Karanlık bir gecenin ardından aydınlık bir günün sabahına uyandık.
O karanlık gecenin bize yaşattıklarından geriye kalanları hatırlayacağız şimdi.
İdam sehpasına çıktığımız tarih: 10 Ağustos 1920.
Osmanlı devleti en sancılı dönemini yaşıyordu. Adeta ameliyat masasına yatmış bütün organları yere serilmiş küçük bir çocuk vardı yeniden toparlanmayı bekleyen. Ama işlevini kaybetmiş bir organ tekrar çalışabilir miydi aynı bedende? Sanmıyorum. Bunun için yeni nakle ihtiyaç vardı. Kurtarıcı nakil, Atatürk’ün önderliğinde halkla birlikte atılan bağımsızlık adımı olacaktı.
Peki, bizi maddeyle buluşturan, görünür yapan bedenimizin hangi organlarını kesip almak istiyorlardı elimizden?
Adeta yıllardır beklenen andı düşmanlarımız tarafından. Sanki geçen bu zamanda hiç yemek yememiş şimdi ise daha çok yemek uğruna birbiri ile kavgaya tutuşan, aynı organı yemek isteyen, serveti paylaşamayan bir zümre vardı. Osmanlı için iblisin çocukları, pardon itilaf devletleri.
-Komşumuz, baş tacımız Sevgili Yunanistan;
Bu tartışma sonucu varılan kararla
- İçinde Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii’nin bulunduğu, 92 yıl Osmanlı’ya başkentlik yapmış şehrimiz Edirne’ye;
- Üretim gücünü jeopolitik konumuyla taçlandıran, tarım bakımından elverişli, tarihi yerleri ile göz dolduran Kırklareli’ye;
- Doğal güzelliği ile doğa güzelliği ile ün salmış oksijenin en temiz halini insana, canlı yaşam formlarına sunan, ismi söylendiğinde aklımıza ilk olarak höşmerim gelen Balıkesir’e;
- Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu yer olarak bildiğimiz, tarihin birçok sahnesine şahitlik eden, Uludağ’ı ile Ulucami’si ile ve tabi ki İskender kebabı ile ünlü ilimiz Bursa’ya;
- Ve doğduğum, ruhumu büyüttüğüm şehir, sokakları deniz kokan, her şeyden önce hoşgörülü insanlarıyla ünlü, sonra antik kentleri ile bir çok medeniyetin parçalarını kalbinde sakladığı için ünlü güzel şehrimiz İzmir’imizi kendi topraklarına dahil edecekti.
- Kısaca Doğu Trakya, Batı Anadolu, Ege Adaları (hala günümüzün sorunu), İzmir ve çevresi Yunanistan’a verilmişti. Diğer devletlerin aldığı topraklarımıza da değinirsek eğer;
-İngiltere; Hakkari çevresi, Musul, Kerkük, Irak, Filistin’i alacaktı. Dikkat ederseniz petrol bölgeleri. Sevr’i kabul ettirmek için de bu süreç öncesinde Bandırma ve Mudanya ilçelerini işgal etmişti zaten biliyoruz. (Tıpkı komşumuz Yunanistan’ın Balıkesir, Bursa, Edirne’yi bu süreçte işgal ettiği gibi.) -İtalya’ya; Antalya, Muğla, Konya çevresi ve hala günümüzün sorunu “12 ada” verilmişti. -Fransa’ya; Çukurova, Urfa, Maraş, Antep, Malatya, Sivas, Suriye, Mardin, Cizre kent merkezi verilmiştir. Bununla da kalmadılar topraklarımızda Ermenistan ve Kürdistan devleti adında iki yeni devlet kurmaya karar verdiler. (Günümüzde Sevr’in naraları atılıyor anlayacağınız üzere.) Osmanlı toprakları sadece İstanbul ve Anadolu’nun küçük bir kısmında ibaret kalmıştı. Padişah da yok olmaktansa varlığımızı sürdürelim