Bütün dinler inançların yanında bireysel ve toplumsal yaşamı düzenleyici kurallar, emirler ve yasaklar içerir. Bütün dinler gibi İslam dini de toplumsal yaşamı düzenlemek ve şekillendirmek adına ortaya çıktı. Bu ortaya çıkışında da yoksulların ve ezilenlerin yanında oldu, güçlü ve zalim olana karşı bir savaş başlattı. İslamın toplumsal adaleti sağlamak yönünde verdiği en büyük mesajlarından biri Lehül Mülk yani Mülk Allahındır kavramıdır.
Bu kavrama İslami bir perspektifle bakıldığı zaman anlıyoruz ki Kuran-ı Kerim, mülkiyet-din ilişkisi, özel mülkiyetin sınırları ve lüks yaşam olgusu modern çağın en büyük belası olan kapitalizmi eleştirici nitelikte yorumlara sahiptir. Fakat buna rağmen birçok Müslüman ülkede görüyoruz ki üst tabaka zenginlik içinde yaşarken alt tabaka gittikçe fakirleşiyor. Özel mülkiyetin helal olduğunu söyleyip zenginliklerine zenginlik katan kesim, özel mülkiyetin sadece emek karşılığı helal olduğunu görmezden gelip, ihtiyaçtan fazlasının elde tutulmaması gerektiği gerçeğini yok sayıyor.
Şahsi mülkiyetle alakalı, Kuran-ı Kerimde geçen Lehül Mülk yani Mülk Allahındır cümlesi İranlı Sosyolog Ali Şeriati tarafından şu şekilde yorumlanır: İslami dünya görüşünde Allahın temsilcisi halktır. Dolayısıyla, Allaha ait olan gerçek mülkiyet realitede halka aittir. Nitekim Ebü Zerr (bu tanımın en iyi yorumcusu), Muaviye için şöyle yorumlar, Mal Allahındır, nesnel realitede ise, mal insanlarındır, benim, senin, Hasanın, Hüseyinin değildir. Bundan dolayı Allahın mülkiyeti, bireylerin mülkiyetinin reddedilmesi ve toplu mülkiyetin gerçekleştirilmesidir.
Genel mülkiyet ve şahsi mülkiyetin sadece emek ile helal olduğu söylemini ise yine Ali Şeriati şöyle yorumlamıştır: Kişisel iş ile üretilmemiş olan, Allahın yarattığı doğal kaynaklar ve madenlerin genel mülkiyeti vardır. Dolayısıyla, mülkiyet yalnızca iş temelinde gerçekleşir ve yalnızca çalışan insanlar mülkiyete hak kazanırlar. Bu nedenle, esasen, işin hizmete sokulması için sermaye üzerine mülkiyet olmasının bir anlamı yoktur. Mülkiyet bu şekilde, insanın kendi kazandığı üzerindeki hakkı anlamına gelmektedir. Şu halde mülkiyet sahibi işçidir.
İslam ve sosyalizmi tek bir potada eriterek modern kapitalist sisteme eleştirel yaklaşmak da dini yozlaştıranların öncesini, yani Mekke dönemini modelleştirerek yapılmaktadır. Bu konuya örnek olarak da İslam tarihinde Karmatilerin kurduğu mülkiyet düzeni verilebilir.
Adını Kufeli Hamdan Karmat'tan alan, Kermati hareketinin yaydığı fikirler adalet, eşitlik ve kardeşlik temelinde oluşmaktaydı. Bu harekete katılanlar için ilk farzın, İnfak yani paylaşmak olduğu belirtiliyor. Hareketin toplumsal adaleti sağlamak gibi bir hedefi vardı ve bu da zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırmak, köleliğe son vermek, toprak reformu yaparak iktaya yani devlet tarafından zenginlere verilen toprak anlayışına son vermekti. Karmati Hareketi herkesi çalışır ve üretir hale getirerek İslam dünyasında aç ve yoksul bırakmamak istiyordu.
İslam dininin Karmati modelindeki yaşanışı, bu dinin sosyal adalet yönüne vurgu yapmakta ve adil bir dünya düzeninin oluşturabilmesinin mümkün olduğunu bizlere göstermektedir.
Yine Bakara Suresinin 219. ayeti Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin de İslamın, insanların ihtiyaçtan fazlasını elinde bulundurmasına karşı olduğunu ve paylaşmanın önemini vurguluyor.
İslamın en büyük mesajı olan PAYLAŞMAK kavramı görmezden gelindiği sürece, dünya üzerindeki adaletsizlik ortadan kalkmayacaktır. Komşumuz açken tok yatmamamızın gerektiği öğretilen bizler de, İslam dinini maalesef tam anlamıyla yaşayamayacağız.