Sayfa Yükleniyor...
Abdest alırken abdeste yıkanması gereken bütün organları yıkamak ve ıslatmak farzdır. Kirpiklerde ıslanması gereken organlardan birisidir.
Kirpiklere takılan takma kirpik suyun orijinal kirpikle temasını kestiği için abdest ve gusle engel olmaktadır. Bundan dolayı da abdest ve gusül eksik ve geçersiz demektir.
Kan kardeşliği kişileri dinen birbirine mirasçı yapar mı?
İslam dininde kan kardeşliği diye bir kardeşlik yoktur. Kan kardeşliği dini bir kardeşlikten ziyade örfi bir kardeşliktir. Buna bağlı olarak, bu tarz kardeşlik kişiler arasında olan dini haramları helallaştırmaz, helalleri de haramlaştırmaz. Örneğin, kan kardeşliği evliliğe engel olmaz. Aynı şekilde birbiri ile dinen evlenebilecek kişiler arasındaki helal haram hususu kan kardeşliğinden dolayı değişmez.
Aynı şekilde kan kardeşliği kişiler arasında miras hakkı doğurmaz. Yani birbirine kan kardeşi olmuş taraflardan biri vefat ettiğinde diğeri ölen kişiye mirasçı olmaz.
Şartlı borç vermek caiz mi?
İmkânlar dâhilinde kişinin ihtiyacını görmek, yardımcı olmak, borç vermek dinen hoş ve güzel olan bir davranıştır. Ancak bu yardım veya borcu bir menfaat karşılığında yapmamak lazım. Hatta bir menfaat elde etmek karşılığında yapmak dinen caiz değildir.
Fakat bir
Kaçak elektrik veya su konusunu iki açıdan irdelemek gerekir. Birincisi kul hakkı ihlali ikincisi de ibadete olan etkisi. Kaçak elektrik veya su kullanan kimse öncelikle kul hakkını ihlal etmektedir. Neden ve nasıl kul hakkı ihlali? Çünkü kaçak elektrik veya su kullanmak kul hakkı işlemektir. Zira elektrik ve su faturasının parasını vermeyerek bunları kullandığından o para başka faturalara yansımaktadır. Şayet yansımasa dahi sua ve elektriği kaçak kullanmasaydı yatıracağı para tüyü bitmemiş yetimlere, dullara, kimsesizlere ve genel manada halka yol, su, elektrik, okul… gibi hizmet olarak dönecekti. Bu gayr-i ahlaki davranışı ile bu insanların hakkını gasp ettiğinden kul hakkı yemiş olmaktadır ki kul hakkı Allah’ın şirk koşma ile beraber affetmediği bir günahtır. Yine bu yolla devletin ekonomik açıdan zayıflamasına sebep olmaktadır. Vatanı sevmek ve korumak ise her Müslüman’ın bir görevidir.
Kaçak su ve elektrikle yapılan ibadete gelince kaçak su ile yapılan ibadetin sevabı olmaz. Yani kaçak su ile alınan abdest ile kılınan namazın borcu ödenmiş farziyeti düşmüş olur. Ama bu ibadetin farziyeti düşmekle beraber sevaba nail olunmaz. Aynı şekilde kişinin kaçak elektriğe dayanan bir ibadeti varsa ondan da sevap elde etmez. Faraza kaçak su kullanan kimse sıcak su ile abdest alıyorsa suyu kaçak elektrikle ısıtmışsa bu abdestten sevap elde etmez. Kısaca
Bir malın veya şirketin ortaklığında bütün ortaklar eşit hak ve yetkiye sahiptir. Hiç bir ortak diğer ortakların izni veya onayı olmadıkça ortak malda tasarruf hakkı yoktur. Bu malda tasarruf etme hakkı olmadığı gibi ödünç verme hibe etme gibi hakkı yoktur. Fakat ortaklar birbirini bu işler için yetkili kılarsa tasarruf edebilir. Ortakların hepsi bu yetkiye sahip olursa hepsi de tasarruf edebilir.
