Balkanlar’da Bir Şair-1 Zeynel Beksaç


  • Oluşturulma Tarihi : 20.08.2016 07:03
  • Güncelleme Tarihi :
Balkanlar’da Bir Şair-1 Zeynel Beksaç yazının resmi

Bir şiiri bir şairi anlatmanın güçlüğünü biliyorum.

Ortak duyarlılıkların olması, aynı renklerle yaşama, insana bakmanın ilmek yakınlığı yeterli değildir. Aynı toprakta boy vermenin, aynı yağmurla ıslanıp aynı iklimde kavrulmanın bile öznel yapıdaki yansıması farklı olur. Güncel yaşamda; aynı sahnede var olmanın değişik rolleri, değişik söylemleri getirirken, aynı sahnenin aynı rollerindeki duyum ve yansı tinsel yapının belirleyici eklentileriyle duyarlılığın bilinçle harmanlanmasında farklı bir ses, farklı bir ton oluşturur.

Birbirine yakın dokulara sahip bütün şairlerin birbirinden farklı söylemlere, şiirlerle yaşama katılmasının; kozasından çıkıp hayata ilmik atmasının veya iz bırakmasının ortak paydasında hep yaşam, doğa ve insan vardır...

Bu bağlamda kendiliğinden ortak tavırların oluşması saydam yapıdaki yansımanın doğallığından kaynaklanmaktadır. Biliyoruz ki, hüzün, acı, sevinç, gözyaşı, kahkaha, açlık, ölüm bütün renkleriyle yeryüzü insanının hiç konuşmadan duyumsayabileceği ortak boyuttur.

Bu ortaklığın sözcüsü, nakkaşı, sesi ve taşıyıcısı hep sanatçılar olmuştur. Ve elbette ki baş hamal (taşıyıcı) şairlerdir. Bu nedenle en çok hüzün, acı, ayrılık, aşk, kavga boynunun borcuymuş gibi ortak bir rüzgara dönüşüp saçlarını dağıtmaktadır duygularının.

Buradan açtığımız bir pencereden, eski Yugoslavya da; Kosova’da yaşayan Türklerin şiiri, şairleri ve genelde sanata gönül vermiş dervişleri bir oranda algılamanın yolu onların yaşadığı nesnel koşullarını bilmekle başlar. Bunu yapabilmenin ekonomik ve tarihsel koşulları olmadığı için, onları uzaktan sevmenin dürüstlüğü ile algılayabildiğimiz oranda sayfayı çevirdiğimizde, çağdaş Türkiye şiirini yakından izleyen, gelişmeleri ve çelişkileri ile üretimlerine taşıyan, ancak bulundukları coğrafik yapının kültürel zenginliğini de sentezleyen güçlü bir ırmak olarak değerlendirebiliriz.

Günümüz Türk şiirinin ulaştığı nokta ekonomik ve kültürel birikimin/ çelişkilerin sonucuna, gelişimine göre kendi yapısı içindeki kargaşa ile somut olarak yaşamın kıyısında kendi imgesel kurgusunun ses ve sözcük gücünde gelişimini sürdürmektedir.
Şiirimiz, somut yaşam karşısında, gelişmekte olan veya yitirilen değerleri algı-yansı anaforu içinde gelgit yaşarken, Balkanlarda yaşayan şairlerimiz, bulundukları noktadan, yüreklerini açtıkları pencereden tarihsel misyonlukları ile ülkemizin de sosyolojik değişimine, tanıklığı sürdürmektedirler... Güçlü bir ırmak kıyısında bulunan bu şairler hem Anadolu’dan hem de yol üstünde durdukları Avrupa’nın kadim şiirinden beslenerek kendi çağın izleklerini şiirin soylu belleğine taşımaktadırlar.

Yahya Kemal’den günümüze kadar Türk şiirinin gelişimini izleyen, yerine göre öykünen, yerine göre yaşanılan renkli coğrafik yelpazenin kazanımlarıyla belki de algılayamadığımız bizden daha farklı hüzün; kültürel anlamda ayakta kalabilmenin telaşı ve onurlu mücadelesi ile birçok ülkenin yazınında yerini almış olan Kosova, Makedonya Türk şiirinin direnci, niteliği ve yaygınlığı övgüye değer inancındayım.

Tito dönemimde; Feodalizmden, sosyalizme geçişin kültürel kazanım ve ideolojik gizli baskının psikolojik yapısı ile dinsel fenomenlerin harmanlandığı bilinçli bir yapıda; sanatsal üretime yansıyan renkliliğin, coşkunun ve kaygının en güzel portresini bizlere taşıyan yürekli insan Necati Zekeriya, Hasan Mercan, Zeynel Beksaç, Suat Engüllü, Avni Engüllü, Nusret Dişo Ülkü, İskender Muzbeg, Altay Suroy, Biba İsmail, Zeynep Hüseyin ve adını sayamadığım nice yazın erine çok şey borçluyuz. Onlar olmasaydı eksik bir şey kalırdı Rumeli türkülerinde, Kosova da, Makedonya’da; Prizren yollarında, Üsküp yağmurunda ve bizim yüreğimizde...

Şimdi hüzünlü bir şarkı söylemek zamanıysa, söyleyelim.

Yukarıda adı geçen bütün dostların sorgulayıcı bakışlarıyla Anadolu’ya bakarken; anıların rüzgârı rahmetli Necati Zekeriya hocanın kurduğu köprü ile tanıştığımız, sarmalandığımız geriye kalan ve sürekli çoğalan, yaralarını hep sese, sözcüğe armağan eden güzel yüreklerin hüznüne ses olamamanın dostça ezikliğine sarılırım.

Hüzün ekmeğimize katıktır zaten.

Hüznün coğrafyası yok. Milliyeti de!

Umudun ve aşkın da dini yok. Ama kavga toprağın rengine göre şairin yüreğinde hep var olmaktadır.

Hep yalnız kaldık, hep yalnız bırakıldık. Belki de biz kendi içimizdeki yalnızlığa yenildik. Yitirdiklerimiz yeryüzü renklerini azalttı. Yeniden umutlandık ve yeniden çocuk gözlerimizle sevdalandık doğan her güne. Küskünlüğümüzü sığınaklarımıza taşıdık...

Olsun, biz yine her cephede insanca yaşam, demokratik haklar, barış, dostluk ve savaşsız bir dünyada, bütün şairler gibi çocuk olma savaşını, veririz.

İşte o onurlu savaşın yılmayan, değişmeyen neferi sevgili Zeynel Beksaç...

Eski Yugoslavya’nın, şimdiki Kosova’nın çağdaş Türk şiirinin çocuk sesi, bilge yorumu, savaşçı direnci, barışçı inadı, dilinin bayraktarı, mistik yapının tinsel yönü ile karanlığa bir ışık, aşkların gizli kahramanı ve deliliğini gizleyen bir şair olarak hep kendi kozasında yeryüzüne ses verdi... Hayatın ilmeklerini sözcüklere döktü. Ağır bir yük ve sıcak iklimlerin kıyısında gözlemlerini, yaşadıklarını, duygularını ve bastırdıkça çoğalan düşüncelerini bir kuyumcu titizliğiyle ilmek ilmek silinmeyecek tabletlerin çocuk ellerinde sonsuza kadar okunacak bir ezgiye, şiire dönüştürdü.

Sevgili Beksaç’ta salt sözcük, salt nefes yoktu. Hayatı kucaklayan ve tarihsel dokunuşların parmak uçlarına bıraktığı tüy kadar hafif, çelik kadar sert, rüzgar kadar uçarı, kelebek kanatlarındaki çırpınış seslerinde kalan yüreğinin kendi rüyalarından çıkan çocuk ellerinin yürekte örgütlenmesiydi. Ses ve eyleme dönüşmesiydi… Belki de bizden sakladığı çocuk yüreğindeki deli divane bir aşığın yaşanılan zulümler karşısındaki kırılma acısıyla çığlığa dönüşen sesiydi…

Zeynel Beksaç, bütün şairler gibi hep çocuktu.

Balkanlar’da Bir Şair-1 Zeynel Beksaç
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan