Sayfa Yükleniyor...
Bir tarihe tanıklıktı hayat
Her şeye rağmen
Sevdik aşk yenilgilerimizi
Çocuk muyduk? Zaman mı çocuktu, yoksa küçülmüş bir hayatın içinden biz mi geçtik Nerde başladı öykümüz. Hangi sokakta doğdu peşimizden gelen çiçek kokusu. Seni mi anlatıyordu, geçerken, sokağın en yüksek ağacına konan kuşlar. Niye gelmedin Neden yalnız bıraktın beni bunca bulutun yıkıntıları arasında. Yağmuru sen mi gönderdin gözlerime. Yangına uykularımı sen mi attın. Yüreğimin sızısından ölen çiçekleri sen mi bıraktın sokağın köşesine. Pencereden sen mi baktın koşturarak geçerken kendinden.
Ahh aşkımın son dizesini sen mi düşürdün geçtiğimiz sokakların taşlarına Okudukça, gördükçe tekrar öldüğüm o şiirleri sen mi attın hayatıma
(*) yol çekilir gibi değil cane
sular azalır meriç nehrinde her gün
balıklar sağır, balıklar dilsiz
yankılar her atışında yüreğimin
uzaklarda güvercin yaralıdır
uzaklarda bir çocuk
kanat çırpınışları geceye sensiz
sensiz cane
Rüyalarımın perdesini taşırdım sokaklara. Sabaha zor ulaşan ellerimin yalnızlığını camlara verirdim. Geçen her gölgenin arkasından irkilerek bakardım sen geçiyorsun diye Perdenin arkasından sen mi geçiyordun sahiden! Sen mi öksürürdün sokak uyanmasın diye sessizce, o ayak izlerini sen mi bıraktın kuşların ardından. Yalnızlığımı ve aşklarımı sana armağan etmenin rüyasına yatardım erkenden, seni görebilmek için, soluğunu ensemde hissedebilmek için buğulu bir cam arkasından. Düşmek istiyordum gözlerine. Sarılmak istiyordum umutlarına, sıcaklığına, ellerine Seni gördüğüm en son sahnenin puslu aynasından atlardım uykuya. Gelecektin Mutlaka gelecekti beyaz atlıların bize ayrılmış kervanları. Ve orda sevişecektik kendi ellerimizle. Ama gelmedin Çoraplarımızı ören büyükannemiz de. Ekmeği filesinde saklayarak köşelerden çıkıp gelen babamız da sormadı, neden gelmediği zamanın.
her bahar martılar tutukludur
lodos gezinir dört duvar hücresinde
oysa sen gelmeliydin
gelmeliydin cane
bir çocuğun kuş resimlerinde
Gidenlerin geri gelmediği ülkedeydik. Acıların gizlendiği, ölenlerin kutsandığı ve çocukların ekmek adına sevgi dilendikleri evlerdendik. Biz kendi çocukluğumuzu büyütendik. Aç ve sefil aşkların en haylaz çocuklarıydık parklarda. Hiç sevişmedik. Sevişecek yurdumuz da yoktu. Ve biz dahil bütün çocuklar sığınmacıydı kendi evlerinde. Bize ait bir saksı ve sana düşen bir yaprağın rengini özlerdik. Hayatın mor kıyılarından kaçıp sokak aralarında yıkıntılar arardık bize benzeyen. En çok geniş alınlı ağaçları severdik. Orda dokunurduk ıslaklığın sesine ve orda yarım kalırdı en kısa gecelerin elleri Doyamazdık, meltemin dudaklarımıza bıraktığı şaraba, bıkamazdık tenimizden ürpererek düşen gölgelerimize. Seviyorduk bizim gibi evsiz çorapsız ve ayakkabısız kedileri. Sığındığımız sayfanın yaprakları çınardan düşerdi beş parmağıyla. Bütün sesler ordaydı; aşkı erteleyen devrimciler, marşlar, işsiz üniversiteliler, eylemdeki makineler ve biz hep konuşurduk kalmayan sözcüklerle. Uzun boyluyduk, aç ve sefildik. Erik çalmayı da severdik. Gevrek satmayı ve sonra kendi içimize kaçmayı da Çabuk büyüyordu hayat; çabuk geldi trenler, buhara boğulan rüyalar, yere düşen militanlar, ağıt yakan içimizdeki yaşlılar.
Ve birden düştü zamanın vazosu elimizden. Kırıldık. Vurulduk. Öldük
gemiler gidiyor kar yangını
bütün yolculuklar körfezin bakışına
bir uzak kenttir siyah saçların
sarışın bir ıslıktır eser
gizlenen en kutsal kitap dudaklarımız
sevgi ve emektir
Ah Evet, sevgi ve emeğin havarileri arasında koşturan aç çocuklardık; ekmeğe, suya, aşka, özgürlüğe, kendi sesimize ve kendi rengimizin gölgesine sığınan efendi çocuklardık. Elmanın irisini yaşlılara, ekmeğin kızarmış köşesini aç çocuklara, aşkın büyüsünü de kendimize saklardık.
Sonra sen gittin.
Sonra ben kaldım
Irmak kıyısındaydım, içimden göç eden bulutlar geçiyordu. Ellerim sürekli sana kaçıyordu. Uykularım da sendeydi. Sıcaklığımı sen gönderirdin ta uzak bakışlardan. Ve sonra sensiz uyurdum sana gelecek trene yetişmek için.
Bana söz vermiştin, muhallebici de buluşup bana pudra şekerinden şiirler okuyacaktın ve sonra sen beni alıp bir ağacın kıyısında öldürecektin.
Gelmedin
hani gidecektik
hani kararımız afrika kıyıları
hani gülecektik mavilerde
yeşilliğin ilk çocuk rengi
artık ufukların akşam hüznüyüm
yavaş yavaş iniyorum dağlara
Biliyorum çabuk büyüdük kendi yalnızlığımıza. Ve çabuk büyüdü içimizde suskunluğun çocuk elleri. Ve hep yaralı uçtu kuşlar, kanatsız ve kör gözleriyle birbirimizden. Ve öylece kaldık, sustuk zamanın içinden geçen ırmakların kıyısında.
Zaman hep peşinde koştuğumuz papatyalar kokardı. Sokaklar ve taşlar sen kokardın. Oradan geçmiştin. Duvara yaslanıp öpmemi beklemiştin. Ellerini utangaç bir cebine sığdırıp saçlarını salmıştın, siyah bir pelerin düşmüştü kirpiklerinden. Yol hep sendin. Sokaklar ve duvarların sıvasında kalan çukurlar da hep seni bekleyen gözlerimdi... Her gün, her tarafta, akşamdan kalan bir ayyaşın elbisesini giymiş sardunyaların üzerindeki çiğ taneleri rüyamda kaçırdığım ve senin peşinden gelen gözyaşlarım vardı Kuşların kanatlarıyla el sallardık ayrılırken yüreklerimize Biz aynı sütçünün kedileri ve aynı gökyüzünün bekçileriydik, kimsenin bilmediği aşkımıza...
(*) 1986 yılında yayınlanan bu şiir 2000 yılında Avusturya da yaşayan Müzisyen Cemre tarafından Yol çekilir gibi değil adıyla bestelenmiştir.