Yaşının ötesinde yalnızlığını bulutlara serperek sürekli hayatı soluyan bir yazarın dünyasına girmek çok zor. Hele bu yazar sesin hüzün ve çoşturucu sınırları arasında at sürüyorsa ve sürekli okyanusun dalgalarıyla boğuşarak yine sesli kanıyorsa okuyucunun da eleştirmenin de işi zor.
Gerçek başarı, zor olanı başarmak değil mi? Buradan hareketle çok güçlü ama çocuk, çok mutlu ama hüzüne boyanmış, çok açık ama yüreği ilmek ilmek dolanmış ve gözlerindeki renkleri değişen mevsimlere göre yazıya ve müziğin uçarı kanatlarına armağan etmişse, böyle bir yazarla-müzisyenle yola çıkmanın keyfi farklı olur. Yazılarının içindeki derinliği müziğinin çapkın alternanslarına kanatlanarak uçarsınız. Oturduğunuz sandalye sanal bir korkuluk içindeyken yüzünüze çarpan rüzgarın içindeki iniltiyi, içten gelen yakarışların ilahi boyutunu yudumlarsınız... Ne çok hüzün...
Sevgili Erhan Doğan'ın şiirsel, müzik notaları ile sevişen bu öykülerini, sistemin-hayatın bizi saran tek düze algısından kaçmak isteyenler için tarihsel ve coğrafik bir rehber niteliğini taşıyorsa da, onun ötesinde ruhsal derinliğin içimizi ısıtan sularıyla ıslanan çiçeklerin, gölgeler peşinde koşan kokuların ve belki de kendimizden bile sakladığımız korkuların kılıç yaralarıyla önümüze kendi tablomuzu da sermektedir.
Haylaz bir çocuğun, her şeyi kırarak koşuşturması, duvarlara yansıyan slayt görüntülerinde yeni bir hayatın belki de özlediği ve bizim de aradığımız duvarda gölgelerin hesaplaşması endüstriyel kapitalizmden enformasyonel kapitalizme geçiş sürecini ve bunalımlarını yaşayan bütün insanların içinde çoğalan içsel savaşların yalnızlığa büründüğü hayatı-hayatımızı anlatmaktadır. Aşktaki yenilgilerin notalara dönüşen anaforlarını, sözcüklere dönüşen haykırışlarını kendi içsel sokaklarında hapsedip, yeniden umut arayışlarına dönüştürebilen bir yazar.
Toplumcu hiçbir izlek peşinde koşmadan, bireyin bütün açmazlarını tarihsel motif veya karakterlere yüklediğinde aslında anlatmak istediği kendisi değildir. Tanrısal uçarılığın insanda buluşturduğu söyleminde çağın yalnızlaşan kaderini salt bireyin yaralı yüreğinde hapsederek tümele ulaşmayı söylemin estetiksel kaygısını şiirin omuzlarına bir pelerin gibi yazın tarihine sessiz ama anlamlı bir çizgiyi de renklendirip bırakmaktadır.
Öyküleriyle, hayatın içindeki karamsar ama umut ışıltılı ırmağı, hayatın içindeki damarı çatlatarak, yaratıcı potansiyelini monologlarıyla değerlendirmekte ve bizlere de her öykü sonunda gizemli bir sayfa bırakmaktadır.
Sanatçıların, bilindik üretimleri dışında ve formasyonu farklı alanlarda da ürünler verip başarılı olmasını sorgulayan ünlü İngiliz romancısı Angele Carter'in Bir kuş yalnızca bildiği şarkıları mı söyleyebilir? Yoksa yeni bir şarkı öğrenebilir mi sözünü haklı çıkaran, usta bir müzisyen, usta bir yazar sevgili Erhan'ın daha bizi çok şaşırtacağını biliyorum.
Günümüzde özgür yazmanın kıyıları, ısmarlama öykü-roman-dizilerle işgal edilirken, Erhan Doğan'ın bütün bunlara inat kendi içsel sesini bizimle buluşturması, şiirin büyüsel akışı içinde bizi de kuşatıp kendi sesimizin yankısıyla yüzleştirmesini önemsiyorum.