mzuyanik@hotmail.com
Müslüman bir kimse gayrimüslimin cenaze törenine katılabilir. Ancak, böyle bir merasime katılan kişinin, diğer dinlere ait dua, ve benzeri dini ayin ve ritüellerin icrasına katılması ve gayrimüslim ölüler için rahmet dilemesi caiz değildir.
mzuyanik@hotmail.com
Namazdayken hastalıktan veya esnemekten gelen gözyaşı namazı bozmaz. Aynı şekilde Allah sevgisi ve Allah korkusundan dolayı ağlamak da namazı bozmaz. Hz. Peygamberin secde ettiği yeri ıslatacak kadar ağladığına dair rivayetler var. Kısaca namazda süt akıntısı, ter, gözyaşı, burun akıntısı abdesti de, namazı da bozmaz.
Ölen kimsenin ölmeden önce yapacağı vasiyetin üç şartı vardır. Birincisi vasiyet, mal varlığının üçte birini (1/3) geçemez. İkincisi mirasçıya böyle bir vasiyet yapılamaz. Çünkü miras paylarını bizzat Allah belirlemiştir. Üçüncüsü de vasiyetten maksat bir insanın ihtiyacını gidermek, bu yolla Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Mirasçıların paylarını azaltmak niyetiyle yapılması yasaktır. Bu bir maddi vasiyettir. Ancak maddi vasiyetten başka bir de mecazi ya da manevi diyeceğimiz vasiyet vardır. Örneğin: “Bir kimse anne-baba öldükten sonra çocuklarından bir şeyin yapılmasını ya da yapılmamasını talep ediyorsa sadece kendilerini ilgilendiren ve imkân dâhilinde olanlar yerine getirilir.
Ama tamamen sorumluluğun çocuklara ait olduğu ve sadece kendilerini ilgilendiren bir konuda ise çocuklar buna uymak zorunda değiller. Mesela anne veya baba “falancayla konuşmayacaksın” dese ya da mubah bir iş için “şu işi yapmayacaksın” dese çocuklar bunlara uymak zorunda değildir ve anne-babalarına saygısızlık etmiş olmazlar.
Vaktinden önce kılınan namaz geçerli olur mu?
Namaz kılmada esas olan ezanın okunması değil namaz vaktinin girmiş olmasıdır. Yani bir namaz vakti girmişse ezan okunmamış olsa dahi o namaz kılınabilir. Aynı şekilde bir namaz vakti girmemişse ezan okunsa dahi kılınmaz. Mesela hoca yanlışlıkla sabah namazı vakti girdi diye ezan okursa ve vakit girmemişse velev ki ezan okunmuş olsa dahi namaz kılınmaz kılınsa da
İstiğfar, işlenilen günahlardan ve hatalardan dolayı Allah’tan af ve mağfiret niyaz etmek demektir. Kur’an-ı Kerîm’de işledikleri kötülüklerden pişman olup tövbe-istiğfarda bulunanlar övülmektedir. Nitekim bu hususta mealen şöyle buyrulmaktadır: “Ve onlar çirkin bir günah işledikleri, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir? Bir de onlar, bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 135). Kur’an-ı Kerim’de, “istiğfar duası” adında özel bir dua yoktur. Ancak içeriği bakımından “istiğfar” anlamı taşıyan pek çok dua vardır.
İslam dininde ibadetler Allah ve Resulü tarafından belirlenmiştir. Ne Kur’an’da ne de sünnette “kul hakkı namazı” diye bir namazdan söz edilmemiştir. Kişinin kul hakkından kurtulmasının yolu, hak sahibine hakkını vermesi ve onunla helalleşmesidir. Yaptığı bu haksızlık için de Allah’a tövbe etmelidir. Ancak tövbe etmeden önce iki rekat namaz kılması menduptur.
Boşanma, evliliğin feshi ve ölüm gibi bir sebeple evliliğin sona ermesi durumunda kadının yeni bir evlilik yapmadan önce beklemesi gereken süreye dini anlamda iddet denir. Karı koca nikah kıyıldıktan sonra ister zifafa girsin ister girmesin bu süreyi beklemesi lazım.
Çünkü bu iddet, kadının önceki kocasından hamile olup olmadığının anlaşılması içindir. Aynı zamanda ölüm iddetinde kadının ölen kocasına hürmet ve saygı babından belli bir zaman diliminde evlenmeden beklemesi gerekir.
İddet bekleme esas olarak kadının hamile olup olmadığının ortaya çıkması amacına yönelik olmakla birlikte onun sadece bu amaçla sınırlandırılması doğru değildir.
Ölüm iddetinde bunun yaratılış açısından erkeklere göre daha duyarlı ve yuvaya daha bağlı olan kadının ölmüş kocasının hatırasına saygı ve yuvaya bağlılık simgesi olarak, boşanma iddetinde ise toplumun kötü zanda bulunmasını engellemeye, dolayısıyla kadının saygınlığının devamını sağlamaya yönelik bir önlem olarak değerlendirmek gerekir.
Ölüm iddeti, kocası ölen kadın hamile ise çocuğunu doğurana kadardır. Şayet hamile değilse beklemesi gereken süre dört ay on gündür.
Amelin imana olumlu ya da olumsuz bir etkisi var mı?
İman, inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Bir kimse,
Mezarın üzerine su dökmenin dinen bir sakıncası yoktur. Bilakis mezarın üzerinde bulunan ve ölüye bir faydası olacağı umut edilen bir ağacın ya da çiçeğin sulanması dinen hem caizidir hem de sevaptır. Sulanan bu ağacın ya da yeşilliğin de ölüye bir faydası olacağı da umulur.
Evlilik gibi, yuva kurmanın ve neslin devamını sağlayan kutsal bir akdin basit çıkarlara alet edilmesi dinen doğru olmayan bir davranıştır. Maddi bir menfaat elde etmek için veya işçi olabilmek için anlaşmalı olarak mahkemeye başvurup formaliteden hanımı boşamak dinen geçerli olan bir boşamadır. Dolayısıyla boşanmanın formalitesi, oyunu olmaz. Kişi kendi isteği ile mahkemeye başvurmakta ve hakimden kendilerini boşamasını istemektedir. Durum bu olunca mahkeme bu eşleri boşadığında boşama meydana gelir. Buna göre evlilik ciddi bir müessesedir ve bu müesseseyi her daim muhafaza etmek gerekir. Bu tarz şeyler nikaha zarar verir, nikahın düşmesine sebep olur. Ayrıca böyle bir yol ile elde edilen maaş da aldatma ile elde edildiği için kul hakkıdır. Sakınmak gerekir.
Dinimiz miras hukukuna büyük önem vermiştir. Gerek Kur’an-ı Kerimde, gerekse hadis-i şeriflerde miras bırakan kimsenin durumu, nasıl hareket edeceği, mirası hak edecek kimselerin kimler olduğu, ne şekilde ve ne kadar miras alacakları teferruatlı bir şekilde anlatılmıştır.
Miras meselesi, ayrıca İslami ilimler arasında mühim bir mevki tutmuş, İslam hukukunda “feraiz” adıyla anılır olmuştur. Feraiz hakkında da müstakil olarak pek çok kitap yazıldığı gibi, fıkıh kitaplarında da başlı başına bir bölüm olarak işlenmiş, mirasın taksimi hususunda ince hesaplar yapılarak, yanlışlığa meydan verilmemeye gayret edilmiştir.
Miras meselesine dikkat etmeyen, bu vesileyle de mirasçılar arasında anlaşmazlıklara sebep olan kimseler, kul hakkına riayet etmediklerinden hem dini bir sorumluluk altına girerler, hem de akraba olan mirasçılar arasında devam etmesi gereken akrabalık bağına zarar verirler. Miras meselesinde ilk önemli vazife, malını miras olarak bırakacak kimseye düşmektedir.
