletmeyen hiçbir ülke kalkınmasını, gelişmesini, değişmesini sağlaması mümkün değildir. Bir doktor fakülteyi bitirdikten sonra sürekli değişik sertifikasyonlarla kendisini yeniliyor. Öğretmenler de sürekli yenilik halinde hizmetiçi eğitimler vs ile yenilemelidir. Çünkü bu çağ geride kalmayı affetmemektedir. Öğretmen dersmatik yani derse girip çıkan değildir. Duygusaldır. Duygusuyla duygudaşlık bağı kuran insandır. Öğretmen sanatçı ve sanatkardır. Motive eden unsurdur. İnsan sevgisi en üst düzeyde olmalıdır.