2

“Kolera Günlerinde Aşk” – 1


  • Oluşturulma Tarihi : 23.07.2016 06:54
  • Güncelleme Tarihi :

Bir tarihe tanıklıktı hayat

Her şeye rağmen

Sevdik aşk yenilgilerimizi…

Çocuk muyduk? Zaman mı çocuktu, yoksa küçülmüş bir hayatın içinden biz mi geçtik… Nerde başladı öykümüz. Hangi sokakta doğdu peşimizden gelen çiçek kokusu. Seni mi anlatıyordu, geçerken, sokağın en yüksek ağacına konan kuşlar. Niye gelmedin… Neden yalnız bıraktın beni bunca bulutun yıkıntıları arasında. Yağmuru sen mi gönderdin gözlerime. Yangına uykularımı sen mi attın. Yüreğimin sızısından ölen çiçekleri sen mi bıraktın sokağın köşesine. Pencereden sen mi baktın koşturarak geçerken kendinden.

Ahh aşkımın son dizesini sen mi düşürdün geçtiğimiz sokakların taşlarına… Okudukça, gördükçe tekrar öldüğüm o şiirleri sen mi attın hayatıma…

(*) yol çekilir gibi değil cane

sular azalır meriç nehrinde her gün

balıklar sağır, balıklar dilsiz

yankılar her atışında yüreğimin

uzaklarda güvercin yaralıdır

uzaklarda bir çocuk

kanat çırpınışları geceye sensiz

sensiz cane…

Rüyalarımın perdesini taşırdım sokaklara. Sabaha zor ulaşan ellerimin yalnızlığını camlara verirdim. Geçen her gölgenin arkasından irkilerek bakardım sen geçiyorsun diye… Perdenin arkasından sen mi geçiyordun sahiden! Sen mi öksürürdün sokak uyanmasın diye sessizce, o ayak izlerini sen mi bıraktın kuşların ardından. Yalnızlığımı ve aşklarımı sana armağan etmenin rüyasına yatardım erkenden, seni görebilmek için, soluğunu ensemde hissedebilmek için buğulu bir cam arkasından. Düşmek istiyordum gözlerine. Sarılmak istiyordum umutlarına, sıcaklığına, ellerine… Seni gördüğüm en son sahnenin puslu aynasından atlardım uykuya. Gelecektin… Mutlaka gelecekti beyaz atlıların bize ayrılmış kervanları. Ve orda sevişecektik kendi ellerimizle. Ama gelmedin… Çoraplarımızı ören büyükannemiz de. Ekmeği filesinde saklayarak köşelerden çıkıp gelen babamız da sormadı, neden gelmediği zamanın.

her bahar martılar tutukludur

lodos gezinir dört duvar hücresinde

oysa sen gelmeliydin

gelmeliydin cane

bir çocuğun kuş resimlerinde

Gidenlerin geri gelmediği ülkedeydik. Acıların gizlendiği, ölenlerin kutsandığı ve çocukların ekmek adına sevgi dilendikleri evlerdendik. Biz kendi çocukluğumuzu büyütendik. Aç ve sefil aşkların en haylaz çocuklarıydık parklarda. Hiç sevişmedik. Sevişecek yurdumuz da yoktu. Ve biz dahil bütün çocuklar sığınmacıydı kendi evlerinde. Bize ait bir saksı ve sana düşen bir yaprağın rengini özlerdik. Hayatın mor kıyılarından kaçıp sokak aralarında yıkıntılar arardık bize benzeyen. En çok geniş alınlı ağaçları severdik. Orda dokunurduk ıslaklığın sesine ve orda yarım kalırdı en kısa gecelerin elleri… Doyamazdık, meltemin dudaklarımıza bıraktığı şaraba, bıkamazdık tenimizden ürpererek düşen gölgelerimize. Seviyorduk bizim gibi evsiz çorapsız ve ayakkabısız kedileri. Sığındığımız sayfanın yaprakları çınardan düşerdi beş parmağıyla. Bütün sesler ordaydı; aşkı erteleyen devrimciler, marşlar, işsiz üniversiteliler, eylemdeki makineler ve biz hep konuşurduk kalmayan sözcüklerle. Uzun boyluyduk, aç ve sefildik. Erik çalmayı da severdik. Gevrek satmayı ve sonra kendi içimize kaçmayı da… Çabuk büyüyordu hayat; çabuk geldi trenler, buhara boğulan rüyalar, yere düşen militanlar, ağıt yakan içimizdeki yaşlılar.

Ve birden düştü zamanın vazosu elimizden. Kırıldık. Vurulduk. Öldük…

gemiler gidiyor kar yangını

bütün yolculuklar körfezin bakışına

bir uzak kenttir siyah saçların

sarışın bir ıslıktır eser

gizlenen en kutsal kitap dudaklarımız

sevgi ve emektir

Ah… Evet, sevgi ve emeğin havarileri arasında koşturan aç çocuklardık; ekmeğe, suya, aşka, özgürlüğe, kendi sesimize ve kendi rengimizin gölgesine sığınan efendi çocuklardık. Elmanın irisini yaşlılara, ekmeğin kızarmış köşesini aç çocuklara, aşkın büyüsünü de kendimize saklardık.

Sonra sen gittin.

Sonra ben kaldım…

Irmak kıyısındaydım, içimden göç eden bulutlar geçiyordu. Ellerim sürekli sana kaçıyordu. Uykularım da sendeydi. Sıcaklığımı sen gönderirdin ta uzak bakışlardan. Ve sonra sensiz uyurdum sana gelecek trene yetişmek için.

Bana söz vermiştin, muhallebici de buluşup bana pudra şekerinden şiirler okuyacaktın ve sonra sen beni alıp bir ağacın kıyısında öldürecektin.

Gelmedin…

hani gidecektik

hani kararımız afrika kıyıları

hani gülecektik mavilerde

yeşilliğin ilk çocuk rengi

artık ufukların akşam hüznüyüm

yavaş yavaş iniyorum dağlara

Biliyorum çabuk büyüdük kendi yalnızlığımıza. Ve çabuk büyüdü içimizde suskunluğun çocuk elleri. Ve hep yaralı uçtu kuşlar, kanatsız ve kör gözleriyle birbirimizden. Ve öylece kaldık, sustuk zamanın içinden geçen ırmakların kıyısında.

Zaman hep peşinde koştuğumuz papatyalar kokardı. Sokaklar ve taşlar sen kokardın. Oradan geçmiştin. Duvara yaslanıp öpmemi beklemiştin. Ellerini utangaç bir cebine sığdırıp saçlarını salmıştın, siyah bir pelerin düşmüştü kirpiklerinden. Yol hep sendin. Sokaklar ve duvarların sıvasında kalan çukurlar da hep seni bekleyen gözlerimdi... Her gün, her tarafta, akşamdan kalan bir ayyaşın elbisesini giymiş sardunyaların üzerindeki çiğ taneleri rüyamda kaçırdığım ve senin peşinden gelen gözyaşlarım vardı… Kuşların kanatlarıyla el sallardık ayrılırken yüreklerimize… Biz aynı sütçünün kedileri ve aynı gökyüzünün bekçileriydik, kimsenin bilmediği aşkımıza...

(*) 1986 yılında yayınlanan bu şiir 2000 yılında Avusturya da yaşayan Müzisyen Cemre tarafından “Yol çekilir gibi değil” adıyla bestelenmiştir.

“Kolera Günlerinde Aşk” – 1
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan