Birbirimize Bu Kadar Uzak mıyız?
- Oluşturulma Tarihi : 02.12.2025 08:54
- Güncelleme Tarihi : 02.12.2025 08:54
Bir ülke düşünün… Aynı sokakta yürüyen insanlar birbirinin yüzüne bakmaya çekiniyor. Yan yana oturanlar aynı cümleden farklı anlamlar çıkarıyor. Bir selam bile, “Acaba hangi taraftan?” şüphesine takılıyor. Öyle ki bu ülke samimiyeti ile sevecen tavrı ile tanınan bir ülkeydi. Son yılların en konuşulan başlığı belki de bu: Toplumsal kutuplaşma.
Bu topraklar, yüzyıllar boyunca farklılıkları bir arada tutmayı başarmış bir coğrafyaydı. Fakat son dönemlerde “biz” kelimesi giderek daralıyor, “onlar” ise büyüyor. Sosyal medya tartışmalarının ateşine atılan her kıvılcım, gerçek hayatta bir yangına dönüşüyor. Artık kimse karşısındakini anlamaya çalışmıyor; sadece kendi sesini en yükseğe çıkarmaya uğraşıyor.
Oysa kutuplaşma sadece siyasi bir mesele değil; insani bir yorgunluk. Birbirine kızgın ev halkı gibi yaşayan bir toplumun omuzları her geçen gün daha fazla çöküyor. İnsanlar yoruluyor, umudu soluyor, merhamet duygusu zedeleniyor. En tehlikelisi ise şu: Kutuplaşma, gerçeği değil, duyguyu yönetir. Bir noktadan sonra insanlar hakikati değil, kendi taraflarını destekleyen cümleleri duymak ister hâle gelir.
Peki çözüm? Ne radikal sloganlarda ne de sosyal medya kahramanlıklarında. Çözüm, çok daha basit:
Bir insanın hikâyesini duyabilmek.
Öfkeyi susturup niyeti dinleyebilmek.
“Haklı mıyım?” yerine “Doğru olan ne?” diye sorabilmek.
Toplumsal barış öyle büyük projelerle gelmez; bazen bir kahve sohbetinde, bazen bir okul bahçesinde, bazen de iki insanın birbirini gerçekten anlamayı tercih etmesinde başlar. Farklı düşünen insanlar düşman değildir; sadece farklı pencerelerden bakan aynı evin sakinleridir.
Bugün bize düşen, o pencereleri kapatmak değil; aynı masada konuşmayı yeniden hatırlamaktır. Çünkü kutuplaşma bir kader değildir. Yeter ki biz, birbirimizi “taraf” olarak değil, “insan” olarak görelim.