Sayfa Yükleniyor...
Havada sırılsıklam yağmur toplanıyordu. Uzun soluklu masallardan kaçıp gelen kuşlar, son şarkılarını söylemek için koşturan çocuklara hüzün bakıp kanat verdiler... Zaman durmuş saatlerin içinde usulca kabuğuna çekiliyordu Çocuklar, çocuk olmanın rengindeydi. Ve uzun kuyruklu bir uçurtmanın peşinden uçarak kuşlara doğru koştular... Kanatlarıyla anılarını saklayarak kondukları Kadifekaleden körfeze son kez uçmanın serinliğini, yağmurun ılık damlalarıyla gözlerine silip sustular Gözleri buğulandı çocukların, kuşlar kanat renklerini kızıla boyayıp attılar yolun taşlarına, hayatın sığındığı renklere, rüzgarın kardeşliğine, kurtuluşa Devrime
Kent ölüyordu.
Kuşlar çocukluk anılarındaki açlığın ılıklığını bakışlarında saklayarak uzaklara baktılar Onlar uzun yol sürgünüydü... Onlar kimsesiz çocukların ve sınır boyunca ağlayan annelerin çığlığını taşıyanlardı.Uzun bir kervana katılmak için yola çıktılar..Yol uzundu ve onlara masal anlatacak uçurtmaları da yoktu..Uçtular..Bu kenti terk ettiler..Giderken dönüp baktılar kentin bir ölü gibi uzanan suskun bedenine. Kirliydi sokaklar. Kirliydi insanlar. Kirliydi su ve kirliydi ekmek
Yaralı kanatlar, daracık sokaklardan gökyüzüne bakarak rüyalarını anlatan çocukların çığlığıydı Küçük ellerin sıcaklığı için, kanatlarını indirdiler, mavinin en uç noktasına... Ve bir gün rengarenk uçurtmaları gelir diye beklediler sofralarına..Çocuklar hiç büyümediler..Ve kent kendi gözyaşlarını doğurup boğuluyordu. Karanlığın sesini Eylüle armağan eden zebanilerin tankları geçti kuşların gökyüzünden, çocukların ayak izlerinden. Marşlar paramparça bir bayrağa dağılırken, kuşlar ölülerin umutlarını, kırılmış kanatlarını sakladılar rüzgardan
Önce çocukları öldürdüler dağlarda Sonra barikatlarda marşlar söyleyen çocukların sesini boğdular... Sonra direnen yoksul işçilerin ekmekleri küçüldü Anneler ve babalar, yeni başlayan bütün günlerin kaygısıyla pencereden bakmaya başladılar ıssızlaşan sokaklara. Büyüyen suskunluğa Celladın dört duvarına. Devriyeler gece yarısı sirenlerle geçiyordu korkunun içinden Karanlıktı hayat. Karanlıktı gözleri bütün insanların. Yalnızca kuşlar görüyordu ufukları. Yalnızca ufuklara gidip gelen kuşlara inanılıyordu. Ve onlar geleceğin şarkısını söyleyen kanat çırpınışlarını çocuklara öğretenlerdi Öğrettiler Kuşların söylediği şarkı bu kentin belleğindeki son şarkıydı ve çocuklar mızıka çalarak kuşların peşinden gittiler.
Hayat derin bir ihanetin kıyısıydı. Sokaklar büyümüştü. Kalabalık insanlar mahşeri pazarlıyordu. Fahişeler renkli arabalarla taşındı ülkenin kalbine. Her şey yalan söylüyordu... Herkes yalan söylüyordu. Katiller ve cellatlar, kanlı ellerini fraklarıyla silip şapkalarını gizlemeden sofrasına oturdular yoksulun Yediler ve sattılar son iskeletini vatanın. Çocukları öldürdüler Kuşların kanadını. Annelerin umudunu, babaların rüyalarını, hayatın suyunu..Ekmeğin kokusunu, pekmezin şarabını..Kuşlar,yaralı ruhlarını onarıp baktılar umudun mavisinden.Derinliğin dost sıcaklığından.Ufukların ve doğacak güzel günlerin kanatlarından Umudun rengini çocuklara dağıttılar Şiirlerle Fotoğraflarla Yürüyüşlerle Çocuklara uçurtma, çocuklara umut, çocuklara kanatlarını bıraktılar.
