Aslında biz rüzgârın peşinden koşuyoruz. Uzak kıyılardan gelen ezgileri paylaşarak ufuklara doğru devam eden yolculuğumuzun bir anında durup çevremize ve geçmişe baktığımızda bir kelebek ömrüyle, bir ağacın dalında konuk olduğumuzu görüyoruz.
Takıldığımız yerde, zaman diyoruz Nedir zaman? Geçen günlerin, yaşanmışlıkların, anıların toplamı mı? Yoksa tanımsız bir hayal perdesindeki şaşkınlığımızın adı mı ..
Mardinde, Diyarbakır kapıdan Ayn-Sinceye doğru koşturan rulmanlı-bilyeli tahta arabalarımızla yokuş aşağı giden ve rüzgarın serinliğini bir ödül olarak kabul eden, çılgın çocukların yarışında hazzın hangi durağında duruyorduk!.. Marangozda yaptırdığımız, her tarafını süslediğimiz, sulu boyalarla hayallerimizi çizdiğimiz ahşap kokusundaki perilerin kanatlanarak bizi götürmesinin adı neydi ?
Ekmek arasındaki domatesin kızıllığı ve tadını, kale arkasındaki bahçelerden çiçek toplayıp gizlice okul kitapları arasında, sevdiğimizi sandığımız kıza sunarken bakışlarımızda donup kalan o heyecanın perdesini kim çekti
Çelik çomak oynamanın, kendi yaptığımız ve güç bela bulduğumuz renkli kağıtlarla hayallerimizi taşıdığımız ve sonsuza kadar peşinden uçtuğumuz uçurtmaların ipi bittiğinde veya bilmediğimiz bir evin damına düştüğünde bizden daha hızlı koşan korkularımız Topaçların döngüsü, ip ve renkli bir sayfadan bize ayrılan masalların üstüne düşen bez bebeklerin gece uyanmış gibi açlığımız, süt kokan ağzımızla günlerin harmanına, sokakların tozuna, ekmeğin kurusuna, meyvenin çiçeğine konmamız ve bizi uzak diyarlara saklayan umutlarımız..
Kızlar Bez bebekler Tahtadan beşikler Kağıt katlamadan doğan oyuncaklar Minyatür ve acayip hayvan figürlerinin ayak izlerinde bizi gezdiren yaşlı teyzelerin küf tutmuş söylencelerindeki Şahmeranın acıklı rüyası
Oyun Oyuncaklar
Hayat bir oyun muydu yoksa
Biz oyunlarımızdaki sadeliği, doğallığı, renkleri kaybettiğimiz için mi büyüdük Biz o büyülü ve kendimize ait olan dünyadan yaramazlık yaptığımız için mi kovulduk
Cennet dedikleri, sevgiyle örülen o özgürlük müydü !
Sevdiklerimizle aynı sayfada yaşamak, hiçbir kaygı duymadan sokağa koşmak Oynamak Ve sürekli oynamak Çabuk gelen akşamlar Çabuk geçen zaman !
Biz mi büyüdük yoksa oyuncaklar mı öldü Tahtaları oyarak, boyayarak hayallerimize fırlatan marangoz amcayı en son kim gördü !
Bu kadar kısa mıydı o film
Çocukluğumuzun hangi sayfasında kaldı ağıtçı teyzeler... Sokak aralarında leblebi tozu satan, horoz şekeri, pamuk şekeri ve rengarenk uçan balonları satan o büyücüler nereye gitti
Zamanın neresinde saklandık.
Tırmandığımız ve kendimizi sakladığımız o ceviz ağaçlarını kim kesti hayatımızdan.
Toz toprak ama bizim olan o sokakları kim söktü kitaplarımızdan... Ekmeğin kokusunu, yumurtanın kokusunu, sevmenin, dokunmanın, bakışmanın duygusal perdesini kim kapattı yüreğimizden!..
İzmir Luna Parktaki aynaları kim söktü hayallerimizden Minyatür treni kim sattı anılarımıza Deniz kızını pul pul muşamba derisinin altındaki aşklarını kim boğdu Akasya ağaçlarıyla saklı, paraşüt kulesinin dibinde çiğdem yiyerek şaşkınlığını saklayan çocukları kim öldürdü..
Bir rüya gibi geçti hayat. Bütün oyuncaklarımızı toplayıp yaktılar. Sokaklarımızda asfalt kokusu, ağaçların yerine beton direkler... Uçurtmaları öldürdüler. Tahta oyuncaklarımızın ustasını da... Boyozun yumurtalarını çaldılar. Cincibir şişesinde saklanan sesleri, fuardaki kahkahaları Aşklarımızın utangaç bakışlarını... Haki elbiseli bekçi amca da öldü... Bakkal ve manavın son çırakları da... Mahalle aralarında dolaşan sütçü ve sübyeci amcalar... Akşamları masala hapsedip bizi de gezdiren yaşlı teyzeler de kalmadı.
Uyanıyorum, çocukluğumuzun kelebek kanadı anılarından...
Sergideyim Karşımda, ellerinde ahşap kokusu ve hayallerimizin kaybolan renkleriyle uçurtmalar yapan, bilyeli tahta arabalar, bez bebekler, salıncaklar, topaçlar, ipten düğme testereler, çelik çomaklar, ahşabın içindeki cini yakalamış bir adam... İzzet Kocadağ...
Çocukluğumuzda kalan bütün oyuncakları yeniden üreterek sunmuş salonun ve çocukluğumuzun derinliğine Rüya gibi Çocuk gibi... Zaman gibi
Aylardır, aynı odayı paylaştığım Halk Kültürü-Folklör Araştırmacısı mesai arkadaşım İzzet Kocadağın yarattığı; çocukluğumuza yolculuk atmosferine girip zamanın aynasında kayboluyoruz. Hayatın derinliğindeki; belki de bizi şekillendiren çocukluğumuzun vazgeçilmez anılarını saklayan oyuncaklara dokunurken, Pıt oyunu başlıyor... Herkes donup çocukluğuna yaptığı yolculuğu, büyünün rengi ve kokusunu içiyor Müthiş bir sessizlik... Ve birden binlerce çocuk... Oyuncaklara saldırıyor... Dokunuyor... Okşuyor... Oynuyor Çığlıklar içinde geçiyor hayat...
Çığlıklar içinde büyüdük. Hayatın renklerini, büyüsünü, masallarını, oyuncaklarını kaybettik. Herkesin elinde teknoloji ürünü bir kutu Kendi yalnızlığını, kendi hayallerini, umutlarını, yanı başındaki ailesini, arkadaşlarını, sevgilisini, hayatı arıyor...
Fuar, Resim ve Heykel Müzesinde sergilenen oyuncakları görün... Çocuklarınız dokunsun o büyülü ahşap kokusuna... Çocukluğunuza Zamana
Teşekkürler İzzet Kocadağ, dostum... Armağan ettiğin hayaller ve zaman dilimi için