1
Doç. Dr. Zeki Uyanık
İlkses Gazetesi Yazarımız

Doç. Dr. Zeki Uyanık

Yazarın Köşe Yazıları

Bir Nisan şakası ile yalan söylemek caiz mi?

İslam dinin yasakladığı büyük günahlardan birisi de yalandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurulmaktadır: “ Ey iman edenler; Allah´tan korkun ve doğru söz söyleyin”. Ahzab, 33/70.


Uğursuz olan bir zaman ya da ay var mı?

Allah’ın bize bahşettiği bütün gün, gece, ay ve yıl yani zaman mefhumu değerli ve kıymetlidir. Allah indinde değersiz ve uğursuz bir zaman dilimi yoktur. Ancak bu zaman mefhumu içerisinde daha hayırlı ve bereketli zaman dilimleri vardır. Cuma gününün diğer günlerden, kadir gecesinin diğer gecelerden, ramazan ayının diğer aylardan daha hayırlı olması gibi.
Ancak değersiz ve uğursuz bir zaman dilimi yoktur. Bu anlamda halk arasında var olan  kameri ya da hicri aylardan olan safer ayının uğursuz ve belaların çokça olduğu inancı dinen doğru bir inanç değildir. Safer ayının uğursuz olduğu ve bu ayda bela ve musibetlerin çokça meydana geldiği şeklinde bir anlayış cahiliye dönemine ait olup, dinimizde yeri yoktur.
Dolayısıyla böyle bir anlayış hurafedir. Şöyle ki bu ayın diğer aylardan hiçbir farkı yoktur. Hz. Peygamber böyle bir anlayışı reddetmiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadisi Şerifinde bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Eşya da uğursuzluk yoktur, Safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur.” (Müslim, “Selâm”, 102)
Promosyon bir malı almak caiz mi?
Öncelikle şunu bilmek gerekir ki alış


Kişi vefat ettiğinde önce hangi borçları ödenir?

Dinen insanın borcu ikiye ayrılmaktadır. Allah’a karşı borçlar, kullara karşı olan borçlar. Bir kimse, üzerinde mesela oruç borcu olduğu halde vefat etmişse bu onun için Allah’a karşı bir borçtur. Kişi hayattayken bu oruçlarını tutmaktan aciz kalmış ise, orucunun borcunu fidye vererek ödemelidir. Ödeyememiş ise o zaman mirasından ödemeleri için mirasçılarına vasiyet etmelidir.
Aynı şekilde zekat, kefaret gibi borçları için de vasiyet ederse varisleri bunu bıraktığı mirasın üçte birinden yerine getirmek zorundadırlar. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler. Borç Allah’a karşı değil de kullara karşı ise o zaman bu borcu kişi ya ödemeli ya da helallik almalıdır. Zira dinimizde insanların kul haklarına saygılı olunması emredilmiş; kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim Veda Hutbesinde efendimiz: “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır. )” (Buhari, Hac, 132) buyurmuştur. Bu yüzden ölen kişinin borçları varsa, techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından borçları ödenir. Kalan miras borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, bu terikenin tamamı borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür. Ancak İslam alimleri kişinin ölümünden sonra kalan borçlarını ödeme hususunda öncelik Allah hakkı mı yoksa kulların hakkı mı hususunda ihtilaf etmiştir. Bazı mezhepler öncelikle Allah’ın hakkı


İnsanlara zarar veren kimsenin arkasından konuşmak caiz mi?

Gıybet, Müslüman veya kafir olsun fark etmeksizin ki bir kimsenin ayıbını ve kusurunu, onu kötülemek için arkasından söylemek ve başkalarına anlatmaktır.
Gıybet, İslam’ın yasakladığı büyük günahlardan birisidir. Gıybeti yapmak günah olduğu gibi hoşlanarak da dinlemek aynı şekilde günah ve haramdır.
Nitekim ayeti Kerimde bu hususta şöyle buyrulmaktadır: “Birbirinizin gıybetini yapmayınız.” [Hucurat 12]
Hz. Peygamber de bu hususta şöyle buyurur: “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” sahabeler, “Allah ve Resulü daha iyi bilir!” dediler. Bunun üzerine: “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: “Ya benim söylediğim anda varsa, (Bu da mı gıybettir?)” dedi. Hz. Peygamber, “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir.”
Dolayısıyla bir kişide olan kusuru söylemek gıybet, olmayanı söylemek ise iftiradır. Her iki durumda da kul hakkı işlenmiş ve büyük günaha girilmiş olunur.
Ancak bazı durumlarda kişinin gıybetini yapmak caizdir. Mesela: Kişi, insanları dini ve dünyevi hususlarda kandırıyorsa ya da zarar veriyorsa, kendinse nasihat edilmesine


Koronavirüsü'nün Bize Hatırlattıkları...

