Sayfa Yükleniyor...
Sanat ve üretim, birbirine derinden bağlı ve önemli iki kelimedir. İnsan, ancak üretebildiği ölçüde yaşamından keyif alır. Üretmek, yenilenmenin ve dünyaya farklı bir açıdan bakabilmenin bana göre en iyi yoludur. Peki, üretmek nedir? Hangi alanda olursa olsun, üretmek insanın kendi yolculuğu ve sorgusu ile başlar.
Bilinçli bir insan, ürettiği alanda derinlemesine araştırma yaparak, kendini o konuda geliştirebilir. Başarılı bir üretici istediği ilgi duyduğu konuda kanalize olduktan sonra uygun öğrenme yöntemleriyle yol almaya başlar. Bu süreçte kaynakları inceleyerek kendinden bir şeyler ekler. İşte bu noktada, gerçek anlamda üretmenin ve kişisel farkındalığın ortaya çıkması mümkün olur. Bu sürecin sanatla bağlantısını daha iyi anlamak için geçtiğimiz günlerde okuduğum ilginç bir örneği paylaşmak istiyorum. Ünlü bir ressama, “Tablonuza yapılan yorumları anlamıyorum, Eserlerinizi anlamlandıramıyorum. Neden net resimler yapmıyorsunuz?” şeklinde eleştiri yapılmış. Ressam, dikkatle eleştiriyi dinlemiş etrafına bir süre bakınmış. Eleştirilen ortamda tavukların buğday gagaladığını fark etmiş ve yere bir buğday tanesi çizmiş. Buğdayı gerçek zanneden tavuklar, ressamın çizdiği buğdayı gagalamaya başlamış. Eleştiri yapan kişi “İşte, bu kadar net yapabiliyorsunuz, o zaman neden çizimleriniz belirsiz?” diye sormuş eleştirmen. Ressam ise gülümseyerek, “Eserlerimi tavuklar için değil, insanlar için çiziyorum” demiş. Okuduğumda çok hoşuma gitmişti. Çünkü bu örnek, sanatın sadece teknik doğruluğa ve tek düze olmaya dayalı olmadığını, aynı zamanda duygulara hitap etmesi gerektiğini gösterdiğine dair aklımda yer etti.
Başka bir konu ise Cemal Süreyya, Can Yücel, Orhan Veli Kanık gibi şairler, kendilerine özgün bir üslup geliştirerek kalıcı eserler ortaya koymuşlardır. Her biri, derin düşünceleri ve farklı bakış açısı ve anlatım dilleriyle eserlerini kaleme alarak kendine bir yer edinmiştir. Sanat, duygulara hitap ettiğinden daha büyük bir incelik ve ustalık gerektirir. Tıpkı roman, şiir, tiyatro ve resimde olduğu gibi, sanatçılar sadece kendi iç dünyalarına değil, dış dünyaya da açılmalıdır. Diğer üreticilerin eserlerinden ilham almalı, belki bir kelime, bir bakış açısı ya da imge onları derinden etkileyebilir. Ancak sanatçının bencil ve ben-merkeziyetçi düşüncelerden kaçınması gerekir, çünkü keskin bir ego hem sanatta hem de yaşamda zararlıdır.
Bir sanatçı, donanımını geliştirdikçe bakış açısı da genişler. Bu genişleme, ile geliştikçe ortaya çıkan eserlerde kendine has oluşu ile ve daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlar. Bu süreç hem sanatçının kişisel hem de topluma katkı sunma sorumluluğunu oluşturur. Sanat paylaşarak gelişir, birbirimizden ilham alarak ilerleriz. Hem sanatta hem yaşamda en büyük güç, birlikte ilerlemekte ve insanlığa fayda sağlamaktadır.
Merhaba sevgili sanatseverler; bugünlerde hayatın genel anlamdaki akışı ve bizlerin bu rutin döngüde verdiğimiz mücadele ile ilgili bir yazı paylaşmak istiyorum.
Artık televizyon izlemekten çekinir olduk. Hele haber saatlerinde hangi kanala geçsek ardı arkası kesilmez olumsuz olayları izliyoruz.
“Sabahları bir maratonla başlayan hayat özellikle şehirlerde, uykusundan henüz tam uyanamamış insanları gördükçe yaşam şartlarının ne kadar zorlayıcı olduğunu daha iyi anlıyoruz.”
