2

İŞÇİ SINIFINA EL FATİHA…


  • Oluşturulma Tarihi : 02.05.2014 07:00
  • Güncelleme Tarihi :

Kapitalizmin genişleme alanı olarak uyguladığı ve adına globalizm dediğimiz yapılanmanın hepimizi kuşattığı bir ortamda, karşı saflarda kalan emekçi, köylü ve aracı sınıf olan emekçilerin kutladığı İşçi sınıfı Bayramının eski tadı kalmadı. Çocukluğumuzda köşe bucak kaçarak bayrak açtığımız, faşizme inatla ve bilinçle cephe aldığımız, direndiğimiz, bedel ödediğimiz günlerin; mücadelenin tadı tuzu yok artık.

Dünyanın, anlayışların ve algıların hızla değiştiği bir hayat diliminde sorunlar ve sınıfsal çelişkiler daha da artmış olmasına rağmen, dünyayı değiştirecek güç olarak gördüğümüz işçi sınıfının bu kadar cılız ve aciz kalacağını hayal bile edemezdik.

Sınıfsal taleplerin ve devrimci söylemlerin yerini simgesel ve basit çerçevede sıkıştırılmış tepkisel hedeflere yönelmesi, sınıfsal çelişki ve çıkarların ve öyle ki, eylem planlarının basit sloganlara sıkıştırılması, sanırım başta aydınlar olmak üzere bütün toplum mühendislerinin yeni açıklamalar veya önerilerde bulunmalarını gerekli kılmaktadır.

İşçinin yalaka, köylünün üç kağıtçı ve işverenin omurgasız olduğu, sibernetiğin hayatımızı işgal ettiği, sanayi devriminin artık ilkel kaldığı, bilişim çağının sunduğu olanakları değerlendirmekten öte algılayamayan bir işçi sınıfının çizeceği haritanın pek de  olağanüstü olacağını sanmıyorum.

Bütün talep ve söylemlerin şematik ve laf olsun söylendiği, dile getirildiği ve  herkesin günü ve kendini kurtarmaya çalıştığı değerlerin sıfırlandığı bir ülkenin veya dünyanın işçi sınıfından; devrimci,sosyalist ideolojik iktidar değişim talebinin  gelmediğini, gelemeyeceğini  artık herkes bilmektedir.

İşin ilginç yönü; artık sendikal hareketlerin böyle bir işlevi de kalmadı gibi.. Sınıf atlama tahtası veya yolu olarak görülen sendika ağalığı da zavallı işçileri kullanarak herhangi bir partiden milletvekili olmak için kullanılmakta, koltuğu kaptıktan sonra asla geldiği yere dönmeyen ve bakmayan mor sendikacılar bizim gibi ülkelerde hala omuzlarda taşınmaktadır.

İşçinin torpille işçi olabildiği bir ülkede devrimci bir duruş beklemek, sınıfsal bir tavır ve direniş  hayal etmek devri bitti. Birbirini satan, patrona ,taşerona yalakalık yapan bir topluluktan; sınıfsal tavır ve eylem beklenmeyeceğini, bunları bu hale getiren sistemin akıllı–toplum mühendislerinin başarısı olarak  kaydedilmelidir.

Aslında bu kan kaybı, dünyayı zayıflatmaktadır. Bütün gelişmiş ülkelerin işçi sınıfları artık kapitalist şövalyelerinin birer neferi barmeni ve pazarcısı, kölesi olmuş durumdadır. Ruhun yitimi seremonisi  bir virüs gibi dünya emekçilerini sararken, tedavinin, iyileşmenin ve daha güzel bir dünyanın yine ayağa kalkmaları ve ellerindeki güce bağlı olduğunu unutmuş olmalarıdır. Sanayi devrimi ve kapitalizmin üretim araçlarıyla ile başlayan emek sömürüsüne karşı;  devrimci işçi direnişleri birer roman ve müthiş bir film olarak raflara kaldırılırken; hepimiz, hayatımızı işgal eden sanal kahramanlar ve sanal dünyanın renkleri arasında şaşkın ve sarhoş olmuş durumdayız.

İşçinin yerini robotun aldığı, doktorun yerini biyo’psiko-sibernetik makinelerin yer aldığı, uzay açılımında bile artık insana gereksinim duyulmadığı bir zaman diliminde insanın bireysel olarak tepkisini ve öfkesini kullanarak  toplumsal değişim yaratması mümkün değildir. İnsanın dışlandığı ve sermayenin sınır tanımadığı, sömürünün olağan sayıldığı, işçi sınıfının, işçi sınıfı bilinciyle örgütlenmediği veya örgütlerin bile satıldığı bir  zaman diliminde,  teslim olmayı ,bir sosyalist olarak onuruma yediremiyorum.

Köylünün, toprak işçisi çalıştırdığı,kahveden ve meyhaneden çıkmadığı, düşünsel ve örgütsel bir emeği ve talebi olmadığı, tohumunu bile dışardan ve bir dikimlik olarak sunan iktidara karşı talep ve sorunu olmadığı an da köylü bitmiştir.. Bütün toplumsal değişim projelerinden köylüyü siliniz.. Ve onlara sevgili Şükrü Erbaş ağabeyimin “Köylüleri öldürmeli” şiirini okuyup, kendilerine nazar değmemesi için  birkaç dua ile geçiştiriniz...

İşçi sınıfı mı kaldı.. Eh son kelaynaklar da  bitmek üzere. Hatta sınıf demenin bile ayıbını silmemiz gerekir. Kendini, sınıfsal konumunu ve ideolojik alt yapısında  dayandığı felsefeyi bilmesi de mümkün değildir.

Marx da kimmiş..  Engels.. Lenin de  kim oluyor… Heykelleri yıkan bu işçiler değil miydi.. Kendi aşklarını boğazlayan bu kör cahil güruh değil miydi..

Taksime çıkmayı matah sayan, devrimcilik sanan ve bütün örgütsel gücünü böylesine pasif ve hazırlanan tuzakta harcayan, kendini güçlü sanan zavallı sınıfı  ve sınıf dışı  komprador yöneticilerini kutlamam gerekecek..

Şöyle bir dönün arkanıza bakınız… Arkanızdaki öğrenci ve aydın gençlik olmasa, onlar yolu aydınlatmazsa, onlar dayak yemezse, onlar bedel ödemezse.. Hepiniz satılmış ruhlarınızla ancak makinenin önemli ama hala önemini kavramamış basit bakışlarınızla, içeriğini ve kökenini bilmediğiniz sloganlarla  baş başa kalırsınız..

Sınıfsal örgütlerin suskunluğuna seyirci kalan bir örgüt, örgüt değildir. Dağları, ormanları, dereleri , şahsiyeti satılan bir ülkenin  suskun kalan işçi örgütleri, asla  benim  savunacağım  örgüt de  değildir.. Yalnızca kendi çıkarları için direnen kendi halkımıza ve bütün dünya halklarına; demokrasi, insan hakları, kültürel ve yaşamsal hakları savunmayan, ayağa kalkmayan, direnmeyen bir işçi sınıfı benim işçi sınıfım değildir.. Ulusal ve uluslararası sınıfsal teoriler geliştirmeyen, eylem ve söylemleriyle bireysel talepleri aşmayan, savaşlara karşı barışı savunmayan, çevre kirliliğine, hayvan haklarına karşı duruşu ve manifestosu olmayan işçi sınıfı benim değildir..

1 Mayıs, dünya işçi sınıfının bayramıdır. Bedel ödemiş o nasırlı elleri ve paramparça olmuş yağlı tulumlar içindeki onurlu işçilerin, emekçilerin bayramıdır. Sınıfsal talepleriyle bütün insanlığa bayraktarlık yapan ve bedel  ödeyen, öldürülen, sürülen, işkence yapılan, ruhunu ve yoldaşını satmayan ve asla öznel çıkarlarını ön planda tutmayan, kapitalizmin, tröstlerin, dünyayı babalarının çiftliği gibi kullanan politikacıların anasını belleten gerçek devrimci havarilerin bayramıdır.

Yoldan koşarak geçen, ellerinde pankartlarıyla bu ülkenin gül yüzlü onurlu  devrimci gençlerin bayramıdır.. Kapitalizme, sömürüye karşı sınıfsal bilincin ve dayanışmanın bayrağını yükseltenlerin bayramıdır.. Nükleer santrallere, termik santrallere karşı direnen insanlarımın bayramıdır. Hayvan haklarını savunan kardeşlerimin, bu ülkeyi savaşa sürükleyen zihniyete karşı çıkan annelerimizin bayramıdır. Hes’lere karşı direnen insanların, temiz ve doğal bir hayatı savunan aydınların, gençlerin, yaşlıların bayramıdır.

Ve en önemlisi, dünyanın bütün kentlerinde; din, dil, ırk ayırımı yapmadan bütün  insanlığın kurtuluşu için hayatını  feda devrimci  yoldaşlarımın bayramıdır.

Sarısına bile hasret kaldığımız ve artık mor renkleriyle kendi yüzünü saklayan işçi sınıfının öldüğünü veya  birilerinin yükselmesi için organ naklinde kullanılan bir kadavra olduğunu biliyoruz. Bu nedenle efendi efendi, sendikalarınızı kapatın. İşçinin sırtına basarak yükselecek beyefendilerin yolunu kapatın. Zavallı, çocuk kadar saf ve temiz işçi kardeşlerimi sömürmeyi bırakın.

Hiç değilse, giderayak kullandığınız lüks binaları ve eğitim adı altındaki eğlence yerlerinizi, misafirhanelerinizi  öğrencilere sınıfsal öğreti için okul olarak tahsis ediniz. Sosyologlar, psikologlar ve ideologlar size bulunduğunuz koşullardan nasıl kurtulabileceğinizi öğretsin. Yolunuzu aydınlatsın… Hiçbir şey yapamıyorsanız, gelişen ve güzelleşen devrimci gençliğin önünden ve yanından çekiliniz..

Ve onurluca  emekliliğinizi isteyin. Türkiye işçi sınıfının şanlı tarihini kirletmeyin..

Geçmişteki, “Türkiye işçi sınıfına ve yaratana selam…”

İŞÇİ SINIFINA EL FATİHA…
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan