Parkta oynayan çocukların sesi kuş cıvıltılarına karışıyor. Ah o gülüşler, mutluluğun anavatanı desem kim itiraz edebilir ki. Parka gelirken gördüğüm yüzlerin hiçbirinde böyle gerçek bir gülüşe rastlamadım. Gerçek gülüş, gerçek mutluluk demekti belki de.
Telefonumun not defterine yazdığım yazıma dönünce, aklıma garip düşünceler uğradı bir an. Şimdi benim bu yazdıklarım çok yıllar sonra bir yaralı yüreğe merhem diye sürülebilir mi? Kafalarının içindeki çetin savaşlara sulhu getirebilir mi? Ne bileyim, kırgın bir gönül toprağına sevgi tohumu olup düşebilir mi?
Kim bilir, kurduğum bir cümle birinin hayat yoluna ufak bir ışık olabilir ya da benim hayat hikayem, birinin aradığı ilham kaynağı, söylediğim bir şarkı, yıllar sonra birinin hatırına gelir de, yüzünde ufak bir tebessüm oluşturabilir.
Evet, doğumumdan o son günüme kadar, yeryüzünde gezinen bir hikayeyim ben. Dokunduğum her çiçek, yürüdüğüm her yol, baktığım her çehrede izim olmalı. Ve bu izler, yıllar sonrasına gönderilen nadide mektuplar gibi okunası olmalı.
İzlerim, paylaşabileceğim şeyler kadar olabilir belki de. Fikirlerim, şiirlerim, samimi bir gülüşüm, sohbetim, sevgim. Paylaştığım her şeyim, benden bir miktar izler olarak geleceğe emanetim.
İzler, yıllar sonrasına gönderilmiş naif mektuplar dedim ya, belki yıllar sonra açacak rengârenk çiçeklerin tohumları. İşte tüm bunları tertemiz ellerle bırakmalı, ışıl ışıl bakışlarla, yalansız sözlerle, safiyane bir kalple, dürüst adımlarla. Öyle bırakmalı ki, izimiz kir izi olmasın.
Mektuplar nice yollara ışık, çiçekler buram buram huzur koksun. Hikayemiz unutulmasın...