Dünyanın, hele hele Türkiye’nin artık nurtopu gibi bir sorunu var: susuzluk. Barajlar kurudu, önlemler alınmadı, vatandaş ise “suyumuz hiç bitmeyecekmiş gibi” har vurup harman savurdu. Ve işin en acı tarafı, bu kıtlık hâlâ devam ediyor.
Ama işte İzmir… Yazın ortasında popüler tatil ilçesi Çeşme’de sular kesildi. DSİ, İZBB, İZSU… Hepsi çözüm bulmakta geç kaldı. Ekim geldi, kış geldi; yağışlar yağdı ama barajları dolduracak kadar değil. Sonuç mu? İlçe ilçe, mahalle mahalle, saatlerce süren su kesintileri…
Peki neden? Alternatif çözümler yok muydu? Kuyu açmak, barajları takviye etmek, deniz suyunu arıtmak… Saymakla bitmez. Ama ne yazık ki önlemler hâlâ alınmadı. Mahallelerde, sokaklarda patlak borulardan yola akan sular sosyal medyanın gündemi oldu. Litrelerce, tonlarca su boşa aktı; İZSU müdahalede geç kaldı, vatandaş ise şikayet etmekten bıktı.
İklim krizinin yol açtığı susuzluk faturası, hem suyu israf eden hem de suya muhtaç kalan biz vatandaşa kesildi. Ama tekrar soralım: Suların kesileceği güne kadar gerçekten önlem yok muydu? Yok muydu? Yoksa önlem almak istemeyenler mi vardı?
Gerçek şu ki, kriz kapıya dayandığında, sorumluluğu üstlenmesi gerekenler uyuyor, vatandaş kendi can derdine düşüyor. Öte yandan, sorumsuz halk ise halı yıkamaya, araba yıkamaya, balkonlarını yıkamaya devam ediyor.
İzmir örneğinde olduğu gibi, su kesintileri bir şehir için artık yokluk değil, yönetimsizlik meselesi. Suyu boşa akıtanlar, çözüm üretmeyenler ve ihmalkârlar; bir gün su faturasını değil, güven kaybını ödeyecekler. Ama o gün gelene kadar, susuz kalan biz vatandaşlar, hem suyu boşa harcayan hem de susuz kalan kendi hikâyemizi yazıyoruz.
Ve bir kez daha soruyorum: Bu kriz önlenebilirdi. Peki, kim önlemedi? Kim çözüm üretmedi? Yanıt belli: Yetkili kurumlar ve sorumlular hâlâ koltuklarında oturuyor, biz hâlâ çeşmeden su bekliyoruz.