Yüce Mevla Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155.) Allah, bu ayet misali bugün bütün dünyayı bir virüs ile sınav etmektedir. Güçlü- zayıf, fakir-zengin, genç-yaşlı, kadın-erkek, inanan- inanmayan herkes bu korona virüsünden dolayı bir endişe ve korku içerisinde. Küçücük bir virüs bütün insanları esir aldı ve eve kilitledi. Öyle ki, dünyanın bir çok coğrafyasında sosyal ve iktisadi hayat durdu, sokaklar, caddeler şehirler boşaldı. Küçücük bir virüs bütün insanları teslim aldı, hayat durma derecesinde yavaşladı, ülkelere girişler çıkışlar yasaklandı, dünyada ulaşım neredeyse durdu, eğitime ara verildi, camilerde cuma namazı kılınmaz oldu, hemen hemen bütün İslam dünyasında camiler ibadete, Kabe tavafa kapatıldı, umre iptal oldu, belki hac da bu sene ertelenecek. Kısaca her şey durdu ya da iptal oldu. Aslında dünya ilk defa böyle büyük bir imtihanla ya da musibetle karşılamıyor, tarihte bu tarz imtihanların örnekleri çoktur ve insanlık tarihi bu örneklerle doludur. Bazı kavimlerinin helakı, yok edilen şehirler, masal ve efsane değil bilakis Kur’an’ın ve arkeolojik kalıntıların ortaya koyduğu hakikatlerdir. Aynı şekilde tarihte milyonlarca, milyarlarca insan bu tarz salgın hastalıklardan ölmüştür. Ancak ilk defa küresel anlamda ve aynı


Koronavirüsten dolayı cuma namazını terk etmek caiz mi?

Cuma namazı, şartlarını taşıyan her mükellefin yerine getirmesi gereken farz bir namaz ve Müslümanların bayramıdır.  Normal dönemlerde şartlarını taşıyanlar bunu kılmakla mükelleftir. Ancak bazı durumlar var ki cuma namazının farziyetini düşürmektedir. Hastalık da bunlardan biridir.
Ağır hasta olup Cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimse cuma namazına gitmeyebilir.
Aynı şekilde bulaşıcı hastalık da cuma namazına gitmemek için dini bir mazeret olarak kabul edilmektedir. Buna göre, koronavirüs hastalığının görüldüğü ülkelerde yaşayan Müslümanlar cumaya gitmeyebilir. Cuma namazı yerine evlerinde öğle namazını kılabilirler. Yetkili otoritelerce hastalığın yayılmaması için cuma namazı kılınmaması şeklinde karar alınması halinde, cuma ile mükellef olan kişilerden cuma namazı kılma sorumluluğu düşer yani cumayı kılmak farz olmaktan çıkar. Cuma yerine öğle namazını kılar.
Cuma namazını kılamayan öğle namazını sünnetleriyle birlikte mi kılar?
Cuma namazı farz olan ve şer’i bir mazeret olmadıkça terk edilemeyen temel ibadetlerden birisidir. Kişi cuma namazını meşru bir sebepten dolayı kılamamışsa yolculuk, ağır hastalık gibi… o zaman Cuma namazının yerine öğle namazını kılar. Öğle namazını da her gün kıldığı öğle namazı gibi farz ve sünnetlerle beraber kılar.
Başka bir memlekette ölen kimsenin Gıyâbî cenaze namazını kılmada bir sakınca var mı?
Bir kısım İslam bilginlerine göre, cenaze namazı kılınabilmesi


Kişinin yüzde yüz karla mal satması caiz mi?

