Yaşamdan Kaleme (Bayram)


  • Oluşturulma Tarihi : 10.06.2025 08:39
  • Güncelleme Tarihi : 10.06.2025 08:39

Merhaba değerli İLKSES Gazetesi okuyucuları, hepinizin bayramını içtenlikle kutluyor, sevdiklerinizle birlikte sağlık ve huzur içinde nice bayramlar diliyorum. Bayram öncesinde yoğun bir süreç geçirdik. Katıldığımız kitap fuarları nedeniyle sık sık kalabalık ortamlarda bulundum, toplu taşıma araçlarını kullandım. Yolculuklar sırasında tanık olduğum sohbetlerde en çok dikkatimi çeken şey, eski bayramlara duyulan özlemdi. Herkes geçmişin bayramlarını anıyor, şimdikileri buruk bir tebessümle değerlendiriyordu. Ben de bu hafta, duyduklarımdan ve kendi anılarımdan ilham alarak bir hikâye kaleme aldım. İçinden bir çocuk geçiyor; kırmızı rugan ayakkabılar, bir oyuncak bebek ve unutulmayan bir bayram sabahı...

Hikâye: Bayram

Küçüktüm, hem de çok küçüktüm.
O kadar ki, kötülüğün ne olduğunu bile bilmezdim.
Ailem bana sarılmayı, yardıma ihtiyacı olana el uzatmayı öğretti.
Ama en çok öğrendiğim şey “umut” tu.
Gökyüzüne bakıp, “İçinden ne dilersen, o olur” demişlerdi.
Umudun anlamı, işte o sözle kalbime kazındı.
Bir de şöyle demişlerdi: “Hiçbir şeyden korkma. Sevgin yüreğinde, umudun gökyüzünde. Biz yanında olmasak bile, bu sana güç verir.” En iyi dostum oyuncağım Aliş’ti.
Ona sımsıkı sarılır, birlikte uyurduk. Ona annelik yapar, ailemin bana anlattıklarını ben de ona anlatırdım. Küçük ellerimle onu tutar, gözlerinin beni anladığına inanırdım.
O bir bebekti... Ama küçük yaşımda yaşamak zorunda kaldığım acılara birlikte tanıklık etti.

Çocukluğumun büyük kısmı hastanede geçti. Üç-beş gün evde kalır, sonra yine acılarla hastaneye dönerdik. O yolları ezbere bilirdim artık. Bir yılın yarısını hastanede geçirirdim. O soğuk, beyaz duvarlar zamanla daha az korkutucu gelmeye başlamıştı. Gıcırdayan demir karyolalar, beyaz çarşaflı yataklar, metal dolaplar... Her hastane odasını detaylarıyla tanırdım. Her yeni yatışta aklımda iki soru olurdu: “Bu kez hangi odada kalacağım?” “Acaba bu sefer odada başka çocuk olacak mı?” Ama kendimi hep şöyle teselli ederdim: “Kimse olmasa da Aliş hep yanımda.” Aliş, bir oyuncaktan çok daha fazlasıydı benim için. Yaşadıklarımın ortağıydı. Her serum takıldığında, “Neden önce Aliş’e yapmıyorlar?” diye düşünürdüm. Kolları delik deşik olmuştu iğne izlerinden. Sert plastik bedeni içeri çökerdi ama gözümde hep güçlüydü. O da tıpkı benim gibi acılara dayanıyordu. Aliş’in mavi gözleri bana hep aynı şeyi söylüyor gibiydi: “Seni anlıyorum. Yalnız değilsin.” Altı yaşımda tanıştım onunla.

Ve bir daha hiç yanımdan ayrılmadı. Bayram sabahıydı, asla unutamam. Babam büyük bir sürpriz yaparak hastaneye gelmişti. Görev nedeniyle çoğu zaman başka şehirdeydi. Yanında bir kutu vardı. İçinden bilekten bağlanan kırmızı rugan ayakkabılar çıkardı. Ayağa kalktı ve bana uzattı. İçimde büyük bir sevinç yükseldi… Ama bir anda Aliş’le göz göze geldik. O an sevincim hüzne dönüştü.

Ben ayakkabılarımı giyersem, o ne yapacaktı? Ayakları çıplaktı. Anneme hissettiğim duyguları anlattım. Annem, her zamanki yapıcı yönüyle gülümsedi: “O daha küçük. Ayakkabılar ona büyük gelir. Hem onun güzel çorapları var, üşümez,” dedi. Ben de o saf çocuk inancımla anneme inandım ve içim rahatladı. Anneme, kolumdaki serumu dikkatlice kaldırarak ayakkabılarımı giydirdi. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ama bacaklarıma ve ayaklarıma o kadar çok iğne yapılmıştı ki…Sadece bir-iki adım atabildim. İkinci adımı atamadan yatağa geri düştüm. Annemle babamın göz göze geldiğini gördüm. Babamın yüz ifadesi... gözlerindeki pişmanlık...Yıllar sonra anlayabildim ancak. O an içimdeki mutluluk bir anda silindi. Ağlamaya başladım. Ayakkabılar çıkarıldı, yatağın yanındaki demir sehpaya kondu. Benim için dünyanın en güzel ayakkabılarıydı ama giyemiyordum. O duyguyu tarif etmek zor. Bazı acılar kâğıda sığmaz. Zaman geçti. Hastaneler, tedaviler, ağrılar... Ama o kırmızı rugan ayakkabılar hep aklımda kaldı. Bugün, “Yaşamdan kaleme iz bırakanları aktarma zamanı” dedim kendime. Ne zaman bir mağazada ya da sokakta bir çocuğun ayağında kırmızı ayakkabı görsem, o bayram sabahı gelir aklıma. Ayakkabıları severim. Ama kırmızı bir ayakkabı gördüğümde içimde hem sevinç olur hem derin bir sızı. O gün yürüyemeyen ama yüreği kocaman çocuklara selam veririm içimden. Hastanede geçirdiğim yıllar bana sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu öğretti. Bazen insanlar yaşına göre değil, yaşadıklarına göre büyür. Yürümek, ayakta durmak, sadece bir adım atmak bile büyük bir nimettir. Çocukken bir çikolatayla mutlu olurdum. Ama bugün biliyorum ki asıl mutluluk, sağlıklı olabilmek. O kırmızı rugan ayakkabılar benim için çocukluğumun sembolü oldu.

Acıların içinden çıkan umut gibi... Annem, babam ve Aliş... Yanımda olanlar, beni güçlü kılanlar sayesinde o günleri atlattım. Elbette kaderin ve şansın da payı vardı. Artık biliyorum: Bayram demek, sağlıklı olabilmek demek. Kendi ayaklarımın üstünde durabilmek demek. Ve en çok da umutla bir adım daha atabilmek demek. Hayat ne kadar yıpratıcı ve zorlayıcı olursa olsun, önce sağlıklı olmak, umudun kalbimizden, sevginin yanımızdan ayrılmaması dileğiyle...

 

Yaşamdan Kaleme (Bayram)
Sibel Atapek
Yazarımız Kim ?

Sibel Atapek