Hayattayken malının bir kısmını çocuklarından birisine bağışlayarak, kardeşler veya diğer mirasçılar arasında bir kin ve nefretin doğmasına sebep olmak yahut malının büyük bir kısmını sağlığındayken vasiyet ederek bir şahsa yahut bir kuruma bırakmak mirasçılar arasında anlaşmazlıklara, kavgalara yol açar.
İnanç bakımından bir insanın mirastan mahrum bırakılabilmesi için her şeyden önce, o kişinin -Allah korusun- dinden
Sevgili Peygamberimin adı her anıldığında ona salat ve selam getirmek gerekir. Efendimiz ismi anıldığı halde kendisine salat ve selam getirmeyen kimseyi en cimri insan olarak haber vermektedir. Nitekim bu hususta şöyle buyurmaktadır: “En cimri insan benim adım anıldığında bana Salât-ü Selam getirmeyendir” (Tirmizi, “Daavât,” 110.)
Sevgili peygamberimiz, kendisine salât ve selam getiren kimsenin ahiret gününde kendine en yakın olacak kişi olduğunu müjdeler. Nitekim bu hususta da şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır.” (Tirmizi, “Salât,” 357.)
Buna göre, resul-i ekrem efendimizin ismi zikredilince, işitilince, ya da okunur, yazılırken efendimize salâvat getirmek gerekir. Bazı âlimlere göre bunu ömürde bir defa yapmak her Müslüman üzerine farzdır.
Eşler birbirinin ibadetlerinden sorumlu mudur?
İslam’a göre herkes yaptıklarından sorumludur. Kimse kimsenin yaptığından sorumlu değildir. Nitekim bu hususta Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurulmaktadır: “Hiç bir günahkar, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiç bir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz)” buyrulur (Fatır,
35/18).
Aynı şekilde İslam, her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bunun sonucu olarak yaptıklarından sorumlu olacağını bildirmiştir. “Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre
İslam’ın ekonomik anlayışında serbest piyasa anlayışı vardır. Bu anlayışta isteyen istediği oranda mal alır ve satar. Bu malı da istediği fiyata alır ve satar. Tabi olağan durumlar için geçerlidir. Ancak olağan üstü dönemlerde deprem, afet, kıtlık… Dönemlerinde devlet gerektiğinde malın hem stokunu, karaborsasını, önlemek hem de kıtlıktan dolayı insanların mağdur duruma düşmemeleri için fiyatlara fıkhi bir tanımla narh koyabilir. Yani fiyatlara sınırlama getirebilir. Lakin bugünkü piyasa koşulları gibi zamanlarda fiyatlara sınırlama getirilmez. Fiyatlara sınırlandırma getirilmediği gibi aynı zamanda kar oranlarına da bir sınırlandırma getirilmez. Çünkü istenilen bütün temel ihtiyaçlar her yer de var. Günümüzde de serbest rekabet piyasası var. Bir markette ya da iş yerinde satılan malının fiyatını beğenmeyen vatandaş hemen diğer marketten ya da iş yerinden ihtiyacını alabiliyor. Kıtlık ve karaborsa olmadığından fiyatlara ve kar oranlarına bir oran koyulmaz. Tabi her ne kadar dinen fiyatlara bir oran koyulmasa da Müslüman yakışan başta ticaretinde olmak üzere hayatın her alanında ehli vicdan olmasıdır.
Namazın kılınış şekli neye göre belirlenmiştir?
İslam dininde ibadetler tevkifidir. Yani hem farz oluş gerekçelerinin hem de uygulamalarının her yönüyle akılla bilinmesi mümkün değildir. Aynı şekilde ibadetlerle ilgili hususlar Kur’an’da genel olarak emredilmiş, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla
Dini örfte ve uygulamada, bir kimse vefat ettiğinde, kendi dinine mensup olan daha önce vefat etmiş kişilerin defnedildiği kabristana defnedilir. Tarih boyu Müslüman mezarlıkları, büyük bir itina ile Hıristiyan ve Yahudi mezarlıklarından ayrı mekanlarda oluşturulmuştur. İslam Dininin, ölülerin techiz, tekfin ve defin işlemlerinde, kabir ziyareti, okuma ve dua usullerinde kendine has uygulamaları vardır. Bunlar aynı zamanda Müslümanların öz kültürü olmuştur.