Sanat insan ruhuna iyi gelecek diye düşünürken insanların bazıları toplu taşıma alanlarında ya da sokakta sanatına bile tepki verebiliyor. Belki dayanma kapasitesi belki de sanat düşünemeyecek kadar kendilerini sarsılmış hissedenler olabilir Aslında bunu da saygıyla karşılıyorum. Buraya kadar bir sorun yok ancak; geçenlerde durakta beklerken şahit olduğum bir konuşma gerçekten beni yaraladı bunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaklaşık yetmiş yaşlarında bir insan kendi aralarında şiir ile ilgili konuşma gerçekleştiren gençlere dönüp bırakın bu işleri ilimle bilimle ilgilenin diyerek sohbetlerine dahil olup onları yargıladı. Gerçekten önce şaka zannedip devamında iyi bir şeyler söyleyeceğini umarken hakaret içeren cümleler sıraladı. Ben önce akıl sağlığının yerinde olmadığını düşünüp yaşına hürmeten izlemeye devam ettim. Gençler gerçekten çok düzgün davrandılar. Önce saygısızlık etmeden amca işine bak diyerek geçiştirip onu sohbetleri dışında bırakmaya çalıştılar. Gençler sustukça adam daha fazla sesini yükseltip konuşarak üzerlerine gitme hakkını kendinde görmeye başlayınca dayanamayıp olaya dahil
Merhaba Edebiyat, sanat sever köşesi okuyucuları;
Sanat TDK (Türk Dil Kurumu) tanımında; duygu ve düşünceleri göze ve gönle hitap edecek şekilde söz, yazı, resim, heykel vb. ile ifade etme konusundaki yaratıcılık şeklinde yer almıştır.
Oysa ne kadar çok içeriğe sahiptir. Her sanat dalının kendince ne kadar çok incelikleri vardır.
Ben bugün işte bu dallardan biri olan şiirden söz etmek bununla ilgili bir köşe yazısı oluşturtarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Belki de şiire hayran olduğum için, onda kendime ayrı bir yer buluyorum. Şiir denince, aklıma onunla bütünleşmiş bir kelime daha geliyor; tıpkı gökyüzü ve güneş ya da gökyüzü ve yıldızlar gibi. Şiir ve şairi birleştirmek için bu eşleştirme yerinde olur. Çünkü şiir, ucu bucağı görünmeyen bir gökyüzü gibiyse, yıldız ve güneş de şairi temsil eder: uçsuz bucaksız, derin. Şairi, gökyüzüne anlam katan biri olarak görürüm. Gerçekten, şiir yazabilmek için özel bir duygu ve yetenek gerekir. Alfabedeki harfleri kullanarak, derin anlamlar yükleyip, bir yandan da pek çok söz sanatını bir arada sunarak, okuyucunun yüreğine dokunmak hiç de kolay değildir. Bir de bunu en kısa şekilde dile getirmek, ayrı bir başarıdır.
Şiire her insanın bakış açısı ve değerlendirmesi farklılık gösteriyor. Özellikle hece ölçüsü ile yazanlar serbest şekilde yazılmış şiiri çok sıcak karşılamadıklarına sıkça rastlıyorum. Hatta şiir olarak bile saymıyorum yaklaşımlarını bile gördüm. Ama bu düşüncelerine kesinlikle katılmıyorum Buna karşın Hece ölçüsü aruz ölçüsü ile yazılmış şiirleri severek beğeni ile takip ediyorum aynı zamanda.
