Kaybolan Mahalle Çocukluğu- Betona Sıkışan Oyunlar
- Oluşturulma Tarihi : 30.12.2025 09:00
- Güncelleme Tarihi : 30.12.2025 09:00
Bir neslin çocukluğu sokakların ritmiyle şekillenirdi: Koşuşturmanın, top seslerinin, düşüp kalkmanın doğal akışında gelişen bedenler ve ruhlar… Bugünün çocukları ise beton duvarların, apartman dairelerinin ve kapalı AVM alanlarının sınırlarına sıkışmış durumda. Modern yaşam biçimi, çocukların doğal oyun alanlarını, dolayısıyla da gelişimsel olarak ihtiyaç duydukları birçok beceriyi sessizce ortadan kaldırıyor.
Mahalle kültürü, çocuklar için sadece bir oyun alanı değil; aynı zamanda güçlü bir ekolojik gelişim ortamıydı. Bronfenbrenner’in Ekolojik Sistemler Kuramına göre çocuk, çevresiyle kurduğu çok katmanlı ilişkiler içinde büyür. Sokak, çocuğun mikrosisteminin en canlı parçasıydı. Burada spontan etkileşimler yaşar, çatışır, barışır, sınır koymayı ve sınır almayı öğrenirdi. Günümüz çocuklarında bu etkileşimin yerini daha izole, daha kontrollü ve daha yapay sosyal deneyimler almaya başladı.
Serbest oyun alanlarının kaybı, çocukların öz düzenleme (self-regulation) becerilerini de doğrudan etkiliyor. Sokak oyunlarında çocuk, duygusunu yönetmeyi, risk almayı, problem çözmeyi ve akranıyla gerçek zamanlı iletişim kurmayı öğrenirdi. Bu doğal süreçler, bugün yerini planlı ve yapılandırılmış etkinliklere bıraktığından çocukların içsel motivasyonu, yaratıcılığı ve davranışsal esnekliği zayıflayabiliyor.
Betonlaşma ve kapalı yaşam, aynı zamanda çocuğun fiziksel hareketliliğini de sınırlandırıyor. Hareket; yalnızca bedensel gelişimi değil, aynı zamanda duygusal düzenleme, bilişsel esneklik ve stres toleransı gibi birçok psikolojik beceriyi doğrudan destekler. Mahalle oyunları, çocuğun beden farkındalığını ve çevresel uyaranlara verdiği tepkileri güçlendirirdi. Günümüzde hareketsizlik, hem fiziksel hem de duygusal açıdan kırılgan bir nesil oluşturma riskini taşıyor.
Sosyal açıdan bakıldığında mahallede büyümek, çocuğun sosyal yeterlilik, empatik beceri ve akran ilişkilerini yönetme kapasitesini doğal şekilde artırırdı. Apartman yaşamı ve kapalı alan ağırlıklı oyunlar bu fırsatları sınırlandırırken, çocuğun duygularını düzenlemede akran desteği ve spontan etkileşimden mahrum kalmasına neden oluyor. Bu durum uzun vadede çekingenlik, sosyal kaygı ve dış dünyaya karşı temkinli yaklaşma eğilimini artırabiliyor.
Tüm bu değişimlere rağmen çözüm çocukları tekrar sokaklara “eski hâliyle” göndermek değildir; çünkü güvenlik ve toplumsal yapı değişmiştir. Ancak aileler ve eğitimciler, çocuklara serbest oyun alanları, açık hava etkinlikleri, akran etkileşimi fırsatları ve yapılandırılmamış oyun zamanları sağlayarak mahalle kültürünün ruhunu yaşatabilir. Çocukların geniş alanlarda hareket etmesi, risk alması ve özgürce deneyim yapabilmesi, modern dünyanın kaybettirdiği birçok beceriyi geri kazandırabilir.
Sonuç olarak, kaybolan mahalle çocukluğu sadece bir nostalji değil; çocuk gelişiminin temel taşlarından birinin sessizce yitip gitmesidir. Bu taş yerine konulmadığında, yetişkinlikte dahi hissedilen sosyal ve duygusal boşluklar ortaya çıkabilir.
“Mahalle kaybolduğunda, aslında çocukluğun özgür nefesi de betonun içinde sıkışıp kalır.”