İslam dininde kan kardeşliği diye bir kardeşlik yoktur. Kan kardeşliği dini bir kardeşlikten ziyade örfi bir kardeşliktir. Buna bağlı olarak, bu tarz kardeşlik kişiler arasında olan dini haramları helallaştırmaz, haram olanları da helallaştırmaz. Örneğin, kan kardeşliği evliliğe engel olmaz. Aynı şekilde birbiri ile dinen evlenebilecek kişiler arasındaki helal haram hususu kan kardeşliğinden dolayı değişmez.
Aynı şekilde kan kardeşliği kişiler arasında miras hakkı doğurmaz. Yani birbirine kan kardeşi olmuş taraflardan biri vefat ettiğinde diğeri ölen kişiye mirasçı olmaz.
Mezhep değiştirmek imana zarar verir mi?
Bir hak mezhepten öteki hak mezhebe geçmek caizdir. Zira bütün ehlisünnet mezheplerine uymak caizdir. Hepsine de uymak caiz olduğundan isteyen istediği mezhebi tercih edebilir. Tercih ettiği gibi tercih ettiği mezhebi bırakıp başka bir mezhebe de geçebilir.
Yani Hanefi olan birisi Şafiî Mezhebine, Şafiî olan bir kimse de Hanefi mezhebine geçebilir. Ancak, kişi bunu bir oyun haline getirmemelidir. Ancak bir mezhepten diğerine geçmek imana zarar vermez.
ŞARTLI BORÇ VERMEK CAİZ Mİ?
İmkânlar dâhilinde kişinin ihtiyacını görmek, yardımcı olmak, borç vermek dinen hoş ve güzel olan bir davranıştır. Ancak bu yardım
Eti yenilmesi helal olan bütün büyük baş ve koyun keçi gibi küçük baş erkek ve dişi hayvanlardan hem adak hem de kurban olur. Kurban ya da adak hususunda caizlik anlamında erkek ile dişi hayvan arasında bir fark yoktur. Her iki hayvan cinsinden de kurban ve adak olur. Fakat Peygamberimizin mümkün mertebe koç kesmesini dikkate alan fakihler, koç kesmenin koyun kesmeye göre daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Bunun da sebebi hayvan neslinin devamı içindir. Dişi hayvanlar doğurduğu için kesilmesi ikinci planda bırakılmıştır.
Nişanın bozulması halinde nişanda takılan takılar iki tarafa da takı takılmışsa takılar ikiye bölünür yarısını erkek tarafı diğer yarısını da kız tarafı alır. Şayet herkes kendisine takılanı biliyorsa herkes kendisine takılanı alır. Yani kız tarafı nişanda kıza takılanı erkek tarafı da erkeğe takılanı alır. Ancak taraflardan birisinin rızası yoksa bir tarafın (ister kız ister erkek tarafı olsun) takıların hepsini alması caiz değildir.
Hayır ve şer Allah’tandır”, demek bunları yaratan Allah’tır, demektir. Çünkü Yaratıcı O’dur ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. Kula bakan yönüyle ise hayrı ve şerri irade eden, tercih eden kuldur. Bundan dolayı da insanlar hayır ve şer, iyi ve kötü bütün davranışlarından sorumludur.
Başka bir ifadeyle, “amentüde ifade edildiği üzere her Müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanır. Yani âlemlerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ hayrı da şerri de irade eder ve yaratır. Çünkü âlemde her şey onun irade, takdir ve kudreti altındadır.
