Sayfa Yükleniyor...
Son dönem Türk sinemasına göz attığımda bende yeri ayrı olan yönetmenlerdendir Çağan Irmak. Öyle ki o olmasaydı Babam ve Oğlum, Karanlıktakiler gibi izlemeye değer daha birçok yapıtı göremiyor olacaktık. Karanlıktakiler demişken bu haftaki köşemizde ona yer verelim istedim. Çünkü Çağan Irmak, Karanlıktakilerle adeta kıyıda kalmış bir konuya değiniyor. Tabi kıyıda kalınca konu ve oyunculuklarda zor olmuyor değil. İşte bu filmi film yapan da oyunculuk. Tabi bu arada görüntü yönetmeninin de (Gökhan Tiryaki) hakkını yememek lazım kendisi de oldukça başarılı bir iş çıkarmış. Film daha başından itibaren karşımıza nasıl bir yapım olarak çıkacağını söylüyor ve bizi yanıltmıyor da. Filmin ilk başlarında Erdem Akakçenin oyunculuğu klasik karakterlerine dönse de filmin ikinci yarısında bu durum biraz kendini toparlıyor. Tabi, Meral Çetinkayanın oyunculuğuna söylenecek söz yok. Filmi tam anlamıyla ayakta tutan kişi kendisi. Bu sebeple oyuncu seçiminde yönetmeni kutlamak lazım.
GÜLSEREN KARAKTERİ VE ÖTESİ
Film boyunca şu şöyle olsaymış bu böyle olsaymış dediğiniz sahne çok. Bazı bölümlerde havada kalan yerler var. Sahnelerden bazıları gereksiz uzatılmış. İnsan sıkılacakmış gibi hissediyor kendini. İşte buralarda oyunculuk devreye giriyor. Filmin ilk anlarından itibaren yavaş yavaş ilerlemesi, ancak nedense bir duyguyla bir şeyler olacakmış hissini vermesi, dakikaların geçmesi ile birlikte bir şey olmaması belki de sıkıyor insanı. Buna rağmen iyice profesyonelleşen görüntüler bu eksikliği göz ardı etmiş gibi. Egemen karakteri ana karakter gibi gözükse de, Gülseren karakteri oyunculukla tüm karakterlerin üzerine çıkmış. Türkiyede tecavüz içerikli çok fazla film çekilmiştir, artık bu konu Türk filmlerinin yakasına yapışmış doğal bir konu olmaktan öteye geçmemiştir. Ancak burada gördüğümüz, tecavüz sonrası kesitler ve akabinde onarılamayan zihin sağlığının getirileri, çok iyi analiz edilmiş ve ekrana başarılı bir şekilde uyarlanmıştır. Her kim olursanız olun Gülseren karakterinin çektiği acıyı ve onun kurduğu dünyayı görebiliyorsunuz.
KİM DAHA ÇOK DELİ?
Yan karakterlere baktığımızda, herkes bu kadar sorunlu mu sorusunu soruyoruz. Ama filmde de gördüğümüz üzere aslında hepimiz dışarıya karşı gülümseyen maskemizi takıyoruz. Oysa filmdeki kadar olmasa da, etrafımızda böyle karakterler mevcut. Ve sessiz sedasız hayattan akıp gidiyorlar. Bazılarımız ise buna tanıklık ediyoruz. Tabi filmde göndermeler de mevcut. Fazla göze sokulmadan akıllıca geçilmiş. Burada sorulan sorulardan biri de kim daha çok deli sorusu? Çocukların bir deli ile uğraşması mı? Hadi onları çocuk deyip geçtik ailelerin de deli ile deli olması mı? Bununla birlikte, deli bir birey ile beraber olanın da akli dengesinin ister istemez pek yerinde olmaması gözden kaçırılmayacak bir durum. Aslında bunu da yükleyen toplum değil midir? Soru işaretleri ve takılacak konular çok filmde.
ACABA NE OLACAK?
Egemen bir reklam ajansında getir götür işi yapmaktadır. İlerleyen yaşına rağmen annesinin rahatsızlığı ve baskısı yüzünden henüz evlenememiş ve kendisini ister istemez dışarıdan soyutlamıştır. Annesi Gülseren için ise tek varlığı oğludur. Onun kendi etrafından bir saniye bile ayrılması fikri Gülserenin sinir krizleri geçirmesine sebeptir. Ancak Egemen artık bu durumdan sıkılmıştır. Kendisine kadınlar içerisinde en iyi davranan patronu Umaya aşıktır. Fakat bunu kendisine bir türlü itiraf edemez. Umay ise çalkantılı bir ilişki ile boğuşmaktadır. İçkili olduğu bir günde Egemen ile dertleşir. Egemen çok sarhoş olduğu için gece onu evine bırakır ve o gece konuşulanlardan yanlış pay çıkartır, Umaya aşkını açar, hatta kaçmayı teklif eder, üstüne üstlük, durumu biraz abartır. Tabi hiç bir şey istediği gibi gitmez. Artık dönecek bir işi de yoktur. Film boyunca ne olacak ne olacak derken bir karmaşa esnasında film sonuçlanıyor. Filmi izlerken kesin bir sonuç belirmiyor aklınızda. O yüzden final de pek şaşırtmıyor açıkçası. Tek korkunuz acaba annesine ne yapacak oluyor. Tabi bu kısmı ve ayrıntıları izlemeyenler için yazmıyorum.
DIŞARISI BİZİ BURAYA TÜKÜRDÜ
Köşeyi bitirmeden önce filmi önerdiğim ve izledikten sonra yorumlarını beğendiğim arkadaşımın da düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü karamsarlıklarla dolu, insanın nedensizce içini ürperten bu filme ve başka insanların tercihleri sonucu hayatı karartılmış Gülserene farkında olmadan umut oluyor şu cümleleri: En çokta son sahne hoşuma gitti diyebilirim. Motorları maviliklere süreceğiz sözünü bana hatırlatmakla birlikte karanlıktan ışığa doğru yol almaları ve baştan sona verilen melankolik yaşantılarının bu sahne sonucu umutla bitmesi izleyiciyi de rahatlatmıştır. En azından beni rahatlattı. Hep bu hayattan nasıl bir çıkış yolu olabilir diye düşündüm. Bu çıkış yolunu sağlayan ise Egemenin hayatı boyunca iyi ve doğruyu yapma içgüdülerinin dışına çıkarak ilk kez yanlış bir şey yapmasıyla ortaya çıktı. (Esrar ve şarabı alması) Özellikle Egemenin bir pazar tatilini anlatan sahnelere bayıldım. Kalabalıklar içinde dışarıda kalması daha doğru ifadeyle dışarıya itilmesi (özellikle kahvehanede oyun oynayanların yanında yancı olduğu sahne) Egemenin yaşayışının hayat karşısındaki çaresizliğini bize sunuyordu. Annesinin Egemeni eve almamasından dolayı iş yerinde yatarken duvarda karanlıklar içine gömülmüş bir kadın portresi dikkat çekiyordu. Bu portre yönetmenin Egemenin yaşadığı ruh halini bize yansıtan ekstra detaylardan biriydi. Son olarak Egemenin yıllardır evinden çıkmayan annesini dışarıya çıkarmaya ikna ederken ki sözünü hatırlatarak mini yazımı sonlandırayım: Dışarısı bizi buraya tükürdü. İyi seyirler...