Kuşlar bu kentin yaralı çocuklarıydı Kanayan bu toprakların ırmaklarından doğmuş, kızıl umutlarını bayraklara armağan etmiş bir kitaptan ve masaldan artanlardı aslında Son kuşlar Son çocuklar Ve son marşlarını çalarak bir mızıkanın barikatından geçtiler Yaralıydı hayat, yaralıydı rüzgar, yaralıydı kanatları Gizlediler.
Kuşlar Dostlarım Ne çabuk büyüdü zaman ve ne çabuk kanatlarını beyaz bir kefene bırakıp gittiler. Bu kent ne kadar karanlık... Bu gökyüzü ne kadar bulut Bu rüzgar ne kadar ölü Bu barikatlar,bu sessizlik,bu toprak içindeki solucanlar,bu suskunluğa el sallayanlar ne kadar çok Ne kadar yağmur yağsa yine de yıkanamayacak ey ulu suskunluk..
Artık göç vaktidir. Artık çığlık çığlığa yola çıkacak kuşların son şarkısını söylemek vaktidir. Bayrama gider gibi, salıncaklara uçar gibi, şarabı paylaşır gibi, sevgilinin kara saçlarında bağlanır gibi gitme vaktidir... Çocuklara... Büyümeyen çocuklara... Kuşlara... Dostlara... Yoldaşlara... Barikatlara... Marşlara...
Susuyorum... Benimle bütün renkler sustu.Yağmur bildiği gibi yağabilir artık.Bütün sevgililer istedikleri sokakta kalabilirler Çığlıklar içine düşebilir hayat... Takvimler ilk basamaklarında, fotoğrafın bir rakamında asılabilir hayat.
Hoşça kal demeden gitmesini bilir kuşlar. Kanatlarını kendi kanlarıyla silip onaranlar onlardı zaten. Kendi gözyaşlarıyla parlayan tüylerindeki son öpücüğü de bırakarak hain bir kentin daralan sokaklarına.
Bütün çocuklar, gökyüzünden kaçan beyaz kuşlardır aslında
Kanatlarını kendileri boyayan ve gözlerine hep yol çizenlerdir. Şarkılarını yalnızca onları duyanlara armağan edenlerdir. Hiçbir şey istemeden ve beklemeden aydınlığa uçanlardır. Kırık kanatlarını saklayanlardır. Ve derin bir bulut içinden geçerken sessizce ağlayıp, sevgililere yağmur gönderenlerdir Onlar çılgın, onlar dünyanın kederini kendi tarihlerine işleyenlerdir. Büyümeyen çocuklar Kuşlar Yoldaşlarımız
Bu kuşların en küçüğü, en narini ve en çılgını kardeşim Sedat Pekerdi.
Kocaman yüreğiyle kuşlara uçmayı öğretendi. Ekmeğini ve yüreğini paylaşandı en yoksul saatlerinde. Çocuktu, sınır boylarında ağlayan çocuklarla Ağıt yakan annelerle anne, başını hüznün avuçlarına gömen babaydı. Suriyedeydi, direnen Kobanedeydi, Irakta, Kübada, Chenin yoldaşıydı, Venezuelada Chavesin kardeşi, Afrikanın çığlığındaydı, Afganistanın, Anadolunun dağlarında şakayık, İzmir de Hasan Tahsindi..Aşktan barikata, sığınaklardan kavgalara uçan kuşların en delisiydi.En çılgınıydı bizim kuşların arasında.Ve ufuklara baktıkça, kuşların izlerinde sessizce ağlayandı.. Yağmura saklardı gözlerini. Kedilerin, köpeklerin abisiydi Komşusuydu barınakların, gece yarısı nöbetindeydi ağaçların, derelerin, ağlayanların ve gün geçtikçe zehirlenen bu kentin. Hoşça kal Sedat Peker... Hoşça kal kardeşim Bizim için üzülme artık... Git Kuşlar ve yıldızlar yoldaşın olsun