Önemsemek sözcüğü ne kadar yeterli olur bilemiyorum ama, sevgili Erhan'ın çağdaş öykü yapılanmamızın içinde farklı yaklaşımıyla tarihsel ve güncel insan duyarlılığının sentezini veya sorgulamasını yaparken usta bir yazar edasıyla bizi de kendimizi ve hayatın gerçek yanını alt benlik dediğimiz ayrıntılarda gizli olduğunu anlatmaktadır.
Yazarın görevi elbette psikolojik ayrıştırmaları gündeme getirmek değildir, ancak insan yapısının güncelliği ile tarihsel boyutunda belki de ilk genetik şifrenin aktarıldığı homo spainse kadar giden bir sürecin güncel yansısını etki-tepki ve yansı platformunda bilinçaltı akımının bilince yansıyan sözel aktarımların en güzel örneğini vermektedir.
Hiç mi sevmedik... Sevdiklerimize söyleyemediğimiz ama kendi içsel sesimizin yankısında boğulduğumuz içsel hesaplaşmamız olmadı mı! İşte yazar burada anlatmaktan, belki de kendimize itiraf etmekten çekindiğimiz içsel dökümü-hesaplaşmaları verirken kendi dünyasında aşkın, belki de gerçekleşmeyen aşkın burukluğuyla gerçekte var olan ilişkilerin çelişkilerini anlatmakta ve bizi de kendine yarattığı anafora çekmektedir.
Bence bu aşamada sorulması gereken yazarın ne anlattığı değil, hayattan ne istediği ve dolaylı da olsa bizimle paylaşmak istediğinin iç yüzünü yakalamaktır. Yazar bir saklambaç oyunu içinde bizi yeni keşiflere çekerken farkında olmadan kendi içsel hesaplaşmamızın içindeki nevrotik kanalların açılımını da önümüze sermektedir. Bilinç akımının en önemli özelliği de yazarın bu varyasyonlarında ortaya çıkmaktadır.
Birey ne kadar dürüsttür. Toplum ne kadar dürüst. Olaylar ve yaşanılanlar karşısında hayattaki duruşumuzu sorgularken kendi içsel veya dışsal kimliğiyle tuzaklar hazırlayarak bizi de sorgulamakta veya okuyucuyu sınamaktadır.
Anlatılan bazı olaylar karşısında tepkisel ölçümün derinliğini yaşamsal deneylerimizle örtüştürürken aslında yazarın bizi de içselleştirmeye çalıştığı olaylar, çağın veya sanatçının tarihsel olarak tanıklığının bir başka açılımı olarak da önem kazanmaktadır.
Sevgili Erhan'ın bu yapıtını veya genel olarak üretimlerinin temelinde yazın tarihimizde denenmemişi denemekte olduğunu da söyleyebiliriz... Bireyden topluma-estetiğin psiko altyapıdan güncel yansıdaki giriş ve çıkışları hızlı ve ani saptanım veya anlatımlarıyla siber-bireye doğru oluşan süreci ve çelişkilerini de saklamaktadır.
Müzikle bütünleşip tanrıya ulaşma sürecini yaşayan yazar, mevcut koşullardan ne kadar hoşnut olamadığı, notaların akışı içinde rüzgarın çocuksu tepkisi ve denizin ertelenen özlemi olan atlas mavisinde bütünleşen ve tek vuruşlu hayatın orkestrasını önce sıkışan ruhuyla bütünleştirip özgürlüğe açılımı yapan bir isyan tepkisiyle özlemini sevgilisine yönelten hırçın ama havari sadeliğinde susan ve ağlayan bir çocuk.
Bütün şairler, bütün çocuklar gibi, bir gün kendi kanatları üzerinde dolaşırken ayaklarına dolanan bulutun inci tanelerini yağmurdan önce notalara armağan ederek yürür. Dönüp arkasına bile bakmadan çıktığı bu yolculuk asla bitmez. Başlayan oyunun kendi içinde devam ettiğinin sesine, renklerine ve sevgili dokunuşlarına inanmışlığın ezgisini de ekleyerek kitabına kapanır. Yazar mutsuzdur veya çılgın, çünkü hayatında kendi öyküsü yeni başlamaktadır.