2

DÜNYA MÜLTECİLER GÜNÜ


  • Oluşturulma Tarihi : 23.06.2015 06:24
  • Güncelleme Tarihi :

Ben bir mülteciyim…

Sen bir mültecisin…

O bir mülteci…

İki yüzlülük… Maskelerin kanla sahnelendiği resmi geçitlerin en aymazı... Dünyanın ve insanlığın canına okuyan ve global sermayenin yönettiği Birleşmiş Milletlerde; başlattıkları ve zevkle sürdürdükleri savaş sonrasında hayatla ölüm arasında sıkışıp kalan, ölümden kıl payı kurtulan, “savaş arttıkları”, mazlum halkları, sözde kucaklamak, kurtarmak, sahip çıkmak  adına 20 Haziran  gününü “Dünya Mülteciler Günü” olarak ilan etmişler!

Tanrım… Bunları görmüyor musun !

Mülteciler… Ölümün kıyısından karaya vurmuş kardeşlerim… Ruhu sürekli üşüyen kardeşlerim…

Bir yaprağın, dalından koparken havada bir kuşun kanat sesiyle parçalanan bir umudun peşinden koşanlar… Dünyanın bütün mazlum halkları... Yoksul ve kimsesiz bütün insanlar…

Karanlık bir hayatın ufuklarında gördüğü ışığa doğru koşan pervaneler… Işığın  küllerinden  yüreğini ısıtarak çıkan tohumların en son şarkısını unutmamak için kuşaktan kuşağa  el verir gibi  dokunan bir kilimin  renklerinden,   ilmek ilmek hayatı koparanlar..

Mülteciler… Bizler…

Bütün dinlerin  öksüz çocukları… Ekmeğin  yanık  yüzü, yağmurun soğukları…Yangının alevi, aşksızlığın derin yaraları içinde  koşacak sarılacak kimsesi  kalmayanlar…

Savaş artıkları, ölülerin son çığlığını zamana  ve anılara taşıyan  hayaletler… Doğdukları  evlerin, sarıldıkları son kirli ve yırtık giysilerin  ilk rengini masallarına  armağan ederken  susanlar… Yaşayan ölüler… Anneleri yıkık bir duvarın altında kalan kimsesiz çocukların  en küçüğü,en küskünü ve ulaşılmaz  derinliğine saklanan  kuyuların , yosunu kurumuş taşların  kendisi olanlar...

Mülteciler… Bizler… Sizler… Onlar…

Hayatın bütün öksüz çocukları gibi umutsuzca ve yalnızca bakmak zorunda olduğu gibi bakanlar… Haritaların derin çukurlarına armağan ettikleri gözleriyle küf kokusunda fotoğrafı  kalmayanlar…

Bu savaş, kimin savaşı ! 

Tanrım… Bütün insanların tanrısı… Ekmek kadar sıcak ve taze bir peynirin yeşil soğanında kalan parmak izlerini anımsamadan yola bakanlar ölüyorlar… Ölenler… Yol kenarında, dağ başlarında mezarı çok… Mezarı yok… İki taş rüzgar sırtında..

Mülteciler… Babaları  gözlerinin önünde  parçalanan bir mektubun içinde kalanlar…

Anneleri..Öğretmenleri..Dedeleri, dayıları, amcaları, akrabaları ve hayatlarını anlatacak ve anlatırken ağlayan  bakışlarındaki yağmuru  silecek kimsesi kalmayanlar.. Kör bir kervanın uluyan köpekleri eşliğinde dağlara sığınarak ve olmayan umutları arayanlar… Saklambaç oynanan  günlerin masalını  anlatan son dengbejin  örgülü saçlarında kalan kınalı boncukların  sesi  kırıldı… Cam parçalarından düşen ışıltının  ışığı, mavinin mavisi, kanın kanı, suyun suyu umutsuzluğa, uçtular…

Mülteciler…

Hayatın zehirli sularında yırtık yelkenleri ve kırık dümenleriyle kendini rüzgara armağan eden  yaşlı  çocuklar… Kimliği yoktur acılarımızın, rengi yoktur yalnızlığın. Umutsuzluğun kale burçlarından düşerek parçalanan rüyalarında sonsuza kadar sürecek derin  sessizliğin.

Her şey kendi içine sığınmış, kardeşlerim…  Bulut bulutların içinde… Acı acıların… Yol yolların… Umut Umutların, ölüm ölümlerin başucunda..Tutulacak ellerin derin çizgilerinden  yüzyıllık  öfkelerin ve öykülerin son durağında dinlenmeden haykıran bir tarihin utanç sayfalarını çeviren  rüzgarın ufuklarında..

Kara..Kapkara..Umudun  ve ölümün  kol kola sarhoşluğu. Karanlık gecelerin zifiri perdelerinden düşen gecenin bitmeyen çığlığını yolların taşlarında saklayan böceklerin son melodisinde boğulan insanlar…

Dağlar..Yüce dağlar..Umutlarını astıkları soğuk ve uzun  namlulu bulutların içinden sızan  şarkıların son  dizesinde  hep umudu saklayanlar… Umutsuzluktan umut doğuranlar… Mülteciler… Kardeşlerim.. Dünya hızla yaşlanıyor.

İnsanlar hızla yaşlanıyor… Milyonlarca yıldır, zamanı içiyorlar… Doğdukları toprakların  adını değiştiren zamanın cellatları arasında kendi tarihlerinde açılan yaraları birbirlerine sarılarak onarmaya çalışıyorlar…

Rüzgar her mevsimde hüzün yüklü anıların ağırlığıyla uçurtmalarını aynı alanda çevirip  şaşkın bakışlarında oluşan küçük girdaplara gömüyor… Elleri hep derin çizgiler içinde kendi yolculuklarının sonsuz hüznünü  birbirlerinden saklayarak  aynı  kafilelerle  yola çıkıyorlar..

İzmir… Mülteciler…

Bizler… Pagos tepesinde uçurtmanın peşinden bulutlara koşuyoruz. Peşimizde rüzgar… Peşlerinde umutlar… Peşlerinde köpekler ve yaralı bir ekmek kokusunda yalvaran bakışlarıyla çocuklar… Savaş çocukları… Bulutların beyazlığını arkalarında bırakarak toz içinde bir hayatın elçileri rüyalarını boşluğa bırakarak bizimle koşturuyorlar… Büyük çocuklar; Gülcan, Mete, Ezgi, Gönül, Emel ve Hazal ve yaralı kuşların geriye bıraktığı kanat seslerinden düşen umutların beyazlığı… Bizim… Bu topraklar… sevdaya uzanan yol. Renklerin kardeşliği, umutların ekmek kokusu, gök mavisi, doğduğumuz ev, koştuğumuz sokak, sarıldığımız ağaç, meyvesini paylaştığımız hayat..Yarını olmayan  bir  sıcaklığın yüreğinden üşüyerek düşüyoruz hep birlikte Kadife Kale’den barışa… Kardeşliğe… Umuda… Renklere… Kuşlara… Ellerimize…

DÜNYA MÜLTECİLER GÜNÜ
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan