19 Mayıs 1919’un hepimizde ayrı bir yeri var şüphesiz. Milli mücadelenin idraka atılan ilk adımı olarak geçer tarih kitaplarımızda. Ardından planları doğrultusunda sağlam adımlarına Türk milletinin kalbi olarak iz bırakan Mustafa Kemal, Samsun’dan Havza’ya geçer. Ve tarih 28 Mayıs 1919’u gösteriyorken, yaşanılan durum ilk defa halka anlatılmış olup oluşturulan “Milli bilinç de” Havza’da uyandırılmıştır. Üstelik işgaller altında olduğumuzdan halkın hiç haberi olmayan kesim bile vardı. Çünkü günümüzde salisesinde iletişim sağladığımız imkanlar o zamanlarda yoktu. Bunun için Samsun’a ayak bastıktan sonra Havza’ya gitti ve burada milli bilinci aşılamak ve hatta idrakı sağlamak için mitingler düzenlenmesi gerektiğini belirten madde koydurttu bu genelgeye. İngiltere’nin arzusu onların manda devleti olmamızdı. İstanbul hükümeti de bu durumu destekliyordu. Çünkü ya işgal edileceklerdi ki Osmanlı bitap durumdaydı bu olasılıkların en yükseği idi. Ya da bu yolla bir süre de olsa korunacaklarını düşünüyorlardı. İki ihtimal vardı onlar için. Eğer halk ayaklanırsa İstanbul hükümeti onları koruyamaz durumdaydı. Çünkü Mondros ateşkes antlaşmasının 7. maddesine göre böyle bir durumda İtilaf devletlerinin bu bölgeleri işgal etme hakkı bulunmaktaydı. Ne hak ama. Kendi toprağımızın geleceği bizim ellerimizde olmayacak kadar aciz duruma düşmüştük. Oysa Türk milletinin ruhunda bağımsızlık vardı. Ancak İstanbul hükümeti böyle düşünmüyordu. Kaçış yolunu diriyken ölmek olarak gördü. Mustafa Kemal’i 9. Ordu kumandanlığı müfettişi görevine atadı. Halkı bastırsın, vatanımızın içinde bulunduğu durum Anadolu halkı tarafından bilinmesin diyeydi bütün emirler. Mustafa Kemal çok doğru bir karardı vatanımız için lakin istedikleri bu değildi tabi. Neyse bilindiği üzere Mustafa Kemal’in içindeki ruh bu görevin tam aksine ona Anadolu halkını uyandırmasını söylüyordu. Belki birçoğumuz, Mustafa Kemal’in yerine bu göreve atansaydık, hür düşüncedeki bir insan çerçevesinde, asla kabul etmezdik böyle bir vazifeyi. Ancak Mustafa Kemal’i Atatürk yapan da şüphesiz onun zekasıydı, ileri görüşlülüğüydü. Düşüncesini yaymak için bu fırsatı kullanacaktı. Hem kendi görevine getirilecek ve halkın direnişini engelleyen başka bir insandan kurtaracaktı halkı bu vazifeyi kabul ederek, hem de bu durumda bu görevle rahatlıkla Karadeniz’in sularında yol alırken; Samsun’a ayak basmak ve düşüncesini zihinlere yaymak için ayağına gelen büyük bir fırsattı. Halkı bastırmak için Mustafa Kemal görevlendirilmişti. Bölge halkının ellerinden silahları toplayacaktı böylece Türk halkı bağımsızlık mücadelesine girişemeyecekti. Tabi hükümet tarafından planlanan buydu. Çünkü iki ihtimal vardı ya köle gibi yaşamaktı ya da köle gibi ölmek. Ancak bu iki ihtimal Mustafa Kemal için, Türk milleti için yoktu. Tek ihtimal vardı o da hür doğan Türk milletinin hür ölmesi. Bağımsızlığı elden giden Türk, tıpkı bir Bozkurt gibi ölümü tercih ederdi. Mustafa Kemal’in içindeki ruh da bu ruhtu. Düşünsenize özgürlüğümüzü, özgürlüğümüz kısıtlansın diye görevlendirilen birine borçluyuz. Ne kadar garip... Türk halkını durdurmak için görevlendirdikleri kişinin, Türk halkının gerçek kurtuluşu olduğunu nereden bilebilirlerdi ki. Türk’e esir olmak , tehdit altında yaşamak yakışır mıydı hiç? Mustafa Kemal Havza’nın ardından 22 Haziran 1919’da (101 yıl önce bugün), Amasya’ya geçti. Ve daha detaylı bir genelge yayınlattı. Kurtuluş Savaşının gerekçesi de, Amasya Genelgesiyle sunuldu. Vatanın bağımsızlığı ve bütünlüğü tehlikededir, maddesini yaydı.
İstanbul hükümetinin artık üstüne düşen görevleri yerine getiremediğini belirtti. bu nedenle halk tarafından milli mücadelenin adımlarının birlik ve beraberlik içinde atılması için çok çaba sarf etti. “Milletin istiklalini yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.” İlkesi ile yola çıktı. Halka kan aşıladı. Milli birlik ve beraberlik sağlanmadan milli topraklarımızı koruyamayacağımızı biliyorduk artık. KURTULUŞ SAVAŞINA GİDEN BU YOLDA
Milletimizin bağımsızlığı tehlikedeydi. Uyan Türk, dahası var mı? Vatanımızın bütünlüğü dağılma tehlikesi altındaydı! Milli mücadeleye gerek duyulan zamanın içindeydik. İstanbul hükümeti İngilizlerin esiriydi. Bu nedenle halkı ancak halk kurtarabilirdi. Bu da yeni yönetim içindeki demokrasinin ilk adımıydı bir yerde. Diğer bir değişle rejim değişikliğinin ilk habercisiydi. Bunun için de bir kurtuluşa gidilmesi şarttı. Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay bu genelgenin altında imzası olan bu ruh sayesinde Türk milletini kurtuluşa kavuşturan kişiler oldu. Halkın kurtuluştan başka yolu yoktu. Ya yaşamaktı kökenini milletini bilmeden prangalara mahkum. Ya da hür ölmek uğruna o zincirleri koparmayı bilmekti. İnsan ne için yaşardı ki? Müebbet yemiş bir beden uğruna mı, yoksa özgürlük toprakta bile olsa onu tatmak uğruna mı? Başka toplumları bilmem ama o yaşam, yaşam değilse şayet biz Türk milleti yaşarken ölmeyi tercih ederiz böyle durumlarda. Yine öyle oldu. Atalarımızın özgür ruhuna sadık kaldık. Cumhuriyetimizin yılmaz bekçilerine selamla..