Usul usul geçtim bu dünyadan. Parmaklarımın ucunda yürüdüm. İncitmedim yolları, ama yol aldım sessizce. Bir ben bildim.
Şarkılar söyledim notaları incitmeden. Kimse duymadı. Bazen tebessüm ettirdi nağmeler, bazen hüzne gark oldu. Bir ben bildim neşemi hüznümü, duymadı kimse. Evdeki koltukların yerlerini, masanın örtüsünü değiştirdim bazen. Perdeleri kelebekler iliştirdim, pencerenin önüne rüzgar gülü koydum, dinledim. Rüzgarın bile bir sesi, söyleyecek bir sözü var dedim. İçimde hiçbir şey bir milim kımıldamadı.
Gözlerim suretlere çarpıp geçti. Ilık bir bahar yeli gibi. Hiçbir iz bırakmadan, öyle usulca görülmeye değmez mi? Dokunup geçti. Kimse görmedi gözlerimin buğusunu. Yürürken bacaklarımın serzenişini, değiştirdiğim koltukların gönül evimde bir kıpırtı bile etmediğini, gözlerimdeki ebelenmeyi bekleyen heyecanlı o çocuğun bekleyişini. Kimse görmedi. Bir ben gördüm, bildim.
Öyle usul usul geçtim bu dünyadan. Şefkat oldum zaman zaman. Merhamette sınırları zorladım. Kimsenin cesaret edemeyeceği kadar sevdim. Kedileri, kuşları, ağaçlardan yeşilin her tonunu. Kokmayan çiçeklerin mahzun duruşlarını yüreğimle kucakladım.
Tıpkı, toprağa gizlenmiş bir tohum gibi. Kimse bilmedi içimdeki meyvenin tadını, çiçeğin kokusunu. Bir ben bildim, diyemedim. Bir gün güneş, yağmur, rüzgar görmek istedi o tohumun meyvesini. Usulca gülümsedim. Topraktan süzülüverdi utangaç filizlerim. Etrafıma baktım görülme arzusuyla. Harflerden cümleler kurdum, usulca seslendim. Duyanlar oldu, neşeyle gülümsedim. Ellerim kağıtla, kalemle buluştu. İçimdeki meyvenin tadını, çiçeklerin kokusunu yazdım çekingen parmaklarımla. İçimdeki baharı, Coşkun ırmakları, aşılmayı bekleyen denizleri yazdım. Hele o kuşlar, kanatlanmak için nicedir pusuda bekleyen o afacanlar. Görülmeye değmez mi?
Sessizliğimi ufak fısıltılarla bozarak usul usul geçtim bu dünyadan. Fısıltılarımı duyanlar, duymayanlara söylesin. “Bu dünyada, kimsenin görmediği, nadide bir bahar vardı. Sessizce çiçeklerini açtı. Ben gördüm. Buram buram sevgi kokardı, kokladım” desin.