İslam’ın ekonomik anlayışında serbest piyasa anlayışı vardır. Bu anlayışta isteyen istediği oranda mal alır ve satar. Bu malı da istediği fiyata alır ve satar. Tabi olağan durumlar için geçerlidir. Ancak olağan üstü dönemlerde deprem, afet, kıtlık… Dönemlerinde devlet gerektiğinde malın hem stokunu, karaborsasını, önlemek hem de kıtlıktan dolayı insanların mağdur duruma düşmemeleri için fiyatlara fıkhi bir tanımla narh koyabilir. Yani fiyatlara sınırlama getirebilir. Lakin bugünkü piyasa koşulları gibi zamanlarda fiyatlara sınırlama getirilmez. Fiyatlara sınırlandırma getirilmediği gibi aynı zamanda kar oranlarına da bir sınırlandırma getirilmez. Çünkü istenilen bütün temel ihtiyaçlar her yer de var. Günümüzde de serbest rekabet piyasası var. Bir markette ya da iş yerinde satılan malının fiyatını beğenmeyen vatandaş hemen diğer marketten ya da iş yerinden ihtiyacını alabiliyor. Kıtlık ve karaborsa olmadığından fiyatlara ve kar oranlarına bir oran koyulmaz. Tabi her ne kadar dinen fiyatlara bir oran koyulmasa da Müslüman yakışan başta ticaretinde olmak üzere hayatın her alanında ehli vicdan olmasıdır.
Bir malı peşin fiyatından fazla bir fiyata vade farkı koyarak satmak caiz midir?
Bir malı peşin fiyatına nispetle farklı bir fiyat ile vadeli olarak satmak caizdir. Bu konuda mezhepler arasında bir ihtilaf yoktur. Çünkü burada paranın malla değişimi söz konusudur. İslam hukukuna göre böyle bir muamelede


Dua ederken dikkat etmemiz gereken bir husus var mı?

Dua, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi, insanın halini Allah’a arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, manevi bir bağ anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve gücü sınırlı olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu manevi bir köprüdür.
Özet olarak duanın yöntemi şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanarak duaya ısrarla devam edilmeli zira peygamber efendimiz dua da ısrar etmeyi tavsiye ediyor. Onun için kişi sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli, yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca kişi isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamdü sena Peygamber’e salat ve selam getirmelidir.
Sıkıntılar kişinin günahlarını affettirir mi?
İnsanın başına gelen sıkıntı ve hastalıklar onun günahlarına kefaret olur. Yani başa gelen ölümlere, sıkıntılara, acılara, elemlere, hastalıklara sabredip Allahtan gelenin baş üstünde yeri var deyip metaneti ve vakarı korumak kişinin günahlarına kefferattir.  Yani kişinin günahlarını affettirme vesilesidir. Nitekim sevgili peygamberimiz bir hadisi şerifinde bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır: “Mü’mine musibet


Bela ve musibetleri nasıl değerlendirmek lazım?

Belaları ve musibetleri üç gurupta değerlendirmek gerekir.
a.) İnsan iradesinin söz konusu olmadığı belalar ve musibetler (depremler, engelli olarak doğmak gibi).
b) İnsan iradesinin kısmen söz konusu olduğu belalar ve musibetler (kısmen kabahatli olduğumuz trafik kazaları gibi).
c) İnsan iradesinin söz konusu olduğu belalar ve musibetler (alkollü araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi).
Allah’ın ilmine bakan boyutuyla bunların hepsi kader olmakla birlikte, ilki ve belli oranda ikincisi terim anlamıyla da kaderdir. Bu çeşit bela ve musibetler sabretmek şartıyla günahlara kefaret olduğu gibi Allah indinde daha yüksek derece almaya da vesiledir. Sonuncusu ise insanların hatasından kaynaklandığı için, ilahi ilim açısından kaderin dışında olmamakla beraber insanlar bundan sorumludur.
Mümine düşen her çeşit bela ve musibetlerden Allah’a sığınmak, fakat eğer bunlara maruz kalınırsa sabretmek ve kadere inanarak teselli bulmaktır. Şunu unutmamak gerekir ki Allah sonsuz rahmet ve inayet sahibidir.
Dolayısıyla musibete maruz kalan bir kimseyi, sabretmesi şartıyla büyük mükâfatlara nail kılacaktır. Ayrıca Allah insanları imtihan ettiği için, dilerse birtakım bela ve musibetler verebilir. İnsanlar bu durumda kulluklarının gerektirdiği tutum içinde olmalıdırlar.
Yurt dışında yaşayan bir kimse Müslüman olmayan kimseden kan alabilir mi?
Tedavi için yapılan kan naklinde, kan


Dua ederken dikkat etmemiz gereken bir husus var mı?

Dua, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi, insanın halini Allah’a arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua, manevi bir bağ anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve gücü sınırlı olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu manevi bir köprüdür. Özet olarak duanın yöntemi şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanarak duaya ısrarla devam edilmeli zira peygamber efendimiz dua da ısrar etmeyi tavsiye ediyor. Onun için kişi sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli, yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca kişi isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamdü sena Peygamber’e salat ve selam getirmelidir.
Sıkıntılar kişinin günahlarını affettirir mi?
İnsanın başına gelen sıkıntı ve hastalıklar onun günahlarına kefaret olur. Yani başa gelen ölümlere, sıkıntılara, acılara, elemlere, hastalıklara sabredip Allahtan gelenin baş üstünde yeri var deyip metaneti ve vakarı korumak kişinin günahlarına kefferattir.  Yani kişinin günahlarını affettirme vesilesidir. Nitekim sevgili peygamberimiz bir hadisi şerifinde bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır: “Mü’mine musibet nevinden


Bela ve musibetleri nasıl değerlendirmek lazım?

Belaları ve musibetleri üç gurupta değerlendirmek gerekir.
a.) İnsan iradesinin söz konusu olmadığı belalar ve musibetler (depremler, engelli olarak doğmak gibi).
b) İnsan iradesinin kısmen söz konusu olduğu belalar ve musibetler (kısmen kabahatli olduğumuz trafik kazaları gibi).
c) İnsan iradesinin söz konusu olduğu belalar ve musibetler (alkollü araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi).
Allah’ın ilmine bakan boyutuyla bunların hepsi kader olmakla birlikte, ilki ve belli oranda ikincisi terim anlamıyla da kaderdir. Bu çeşit bela ve musibetler sabretmek şartıyla günahlara kefaret olduğu gibi Allah indinde daha yüksek derece almaya da vesiledir. Sonuncusu ise insanların hatasından kaynaklandığı için, ilahi ilim açısından kaderin dışında olmamakla beraber insanlar bundan sorumludur.
Mümine düşen her çeşit bela ve musibetlerden Allah’a sığınmak, fakat eğer bunlara maruz kalınırsa sabretmek ve kadere inanarak teselli bulmaktır. Şunu unutmamak gerekir ki Allah sonsuz rahmet ve inayet sahibidir.
Dolayısıyla musibete maruz kalan bir kimseyi, sabretmesi şartıyla büyük mükâfatlara nail kılacaktır. Ayrıca Allah insanları imtihan ettiği için, dilerse birtakım bela ve musibetler verebilir. İnsanlar bu durumda kulluklarının gerektirdiği tutum içinde olmalıdırlar.
Yurt dışında yaşayan bir kimse Müslüman olmayan kimseden kan alabilir mi?
Tedavi için yapılan kan naklinde, kan


Koronavirüsten ölen kimsenin cenazesi yıkanır namazı kılınır mı?

Koronavirüsten dolayı ölen kimse başkalarına da bulaştırma ihtimali varsa yani tıbben yıkanması sakıncalı ise yıkanmaz. İmkan varsa teyemmüm aldırılır. Buna da imkan yoksa olduğu şekli ile kefenlenir namazı kılınır ve defnedilir. Hatta salgını önleme adına bu kimseyi tabutla da defnetmek dinen caizdir.
Koronavirüsten dolayı cuma namazını terk etmek caiz mi?
Cuma namazı, şartlarını taşıyan her mükellefin yerine getirmesi gereken farz bir namaz ve Müslümanların bayramıdır. Normal dönemlerde şartlarını taşıyanlar bunu kılmakla mükelleftir. Ancak bazı durumlar var ki cuma namazının farziyetini düşürmektedir. Hastalık da bunlardan biridir. Ağır hasta olup Cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimse Cuma namazına gitmeyebilir. Aynı şekilde bulaşıcı hastalık da cuma namazına gitmemek için dini bir mazeret olarak kabul edilmektedir. Buna göre, koronavirüs hastalığının görüldüğü ülkelerde yaşayan Müslümanlar cumaya gitmeyebilir. Cuma namazı yerine evlerinde öğle namazını kılabilirler. Yetkili otoritelerce hastalığın yayılmaması için cuma namazı kılınmaması şeklinde karar alınması halinde, cuma ile mükellef olan kişilerden cuma namazı kılma sorumluluğu düşer yani cumayı kılmak farz olmaktan çıkar. Cuma yerine öğle namazını kılar.
Cuma namazını kılamayan öğle namazını sünnetleriyle birlikte mi kılar?
Cuma namazı farz olan ve şer’i bir mazeret olmadıkça terk edilemeyen temel ibadetlerden birisidir. Kişi cuma namazını meşru bir sebepten dolayı


Tedbirli olmak kadere aykırı mı?

Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i Mahfuz'da takdir ve tespit edilmiş ise, onda değişiklik cari olamaz. Ama Biz hayatımızı kurallara ve emredilene göre yaşamak zorundayız.
Başımıza gelecekleri ya da kavuşacağımız nimetleri ve güzellikleri biz bilemeyiz. Zira biz gayb ilmine sahip değiliz. Dolayısıyla hayatımızı yaşarken nasıl rızkı veren Allah olduğu halde rızık temini için çalışıyorsak aynı şekilde başımıza gelmesi muhtemel kaza ve tehlikeleri bertaraf etmek için de tedbir almak zorundayız.
Ama aldığımız bu tedbir asla kadere muhalif değildir. Bilakis bu tedbiri almamak tıpkı rızkı aramamak ve sebeplere sarılmamak gibi yanlıştır.
Secdede başı secdeden hemen kaldırmak namaza zarar verir mi?
Fıkıh dilinde, rüku ve secdede beklemeye tadili erkan denir. Tadili erkan, rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli olarak yapmak demektir. Namaz, müminin miracı ve İslam'ın ana direklerinden bir direk olduğundan kılındığında belli bir hassasiyet, önem ve düzgünlük içerisinde kılınması lazım.
Tadili erkana uyularak kılınan namaz, şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böyle bir ehemmiyet içinde kılınan namaz “üstün körü” kılınmadığından bilakis tabiri caizse “dört başı mamur” kılınmadığından Allah indinde makbul olur. Böylece namazdan beklenen ibadet amacı da hasıl olmuş olur.
Tadili erkan, Şafii, Hanbeli, Maliki ve Hanefi fıkıhçısı


Maaş Promosyonu ve Dini Hükmü...

Bankaların memur, işçi ve emeklilere verdiği maaş promosyon oranlarını açıklamakla ülkemizde son günlerde maaş promosyonu ve hükmü dinen caiz mi değil mi anlamında çokça tartışılır oldu.
Peki bankaların verdiği bu maaş promosyonları dinen caiz mi?
Öcelikle şunu ifade edelim ki; İslam dini, faizi ve faizli işlemleri naslarla yasaklamış ve haram kılmıştır. Nitekim Yüce Mevla Kur’an-ı Kerim’de bu hususta mealen şöyle buyurmaktadır:
 “Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i-İmran 3/130)
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara 2/275)
Hz. Peygamber de Hadis-i Şerifinde şöyle buyurmaktadır:
“Helâk edici şu yedi şeyden kaçınınız; Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak” (Buhârî, “Vasâyâ”, 23; Müslim, “Îmân”, 144.)
“Faiz yiyen, yediren, yazan ve buna şahitlik eden kimseye lânet olsun hepsi (günahta) eşittir.” (Müslim, “Müsâkât,” 106.)
Çağdaş


Olağanüstü durumlarda bir malın fiyatına sınırlama koymak caiz mi?

İslam’ın ekonomik anlayışında serbest piyasa anlayışı vardır. Bu anlayışta isteyen istediği oranda mal alır ve satar. Bu malı da istediği fiyata alır ve satar. Tabi olağan durumlar için geçerlidir. Ancak olağan üstü dönemlerde deprem, afet, kıtlık… Dönemlerinde devlet gerektiğinde malın hem stokunu, karaborsasını, önlemek hem de kıtlıktan dolayı insanların mağdur duruma düşmemeleri için fiyatlara fıkhi bir tanımla narh koyabilir. Yani fiyatlara sınırlama getirebilir.
Lakin bugünkü piyasa koşulları gibi zamanlarda fiyatlara sınırlama getirilmez. Fiyatlara sınırlandırma getirilmediği gibi aynı zamanda kar oranlarına da bir sınırlandırma getirilmez. Çünkü istenilen bütün temel ihtiyaçlar her yer de var. Günümüzde de serbest rekabet piyasası var. Bir markette ya da iş yerinde satılan malının fiyatını beğenmeyen vatandaş diğer marketten ya da iş yerinden ihtiyacını alabiliyor.
Kıtlık ve karaborsa olmadığından fiyatlara ve kar oranlarına bir oran koyulmaz. Tabi her ne kadar dinen fiyatlara bir oran koyulmasa da Müslüman yakışan başta ticaretinde olmak üzere hayatın her alanında ehli vicdan olmasıdır.
Bankaların Memur İşçi ve Emeklilere Verdiği Maaş Promosyonlarını almak caiz mi?


