2

FRANSANIN OYUNU


  • Oluşturulma Tarihi : 09.01.2015 07:31
  • Güncelleme Tarihi :

İnsanlık tarihi açısından  Fransa’nın sicili bayağı bozuk. Olumlu, olumsuz etkileriyle uygarlığın gelişimine katkı koyduğu gibi, yeryüzünde uygulanan katliamların da  başrol kahramanlarındandır.

Peki hangisi uygar Fransa… Şampanyayı insanlığa armağan eden, losyon ve parfüm sanayinin gelişmesini sağlayan, 1789 tarihinde çağ atlatan devrimiyle  dünyaya yayılan insan hakları bildirisiyle , insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenlik esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını söyleyen Fransa mı.!.

Carles Dickens, Viktor Hugo, Sarter, Loıs Aragon’u yetiştiren Fransa mı !

Yoksa, kendi  ekonomik, politik çıkarları uğruna  gittiği her ülkede ayrımcılık tohumlarını eken, sömüren, yok eden ve özellikle  kuzey Afrika da  sömürdüğü Cezayir’in bağımsızlık talebini 2 milyon insanı öldürerek, Ruanda da  yüzbinlerce insanı katlederek insanlık tarihine katil ve aşağılık Fransa olarak geçen Fransa mı !.

Daha düne kadar Libya’nın efsane lideri Muammer Kaddafi’nin en yakın dostu olan, birden bire  değişip  vampire, cellada dönüşerek samimiyet ve güven anlamında toplumsal ilişki ve anlaşmalar bağlamında hiçbir etik değeri olmayan Fransa mı !

Burada duralım…

İkinci paylaşım savaşından sonra çalışan nüfusunun çoğunu kaybeden Avrupa ülkelerinin başta Fransa ve Almanya’nın yabancı işçi talebi sonucunda yasal yollarla yerleşen, çalışan, üreten ve orda yerleşip evlenen, ölen yoksul ülke vatandaşlarına olan ihtiyaçları bitti…

Yani, işleri bitti.

Bu nedenle özellikle Kuzey Afrika, Uzak Doğu ve  Ortadoğu’dan gelen  işçilerin-göçmenlerin ve ne hikmetse Müslümanların yerleşerek Avrupa  insan haklarından ve eşit yurttaşlık kavramıyla tanışıp yararlanmaları göze batmaya başladı. Avrupa’nın ağır sanayi devrimini bitirmesi ve teknolojik mikro üretimlerle işçinin yerini robot sanayinin alması, bir zamanlar törenle karşıladıkları  bu mazlum insanları sosyal haklarına rağmen fazla görülmeye ve her yol denenerek ülkelerine geri dönmeleri için  plan ve projeler üretmeye başladılar.

En güçlü silahı buldular… İslamofobi…

Senaryo gereği; her hafta buna bağlı bir olayı gündeme getirip, bir zamanlar saygın işçi, günümüzde göçmen ve fazlalık diye görülen insanların örf, adet, gelenek, renk, dil ve dinleri ile alay etmeye, dışlamaya, hor görmeye başlayan yayınlar, politik söylemler Avrupa da bilinçli olarak ırkçılığın gelişmesini, kökleşmesini sağladılar.

Senaryo çok kolay.. İnsanların giyimine.. İbadet şekline.. Dinine.. Milliyetine.. İsmine.. Beslenmesine.. Alaylı ve yasaklayıcı eylemler, karşılıklı saflaşmaları da beraberinde getirince  hedefe yaklaşılmış oldu. Demokratik taleplerin tartışılması, insan hakları ve sosyal içerikli sivil örgütlerin frenlemesi ile olaylar; biraz dizginlenirken bu kez  senaryonun en vurucu kısmı olan kutsal değerlere saldırı sahneye sürüldü.. Artık, en yüce değerlerinle alay edilmesi, aşağılanmasının yarattığı öfke potansiyeli içten içe küçük kümelerin oluşmasını, iç güdüsüyle birleşmelerini de sağladı ama dinamiti ateşleyenler perde arkasından yeni senaryolarla  sahneye sürekli aktör ve oyun sürdüler..

Renginden, dilinden, yemeğinden, giyiminden  ödün veren mazlum insanlar sıra dinine; kutsal değerlerine gelince  direndi.. Artık kaybedecek fazla bir şeyi yoktu.. Okulunu yaktılar.. Evlerini, işyerlerini yaktılar, ibadet yerlerini yaktılar ve üstelik basın ve düşünce özgürlüğü maskesiyle kutsal sayılan peygamberleriyle alay ettiler.. Düşünce özgürlüğü demek bir başkasının değerlerini aşağılamak demek  değildi.. Birlikte yaşadığın insanları ötekileştirmek ve mazlum halkları küçümsemek demek değildi. Bazı kavramların içi boşaltılarak, faşist söylemlere alt yapı oluşturacağını bilerek, sanatın özgür ifade renklerine sığındılar.

Bütün senaryo, Avrupa da bulunan Müslümanların kendi istekleriyle memleketlerine, ülkelerine dönmelerini sağlamak içindi. Boşalan yerlere kendi vatandaşı, işyerlerine de kendi işsizini yerleştirip yaşanan ekonomik uçurumları dengelemeye çalışmaktı.. Ayrıca Hıristiyan Avrupa da Müslümanlığın gelişmesini ve kök salmasını önlemekti.. Senaryo için, ajan, provokatör bulmak  çok kolay.. Taşeron yüzlerce örgüt bu iş için biçilmiş kaftan..

Arapça olarak “Allahu ekber” diye bağırmak ve siyah elbise bulmak, giymek zor değil.. Maharette gerektirmez.. Bir ilkokul müsamerelerinde bile bunları çok rahat yapabilirsin..

Sonra basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü maskesiyle bugüne kadar yapılan zulümleri, ayrımcılığı, İslam fobi eylemlerini hiç görmeden-göstermeden yine kendin hazırladığın senaryo, kendi provokatörlerinle  yine ayrımcılık için katliamlar yap.. Hem de yerine göre kullandığın ve şimdide öldürttüğün zavallı karikatüristlerini harcayarak o ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı öfke seli oluştur.. Bayatlamış numaralar bunlar..

Zavallı Fransa.. Ne hale düşmüş.. Artık kendi yaptığını bile inandırıcı bulamıyor.. Hiç bir Müslüman, İslam fobinin geliştiği ülkelerde böyle bir katliam yapmaz. Yapanlar da  asla Müslüman değildir. Malum birileri tarafından kullanılan ve Arapça bilen taşeron teröristlerdir.

Ben kendi adıma, bu kanlı eylemi, Fransız derin devletinin ve kilisenin kirli bir oyunu olarak değerlendiriyorum.

Elbette her din, her dil, her ırk için düşünce özgürlüğünü, insan haklarını savunuyorum.. Ve  provokasyon kokan bu olayı, katliamı kim yaparsa yapsın şiddetle kınıyorum. Terörizm, düşüncenin haklılık zeminini kaybettiği an da gelişir. Bu nedenle  yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın barış ve sevgi kardeşliği.. Bunu başarırsak zaten bütün ırkçı faşist iktidarlar yıkılmaya mahkum olur. Ve yıkılacaktır da..

FRANSANIN OYUNU
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan