Bir sabah uyanırsınız; güneş, her zamanki gibi doğmuştur ama içinizde bir şey yerinden oynamıştır. O an, içinizdeki sessiz devrim başlamıştır: Kendini bilme arzusu.
Kişisel gelişim kitapları, seminerler, videolar… Her biri bir yoldur ama yolun kendisi değildir. Gerçek gelişim, içten dışa doğru büyüyen bir filizdir. Ve bu filizin ilk tohumu kendini bilmekle atılır.
Ama nedir kendini bilmek?
Kendini bilmek, “Ben neyim?” sorusunu sormaktan öte, “Ben ne olmaya çalışıyorum ve neden?” diye cesurca sorabilmektir. Başkalarının gözlerinden değil, kendi gözlerinden kendini görebilmektir. Korkularını, arzularını, kırgınlıklarını ve maskelerini olduğu gibi tanıyabilmek…
Bu kolay bir yolculuk değildir. Çünkü toplum bize sürekli “daha iyi” olmamız gerektiğini fısıldarken, biz çoğu zaman “daha derin” olmaya cesaret edemeyiz. Başarı hikayeleriyle büyütülen bir çağda, başarısızlıklarımızın bizi nasıl büyüttüğünü görebilmek en büyük farkındalıktır belki de.
Kişisel gelişim sanıldığı gibi sürekli üretmek, daha verimli olmak, daha sosyal görünmek değildir. Bazen gelişim, durmak ve dinlemektir. Kendimizi, bedenimizi, kalbimizi… Bazen bir adım atmak değil, bir adımı atmaktan vazgeçmektir gerçek olgunluk.
İnsan, zamanla değil farkındalıkla büyür. O yüzden kendini bilmek bir son değil, bir süreçtir. Bir ömür boyu süren, derinleşen bir iç yolculuktur. Bir iç gözlem anında, bir gece uykusuzluğunda, bir kalp kırıklığının eşiğinde sessizce başlar. Belki kimse fark etmez ama o an, insanın en büyük devrimidir.
Ve şunu hatırlayalım: Kendini bilmeyen, başkasına da kendini veremez. Çünkü gerçek temas, önce kendi içimizle başlar. Bu çağın en radikal eylemi belki de budur: Kendine bakmak, kendini duymak, kendinle kalmak…