düşüncesindeydi. Ama buna rağmen itilaf devletlerinin şartlarına uymadığımız(!) takdirde kalan topraklarımız (özellikle İstanbul) da işgale açıktı. Çanakkale ve İstanbul boğazları silahtan arındırılacak. Savaş-barış zamanı gelen geçecek giden geçecekti, bütün devletlere açık olacaktı. Boğazlarda deniz trafiğini on ülkeden oluşan bir komisyon yönetecekti, komisyonun içinde söz sahibi Türk yok (Günümüzde adalarımızı çaktırmadan alarak yapmaya çalıştıkları bu). Biz sadece danışman unvanı ile anılacaktık bu komisyonda. Yani otur çocuğum diyeceklerdi oturacaktık, kalk çocuğum diyeceklerdi kalkacaktık. Gelene geçene kapitülasyon verecektik. Azınlıklar vergiden, askerlikten muaf olacaktı. Kısaca diri diri ateşe vermişlerdi içimizdeki bağımsızlık ruhunu. Ve sanki bu ateşi söndürüyormuş edasıyla üstümüze ölü toprağı serpiştiriyorlardı. Askerlerimize 50 bin 700’ü geçmeyecek şekilde sınırlama getirmişlerdi. Her şeyi bırakın mali durumumuzu, bütçemizi bile onlar yönetecekti. Yaşama hakkımız elimizden alınmıştı. Bir de komik tarafı bu antlaşmaya barış antlaşması ismi takmışlardı. Barış adı altında yapıyorlar ya zaten ne yapıyorlarsa günümüzün Sevr kırıntıları. Misakı milli düşüncesine tamamen zıt bir durumdu bu yaşananlar. Kabul edilemezdi. Tek çare vardı ya hür ölmek ya da tam bağımsız yaşamak. Atatürk ve silah arkadaşları da bu ruhla canlarını ortaya koydular. Ee Türk ruhu bu, kolay mıydı ruhumuz uyanmışken onu yok etmek? İzleyici olduğumuz tiyatronun sahnesine çıktık. Türk Kurtuluş Savaşı’ndan galip ayrıldık. M. Kemal, Sevr antlaşmasını yok hükmünde saydı; “Siyasi, adli ve mali bağımsızlığımızı yok etmeye ve sonuç olarak yaşama hakkımızı inkara ve yok etmeye yönelik olan bu Sevr Anlaşması bizce mevcut değildir” dedi ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı. TBMM, Türk Milleti ile ilgili kararları sadece bir Türk’ün yani TBMM’nin verebileceğini belirten beyanname yayınladı. Ardından Sevr’i imzalayanları vatan haini ilan etti. Ve günümüzdeyiz. Adalar sorunu.. Hala bu sıkıntılar var. Ve giderek artıyor. Sevr’i reddettik ve bu sorunu çözdük sanıyorduk ama Komşumuz canımız ciğerimiz Yunanistan SON 15-16 yılda elimizden 18 ada aldı. Bakın 1920’den bahsetmiyorum son 15 yıldan bahsediyorum. Bu durum Türkiye’nin kıta sahanlığını da hava sahasını da etkiliyor. Çünkü onlar bizim vatan toprağımızdı. Şu an Yunanistan’ın işgali altında olan, Yunanistan’ın toprakları sayılan. Günümüzde, Girit adasının 4’te 3’ü Türkiye’nin olduğu halde Yunanistan’da bir ada olarak geçer.. Bu çok ayrı ve çok uzun bir konu. Ama topraklarımız yavaş yavaş işgal ediliyor ve ne yazık ki bunun farkında değiliz, bilin istedim. Uyanık olursak atalarımız gibi kimseye hakkımızı teslim etmeyiz. Facebook’larında Yunan bayrağı taşıyan sözde Türk vatandaşları var. Onlar Sevr’den bize kalan düşman tohumları. Onlara dikkat edin! Adalarımıza sahip çıkın! Ne kadar adamız varsa, o kadar söz sahibiyiz... Sevgiyle...
Sevr'in Kırıntıları