Bitişler Neden Bu Kadar Zor?
- Oluşturulma Tarihi : 17.12.2025 08:57
- Güncelleme Tarihi : 17.12.2025 08:57
Beyin değişime neden bu kadar tepki verir?
Bazı bitişler vardır, üzerinden zaman geçmesine rağmen zihinde kapanmaz. İlişki biter, iş değişir, bir şehirden ayrılınır ya da bir dönem geride kalır ama insanın içinde bir yer hâlâ o sahnede kalmıştır. “Bitti” demekle bitmeyen bu hâl, çoğu zaman zayıflık ya da takılı kalmak olarak yorumlanır. Oysa mesele çoğu zaman duygusal güçsüzlük değil, beynin değişimle kurduğu ilişkidir.
İnsan beyni süreklilikten hoşlanır. Tanıdık olanı, alışılmış olanı, öngörülebilir olanı güvenli kabul eder. Bu nedenle bir bitiş yaşandığında aslında yalnızca bir şey sona ermez; aynı zamanda beynin kurduğu anlam ağı da sarsılır. Alışılmış ritimler bozulur, beklentiler askıda kalır, “sonrası” belirsizleşir. Beyin için asıl zorlayıcı olan bitişin kendisinden çok, bu belirsizliktir.
Klinik çalışmalarda sıkça karşılaştığım bir durum vardır: Danışanlar çoğu zaman “Neden hâlâ böyle hissediyorum?” sorusunu kendilerine öfkeyle sorarlar. Sanki çoktan geçmiş olması gereken bir duyguyu taşımak bir kusurmuş gibi. Oysa beynin tamamlanmamış olanı sürekli zihne geri getirme eğilimi vardır. Yarım kalan konuşmalar, söylenememiş cümleler, vedalaşılamamış ilişkiler… Zihin, kapanmamış dosyaları açık bırakmayı sevmez.
Bitişler aynı zamanda kontrol algımızı da sarsar. İnsan, hayatının gidişatını yönettiğini hissetmek ister. Oysa birçok bitiş bizim tercihimizle olmaz. Seçilmemek, vazgeçilmek, şartların değişmesi, kayıplar… Kontrolün elimizden kaydığı anlarda beyin tehdit algısını artırır.
Toplum olarak bitişlere karşı da acelemiz vardır. “Artık önüne bak”, “Geçti gitti”, “Takılma” gibi cümleler iyi niyetli olsa da çoğu zaman iyileştirici değildir. Çünkü zihin, hızlandırıldıkça sakinleşmez. Her bitişin mutlak dramatizasyon içermemesi gerektiğini de düşünüyorum. Çünkü bitişler olmadan da başlangıçlar maalesef gerçekleşmez. Bu bitişleri ne kadar sağlıklı değerlendirir ve karşılarsak bizler o kadar yeni başlangıçları hayatımıza daha iyi entegre ederiz.
Bitişlerle baş edebilmenin yolu, onları hemen anlamlandırmaya çalışmak değil; önce fark edebilmekten geçer. “Bu bende ne uyandırıyor?”, “Aslında neyi kaybettim?” soruları çoğu zaman sanıldığından daha derindir. Bizler bitişin otomatik tepkileri yerine anla olan temasımızın, duygularımızın anla olan temasını takip ederek kendimizi değerlendirmeliyiz. Bitişlerin acı vermesi gerektiğine odaklanmak gerçekten ne hissettiğimize odaklanamamamıza neden oluyor.
Her bitiş, bizi kendimizle yeniden karşılaştırır. Ve bazen en zor karşılaşmalar, en sahici başlangıçların kapısını aralar.