Serbest ölçü ile ilgili yargıda bulunanlara genelde verdiğim cevap iiir türleri içinde 6.sırada yer aldığı ve tanımlandığı edebiyatta kabul gördüğü hatta daha derin şekilde anlatmak istersek; 1940’lı yıllardan sonra Türk şiirinde önemli bir dönüm noktası yaşanmış ve Orhan Veli Kanık, bu değişimin öncülerinden biri olmuştur. Orhan Veli, özellikle **”Garip Hareketi”** Türk şiirine farklı bir soluk getirmiştir. 1940’lı yıllarda Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat gibi şairler, geleneksel şiir anlayışına karşı çıkarak serbest ölçü, basit dil ve sade anlatımın yansıra yenilikçi yaklaşımlar benimsemişlerdir. Garip Hareketi, şiirin günlük yaşamla daha yakın bir dilde, halkın anlayacağı şekilde yazılmasını savunmaktadır. Orhan Veli, klasik şiir anlayışını aşk, ölüm gibi büyük temalar ile birlikte sıradan hayatın, gündelik olayların da şiire konu olabileceğini ortaya koymuştur. Orhan Veli’nin bu yenilikçi yaklaşımı, Türk şiirinde modernizmin temellerini böyle atmıştır. Bu dönemde Orhan Veli’nin şiirlerinde sıkça esprili, ironik ve bazen de sıradan görünen vermiştir. Vermiştir. Ayrıca, anlamın ve duygu yoğunluğunun, kullanılan kelimelerle ne kadar sade ifade edilebileceğini göstermiştir Türk şiirinde dil ve biçim açısından önemli bir yenilikçi akım ortaya çıkmış ve kabul görmüştür. Bende bu kadar adı geçtikten sonra bu haftaki yazımı Orhan Veli Kanık şiiri ile bitirmek ve haftaya başka bir konu ile görüşmek üzere. Sanat ve şiirle kalın…
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Merhaba sevgili edebiyat ve sanat severler, bu hafta sizlere sanat ve teknoloji üzerine bir köşe yazısı oluşturmak istedim. Sanat çok şekilde tanımlamış olsa da bence sanat, insanın duygularını hayal gücüyle birleştirerek farklı alanlarda sunulması şeklinde tanımlanması sanırım yanlış olmaz.
Günümüzde kullanılan teknolojinin albenili ve dikkat çekici olduğunu hepimiz farkındayız. Gelişen
medya yayın organları kitle iletişim araçları kullanımı Bir bakıma çok güzel cezbedici ve insanın bakış
açısını geliştirici olmasının yanında olumsuz olarak insanları duygusal yoksunluğa sürüklediğini
düşünenlerdenim. Belki zamanı verimli kullanma bahanesi üreterek belki de düşünmeden yapay zekadan faydalanarak yenilikçi bakış açısı kazanacağız düşüncesi, biz insanların gelişim ve düşünme sistemine doğru kullanılmaz ise duyguları körelmiş hazırcı bireylerden oluşan hazırcı bir toplumu, ortaya çıkarma tehlikesini beraberinde getiriyor. Hayal gücü böylelikle bertaraf edilerek daha sert kuralcı robot gibi ve vicdani yargıları taşımadan yol alma tehlikesini beraberinde getirerek. İleride çok daha büyük zararlara yol açacağını düşünüyorum. Teknolojinin yanlış kullanılışı ile aile yapısının bozulduğunu hepimiz farkındayız. Aynı çatı altına yaşayıp ayrı odalarda zaman geçirenlerin sayısı hiç de az değil. Örneğin sanal oyunlar çocuklara yararlı ancak diğer yandan çocukların el kasları gelişimi için etkinlik yapmak, kalem kullanmak çok büyük önem teşkil eder. Belki kalemle bir yazar belki bir şair belki bir ressam olma keşfine varacağı bir yol ile ilerleyebilir. Bireyeler için örneklendirecek olursak yazışmada çok iyi bir dil kullanırken yüz yüze iletişimde cümle kurmayı zor başaran insanları görmek, mümkün. Benim yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçmiş zamanlarda bir kitap okudum ve çok beğendim. Bir yıl kadar sonra eserin sahibi ile tesadüfen tanıştım Eserini çok beğendiğimi söyledim ve bir süre sessiz kaldı, ardından cümle kurarken zorlandığını fark ettim. Sanki o kalemden çıkan yazdıklarının yapay zekâ ile yazıldığı kanaatine varacaktım. Sormaya çekindim Sanırım elimde olmadan yüzüme yansıyan mimiklerimden yazar anlamış olacak ki hafif tebessüm ederek ve utangaç bir ses tonu ile, zamanın çok kısıtlı olduğunu asli mesleğinde bilgisayar başında olduğunu anlattı. Sadece kitap yazma işi nedeniyle insanlardan soyut şekilde yaşadığından insanlarla konuşmadığından bahsetti. Ama kendinde eksik olan sosyal iletişim becerisinin eksik kaldığını farkına vardığı için insanlarla iletişim kurmaya yeni yeni başladığından bahsetti. Hatta sosyal olarak iletişim kurdukça daha da güzel yazmaya başladığını sözlerine ekledi. Ne mutlu ki kendini farkına varıp eksik yönünü geliştirebilme çabasına girmeyi başarmıştı. Kalemi kadar kimliğine de saygı duydum anlattıklarından her geçen gün teknolojinin iletişimi baltaladığına çok kez şahit oluyoruz. Örneğin kahve içmek için buluşan ama birbirinin yüzüne bakmadan sadece aynı masayı paylaşan buluşmaları gerçekten teknolojinin biz insanların bazı yönlerimizi tükettiğini ya da körelttiğini gözler önüne açıkça sermekte. Yukarıda bahsettiğim konuların sanatla ne ilgisi var diyebilirsiniz ama sanat görüp düşünerek yaşananları irdeleyerek ortaya koyulan duyguları barındıran bir içeriğe sahiptir. Her gün yukarıda konusu geçen çok basit örnekler önemli çünkü sanat çemberini daraltmak için bir sebeptir. Bu yüzden üretebilmek için gözlemlemek çok önemlidir. Bakıp göremeden iletişim olmadan sanırım sanattan söz etmek biraz anlamsız olur. Teknolojinin doğru ve bilinçli kullanımıyla hem sanatın hem de insan ilişkilerinin daha sağlıklı ve verimli olabileceğine beraberinde paylaşımların samimi olacağına inanıyorum. Sadece bu yönüyle değil sağlık olarak ta biz insanları hareketsiz ve tek düze yaşama farkında olmadan sürükleyerek, sağlığımızı bozarak. Ruh sağlığımıza da zarar verir buda ayrı bir yönden, icra edilen sanata olumsuz yansıma olarak karşımıza çıkar. Alanımız ne olursa olsun sanat icra edenlerin toplumda her yönüyle örnek üretken ve farkındalık yaratması onların eserleri ya da icra ettikleri sanat kadar önemlidir. Bol iletişimle ve doğru kullanılan teknoloji ile sanat üretebilen sanatçılar yetişmesi ümidiyle…
Merhaba bu hafta sanatın incelikleri ve sanatçının sahip olması gereken özellikleri sizlerle paylaşacağım.
Sanat hayata açılan çok geniş bir penceredir ya da başka bir ifade ile farklı alanlarda verilen eserlerle duygularımızı yansıtan aynaya benzetmek sanırım yanlış olmaz.
Bir tiyatro sahnesinde binlerce konu ve yaşanmışlık gözler önüne serilirken, bir müzik ezgisinde kendimizi ağlarken bulabilmek mümkündür. Sanatın duygular aracılığı ile bize hissettirdiği her şey bizim hem bizimle hem aynı alanda ilgisi olan insanların buluşması için bir köprü oluşturur.
Hatta sanat günlük hayattaki yaşanan stresten uzaklaşarak kendimizi özel hissetmemize giden bir yoldur.
Şimdi sizlere bazı sanat eserlerinden ve sanata dair iz bırakan sanatçılardan söz etmek istiyorum. Onlar net keskin ve eserlerinde ortak olarak duygularımıza hitap edebilmeyi doğru kanaldan ilerleyerek ve kendilerine özgü ifadeleri ile fark yaratarak takip edenlerde derin izler bırakmayı başarmaktadırlar. Bunu açarak örnekler verecek olursak; Türk klasik müziği camiası, Sanat, alanında Türk müziğinin önemli bir parçasıdır. Türkiye’deki klasik müzik alanında yetişen birçok başarılı sanatçı bulunmaktadır. Türk beşleri olarak bilinmekte olan Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım Akses gibi isimler, Türk klasik müzik sanatçıları arasında öne çıkan önemli isimlerdir. Sözünü ettiğim beş besteci, Türk klasik müziğinin gelişimine batı müziği ile Türk müziğini harmanlayarak önemli katkılar sağlamış bu katkıları genç müzisyenlere ilham vermiş ve örnek olmuştur.
Resim alanında Osman Hamdi Bey İbrahim Çallı Bedri Rahmi Eyüboğlu Fikret Mualla gibi birçok ressam eserlerinde kültürümüzü toplumsal bakış açısı ile ele almış, yöresel giyimleri vurgulayarak eserlerinde farkındalık yaratmış bu noktada farklı çalışmalarla çok sayıda beğeni toplamıştır.,
Bu yüzden bir sanatçı herhangi bir sanatı icra ederken kendi ruhu ve farkını ortaya koyması ve bunun beğenilmesi ve onaylanması süreci, uzun zaman ve sabrın yanı sıra çok iyi araştırmacı olup alanında doğru ilerlemesi ve en önemlisi yeteneği ile ilgili demek sanırım yanlış olmaz.
Sanat özel olduğu gibi sanatçı ruhu taşıyan insanlarda özel bir yere sahiptir. Hangi alanda olursa olsun
Başta yaptıkları işin bilincinde olarak liyakat sahibi olmaları ve sürekli gelişme yolunda araştırmalar yapmalı ve en önemlisi işlerini sevmeleri gerekir
Sanattan söz eden sanat icra eden insan asla kaba bir davranış biçimine sahip olma hakkına sahip değildir. Nezaket bir sanatçı için kelime anlamından çıkarak sanatçı ile bütünleşmiş bir davranışa dönüşmüş hali olmadır diye düşünüyorum.
Bu haftaki köşe yazımı sanat ile ilgili söylenmiş güzel bir söz ile noktalamak istiyorum. Haftaya başka bir konu ile buluşmak umuduyla….
İLKSES Gazetesi’nin bu bölümünde sizlerle edebiyat ve sanatla ilgili konulara değinerek buluşmaya geldim. Pazartesi günleri lütfen bu köşeye göz atmadan geçmeyin olur mu? Edebiyat her ne kadar kelime anlamı olarak Arapça’da edep kelimesi ve Türk Dil Kurumu’nda; düşüncelerimizin, duygularımızın ve olayların hayallerimizin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak şekillendirmesi sanatı ifadesi şeklinde kayıtlara girmiş olsa da edebiyat bana göre yaşanmış, yaşanmakta olan ve yaşanması düşlenen içsel yolculuğun ifade biçimi gibidir. Bu yüzden çok geniş içeriğe sahiptir.
İnsanları diğer canlılardan ayıran en büyük özellik düşündüklerini yöneterek geliştirerek öğrenme yetisiyle birleştirerek ilerleme yeteneğine sahip olmasıdır. Bu nedenle söylediklerini kaleme alıp kendine özgü şekilde ifade ile aktaran ve okuyanlarda iz bırakan her kelime cümle edebi bir eser olma özelliğine sahip demek bu yüzden sanırım yanlış olmaz. Örneğin bir şiir okuduğumuzda belki bir imgede takılıp kalırız ya da o eserin bir cümlesi bize binlerce duyguyu hissettirir. Hatta daha ileri duygulara neden olup dalıp gitmemize ve ağlamamıza bile neden olabilir ki zaten yazarın amacı tam olarak anlattığından karşısındakinin etkilenerek kendinden bir şeyler bulabilmesi değil midir? Romana gelecek olursak bizi alıp bir yaşanmışlığa götürürken hayal gücümüzde sınırsızlığı ortaya çıkartarak bambaşka dünyalara sürüklemesi ile etkilemez mi? Şimdi buradan sanata gelecek olursak bir tabloya bakıp incelediğimizde gerek renk gerek içeriği farklı düşünce ve duygulara taşırken farklı hisseder ve hayal bile kurabiliriz. Ya da bir şarkı dinlediğimizde bazen bazı eserlerde gözlerimiz dolup ağlarken bazılarında bir tebessüm ifadesi düşmez mi çehremize? Gerek edebiyat gerek sanat içsel yolculuğa çıkarak bugün sıradanlaşmış ve tek düze hayata farklı bir açıdan bakmak ve bu sıradanlığı ortadan kaldırarak ruhumuzu dinlendirmek ve düşünmek için güzel bir fırsattır. Sanat ve edebiyat kalbimizin ritmini değiştirerek bizleri özgürleştirir. Bu nedenle mutlaka bir şiir bir romanlık esler vererek ya da bir tiyatroya gidip sergi gezerek kendimize zaman ayırmalıyız. Duygularımıza izin vererek onların farklı ifade biçimleri ile tanıştırabilmek umuduyla… Bugün köşe yazıma dünyada iz bırakan lider, başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in bir sözüyle bitirmek istiyorum. “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”