Zira Âlemde ondan başka gerçek mülk ve kudret sahibi kimse yoktur. İnsan, hayrı da şerri de kendi iradesi ile kazanır. Ancak Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise yoktur. Hayrı seçen mükâfat, şerri seçen ceza görecektir.
Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın tekvini iradesinin ve yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah kulların kötü filleri yapmalarından hoşnut olmaz, şerri emretmez bilakis yasaklar. Allah tek yaratıcı olduğu için hayrı da şerri de yaratır. Ancak hayırdan hoşnut olur. Ancak haram ve şerden razı olmaz.
Doğan bebek için mevlit okutmak bir vecibe mi?
Bebeğin, ahlaklı ve
Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i Mahfuz’da takdir ve tespit edilmiş ise, onda değişiklik olmaz. Ama Biz hayatımızı kurallara ve emredilene göre yaşamak zorundayız.
Başımıza gelecekleri ya da kavuşacağımız nimetleri ve güzellikleri biz bilemeyiz. Zira biz gayb ilmine sahip değiliz. Dolayısıyla hayatımızı yaşarken nasıl rızkı veren Allah olduğu halde rızık temini için çalışıyorsak aynı şekilde başımıza gelmesi muhtemel kaza ve tehlikeleri bertaraf etmek için de tedbir almak zorundayız. Aldığımız bu tedbir de asla kadere muhalif değildir. Bilakis bu tedbiri almamak tıpkı rızkı aramamak ve sebeplere sarılmamak gibi yanlıştır.
Ayakta yemek yemek caiz mi?
Yemek yemenin adaplarından birisi de oturarak yemek ya da içmektir. Ancak gerek meşguliyetten gerekse başka gerekçelerden dolayı ayakta yemek ya da su içmek caizdir. Fakat ayakta yemek içmek caiz olmakla birlikte mekruhtur. Buna göre ayakta yemek içmek mekruh olmakla birlikte caizdir. Ancak yemek adabı açısından oturarak yemek ve içmek imkanı varsa ayakta yememek içmemek daha evladır.
Formaliteden yapılan nikah akdi dinen geçerli olur mu?
Evlenmek mutluluk ve kalıcılık üzerine kurulmalıdır. Dahası bu evlilik akdi yapılırken belli bir sure için yapılmamalıdır. Belli bir zamana dayalı olarak yapılan evlilik akdi muta akdi olduğundan caiz değildir. Dolayısıyla şehevi hisleri tatmin
Malına zarar verdiğimiz kişiyi bulamadığımızda hakkını nasıl tazmin edebiliriz?
İsteyerek veya istemeyerek olsun bir kişinin malına zarar veren bir insan, şayet o kişiyi tanıyor veya bulma imkânı varsa bulmalı ve ona hakkını helal ettirerek zararını tazmin etmeli. Kişi ölmüşse mirasçılarına hakkı tazmin etmeli ya da onlardan halellik istemeli.
Şayet o kişiyi veya ailesini, mirasçılarını bulma imkânı yok ise onun adına bir hayır kuruluşuna veya fakir bir kişiye para yardımı yaparak hayırda bulunmalı.
Kaza edilecek olan namazlar arasında bir sıra takip etmek şart mıdır?
Kaza edilecek namazlar arasında sıra gözetilip gözetilmeyeceği bu namazları kılacak kimsenin durumuna göre değişir.
Hanefi mezhebine göre, kaza namazı kılacak kişi sahib-i tertip ise yani daha önce vaktinde kılmadığı bir namaz üzerinden başka bir namaz geçirmemiş veya en fazla beş vakit namaz geçirmiş olanlar vaktinde kılamadıkları ilk namazdan başlayarak sırayla kılarlar, ardından içinde bulundukları vaktin farzını kılarlar.
Sahib-i tertip olmayan yani altı vakit veya daha çok namazı kazaya kalmış olan kimselerin ise, bu namazları kaza ederken tertibe riayet etmesi gerekmez. Eğer sadece vaktin farzını kılacak kadar bir zaman kalmışsa bu takdirde kaza namazlarını değil önce