İnternetten indirilen programları kullanmak caiz mi?

Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz.
İslam emeğe büyük değer verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) buyurulur.
Hz. Peygamber de emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhari, Büyu’, 15) buyurmuşlardır.
Teknolojinin geliştiği, insan emeğinin çok değişik şekil ve ortamlarda tezahür ettiği günümüzde aynı ölçüde hak ve emek ihlalleri söz konusu olmaktadır. Bu hak ihlalleri elektronik ve bilgisayar dünyasında da yaşanmaktadır. Bu tür haksız davranışlar sadece bireylerin hakkını gasp etmiş olmamakta, aynı zamanda, o alanlarda emek harcayan insanların yeni ürünler üretme konusundaki şevkini kırmakta, bu da geniş anlamda kamu hakkı ihlaline dönüşmektedir.
Bu sebeple birer emek mahsulü olarak internet ortamına geçirilmiş olan her türlü program, yazılım, kitap müzik vb. ürünleri ilgililerin izni olmadan elde


İş elbisesi ile namaz kılmada bir sakınca var mı?

Namazın şartlarından birisi de necasetten temizlenmektir. Namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı... gibi namaza engel necasetler bulunmamalıdır. Tesettüre uymak ve temiz olmak şartı ile iş elbisesi ve pijama ile namaz kılınabilir. Bu itibarla, işin cinsine göre iş elbisesinde bulunan madeni yağlar, pas ve benzeri kirler namazın sıhhatine engel değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kur’an’ın emridir.


Evin kapısını açık bırakmak rızkı artırır inancı doğru mu?

Seher vakti, dinen rızıkların dağıtıldığı vakittir. Bu dağıtma işlemi sırasında insanın o saatte uyanık bulunması ve bu dağıtılan rızıktan bol nasiplenmesi için kişinin hem uyanık olması hem de rızkı elde edebilmek için çalışması tavsiye edilir.
Seher vaktinde ayakta olmak yani uyumamak bir nevi o vakitte dağıtılan rızkı istemek için bir duadır.
Ancak İslam itikadında seher vaktinde dağıtılan rızkı elde etmek için kapının, pencerenin açık bırakılması inancı yoktur. Bilakis bu bir hurafedir.
Zira rızık insanın çalışmasına bağlı olarak ve sebeplere müracaat etmeye göre dağıtılmaktadır. Ayrıca seher vaktinde kapıyı, pencereyi açık bırakmak hırsızlara davetiye çıkarmaktır ki daha fazla rızık elde edeyim derken kişi eldeki malından da olabilir.
Ahiret gününde haşir nasıl olacaktır?
Haşir, Allah’ın insanları hesaba çekmek üzere tekrar dirilişten sonra bir araya toplamasıdır. İnsanların toplandıkları yere mahşer denilir. Kur’an-ı Kerim’de mahşerden ve bu sırada yaşanacak olaylardan bahseden pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden birinde şöyle buyurulur: “Allah, onları sanki


İbadetler cennete girmek gayesiyle mi yapılmalıdır?

Allah, Kur’an-ı Kerim’de mealen, “Ben insanları ve cinleri ibadet etmeleri için yarattım” (Zariyat, 51/56) buyurur. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi insanın görevi rabbine kulluk etmektir. Bu kulluğunu da sadece ona yapmakla mükellef olduğu gibi aynı şekilde, “Ameller niyetlere göredir.” (Buhari, “İman”, 41.) Hadisine binaen de ibadeti sadece onun rızası için yapmalıdır. Buna göre ibadetler Allah rızası için yapılmalı, bu gaye ile yapılan ibadet Allah’ın rızasını kazandırdığı gibi aynı zaman da cenneti de kazandırır. Bunun yanında her mümin cennete gitme ve cehennemden uzaklaşma ister. Bunun için de ibadetlerini yapar. Ancak ibadetlerini cehennemden uzaklaşma ve cennete gitme isteği ile yaparsa ibadetlerin hikmet ve gayesini anlamamış olur. Onun için ibadetlerimizdeki gaye Allah’ın rızası olmalıdır. O rıza ki zaten cenneti kazandıracaktır. 
İbadetlerin yapılması veya ihmal edilmesi açısından eşlerin birbirine karşı sorumluluğu var mı?
İslam’a göre herkes yaptıklarından sorumludur. Kimse kimsenin yaptığından sorumlu değildir. Nitekim bu hususta Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurulmaktadır: “Hiç bir günahkar, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiç bir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz)” buyrulur (Fatır, 35/18). Aynı şekilde İslam, her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bunun sonucu olarak yaptıklarından sorumlu olacağını


Secde ayeti okunduğunda abdesti olmayan secde yapabilir mi?

Secde ayeti okunduğunda, okuyan da, dinleyen de secde yapması Hanefi mezhebine göre vacip Şafiilere göre ise sünnettir. Ancak her iki mezhebe göre de abdestleri yoksa abdest almaları gerekir veya abdest aldıkları zaman secdeyi yaparlar. Abdestsiz secde yapmaları uygun değildir.
Cemaatle namazdan sonra topluca tespih çekmek bid’at mıdır?
Namazlardan sonra bilinen şekliyle zikirleri çekmek, sahih hadislerle tavsiye edilmiştir. Bu tesbihat topluca çekilebileceği gibi, münferit olarak da camide veya cami dışında çekilebilir. Bu nedenle, cemaatle namazdan sonra topluca tespih çekmek bid’at değildir. Bilakis güzel bir davranıştır.
Çocuğum sağ-salim doğarsa bir kurban keseceğim diyen kimse bu adaktan yiyebilir mi?
Bu bir adaktır şart yerine gelirse kesilmesi vacip hale gelir. Yani çocuk doğarsa bu adak kesilmek zorundadır. Ancak adak yapan kimse, adadığı hayvanın etinden yiyemez. Etin tamamını dağıtması gerekir. Şayet bir miktar yemiş olursa, yediği etin kıymetini fakirlere para olarak vermesi gerekir. Adak yapan, adadığı hayvanın etini, fakir olsalar bile, usul ve füruna ve geçimi üzerine bağlanmış bulunanlara yediremez. Usul, ana ve baba tarafından yükselen soya denir. Füru, evlatlardan aşağı


İşlenen günah imana zarar verir mi?

İman inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Bir kimse, iman esaslarının tümünü kabul edip de, bir ya da birkaçına inanmazsa, iman etmiş sayılmaz. Bu durumda, iman gerçekleşmediğinden, artması ve eksilmesi söz konusu değildir. Ancak güçlü ve zayıf olmak açısından farklılık gösterir; kiminin imanı kuvvetli, kiminin zayıftır. İmanda bu çeşit farklılığın bulunduğuna Kur’an-ı Kerim’de işaret edilmiştir: “Herhangi bir sure indirildiğinde, içlerinden (alaylı bir şekilde) ‘bu hanginizin imanını artırdı?’ diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sure onların imanını artırmıştır.” (Tevbe 9/124); “O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir.” (Fetih 48/4); “Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların (mü’minlerin) imanlarını artırır.” (Enfal 8/2) Buna göre kişi günah işleye işleye imanını zayıflatmaktadır.
Neden tek bir mezhep yoktur?
Mezheplerin ortaya çıkışı, dini sebeplere dayanmaktadır. Peygamber döneminde dini konularda bir ihtilaf söz konusu değildi. Çünkü bir problem olduğunda Hazreti Peygamber’e sorularak çözümleniyordu. Peygamberden sonra, sahabe ve tabiun döneminden itibaren görüş ayrılığı başlamış asr-ı Saadetten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar çoğalmıştır. Bu görüş ayrılıklarının belli bir nedenleri vardı. Kitap ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı anlaşılması ve yorumlanması, sözün hakikat veya mecaz


Tövbe kul hakkını affettirir mi?

İslam dini, inanç, ibadet ve muamelat olmak üzere üç kısımdan oluşur. İnanç kısmını inkar etmek yani imanının altı esasından birini Allah’ı, Peygamberi… inkar etmek küfürdür dinden çıkmadır. Diğer konularda haddi aşmak ise günahtır. İçki içmek, namaz kılmamak, yalan söylemek gibi. Kişi kafir olmadıkça günah işlemekle dinden çıkmaz. Küfür dışında günah işleyen kişi, ne kafir ne de münafık olur, imandan çıkmaz. Ama günahkar olur. İşlediği günahın büyüğüne göre de asi olur. Bu anlamda ibadet ve muamelat kısmında işlenen günah insanı kafir yapmaz günah işlendiğinde tövbe etmek gerekir. Tövbe edildiğinde de günahın işlenmemiş gibi affedileceğine inanırız. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de günah işleyenleri “Ey iman edenler, samimi bir tövbe ile Allah’a dönün” (Tahrim, 66/8) hitabı ile tövbeye ve halis bir pişmanlığa çağırmaktadır. İmanlı olmak kaydı ile işlenen günah tövbe edilmekle silinir ama dinden çıkmayı gerektiren bir fiil işlenmişse yani Allah, Peygamber, Ahiret, Kader… inkar edilmişse bunun tövbesi öncelikle tekrar imana ve İslam dönmek için iki şahadeti getirmektir. Ondan sonra tövbe ve istiğfar etmektir. Var olan kul hakkını affettirmek için ise tövbe etmek yetmez. Çünkü tövbe etmekle kişi kul hakkının sorumluluğundan kurtulamaz. Bunun için de hak sahibinin hakkını ödemek ve helalleşmek gerekir. Kullar birbirini affettikten sonra yapılan tövbe kabul


Kişi yanılarak adağının etinden yemişse ne yapması gerekir?

Adak kurbanının etinden, adağı yapan kişinin yemesi caiz olmadığı gibi; bu kişinin usul ve füruu yani annesi, babası, nineleri, dedeleri, çocukları, torunları sayılan kimseler yiyemezler. Adak kurbanının etini bu sayılanlar dışında kalan ve dinen fakir olan kimseler yiyebilirler. Şayet adak kurbanını kesen kişi bu adaktan yemiş ise fıkıhçılara göre yediği miktarın fiyatını fakirlere para olarak verecektir.
Abdestsiz Ayetül Kürsi ve İhlas suresini okumak caiz mi?
Kur’an-ı Kerimi abdestsiz tutmak ya da taşımak dinen caiz değildir. Ancak abdest yokken Kur’an-ı kerime dokunmadan ezberden okumanın bir sakıncası yoktur. Buna göre kişi abdestli olarak Ayetel Kürsiyi, ihlas suresini ya da bir başka ayet veya sureyi okuyabileceği gibi abdestiz olarak da kurana dokunmadan bunları ezberden okuyabilir. Ancak tabii ki Müslümanın her daim abdestli olması ya da abdestli olarak bu kısa sureleri okuması daha evladır.
Kına abdest veya gusle engel midir?
Abdest ve gusülde yıkanması gereken organların tamamının hiç kuru yer kalmadan yıkanması gerekir. Abdest alırken, yıkanması gereken organlardan birinde kuru yer kalırsa, abdest sahih/geçerli olmaz. Gusülde ise vücutta, suyun ulaşabildiği her yerin yıkanması gerekir.  Bu


Yapılan bir ibadetin ya da işlenen bir günahın imana faydası ya da zararı olur mu?

İman inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Bir kimse, iman esaslarının tümünü kabul edip de, bir ya da birkaçına inanmazsa, iman etmiş sayılmaz. Bu durumda, iman gerçekleşmediğinden, artması ve eksilmesi söz konusu değildir. Ancak güçlü ve zayıf olmak açısından farklılık gösterir; kiminin imanı kuvvetli, kiminin zayıftır. İmanda bu çeşit farklılığın bulunduğuna Kur’an-ı Kerim’de işaret edilmiştir: “Herhangi bir sure indirildiğinde, içlerinden (alaylı bir şekilde) ‘bu hanginizin imanını artırdı?’ diyenler olur. İman etmiş olanlara gelince, inen sure onların imanını artırmıştır.” (Tevbe 9/124); “O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir.” (Fetih 48/4); “Allah’ın ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların (mü’minlerin) imanlarını artırır.” (Enfal 8/2) Buna göre kişi günah işleye işleye imanını zayıflatmaktadır. Aynı şekilde kişi hayır işleye işleye ibadet ede ede de imanı artar.
Kaçak elektrik veya su ile yapılan ibadetten sevap alınır mı?
Kaçak elektrik veya su konusunu iki açıdan irdelemek gerekir. Birincisi kul hakkı ihlali ikincisi de ibadete olan etkisi. Kaçak elektrik veya su kullanan kimse öncelikle kul hakkını ihlal etmektedir. Neden ve nasıl kul hakkı ihlali? Çünkü kaçak elektrik veya su kullanmak kul hakkı