2

Dön Dünya Yeni Bir Güne


  • Oluşturulma Tarihi : 12.01.2016 07:51
  • Güncelleme Tarihi :

Tanrım bütün kuşlar sustu.

Dillerini ve şarkılarını unuttular.

Kanatlarını ulu bir çınarın tepesinden atarak… 

Uzun soluklu bir yılan ve uzun pençelerinde yeniden doğan akreplerden kalan gecelerin bitmeyen karanlığına sarılan uykuların içinden geliyorum.

Yol uzun ve dağlarım kendi dumanına yenilen orduların son marşını çalarak umutlarımı gömüyor hayat... Çocuklar ölüyor, dedelerinin beyaz bayrak sarılı çubuğun kıyısında. Bir fidana sarılmadan kuruyor ekmeğin kokusu. Küçücük ellerin süt kokusu ve bütün türkülerin son dizelerinde susan şarkılar...

Ülkem karanlık bir bulutun gölgesinde kaldı. Dağların kıyısından akan suların uğultusu yayılıyor gecelerin derinliğine. Aç ve susuz insanların çukurlaşan gözlerinden düşüyor umudun rengi. Düşüyor mumların aydınlığı kendi gölgesine. Kar beyazına sarılan ölülerin bayrakları da. Kefeni yok, oyuncağı da yok, annesinin kokusu ve babasının yangın bakışları da. Kimsesiz ve yapayalnız ölmenin, susmanın, kör ve sağır kalmanın içsel çılgınlığı... 

Çukurlar kazılıyor, hendekler kazılıyor ölüme.

Sokak aralarında saklambaç oynayan çocukların gölgesini bile vuruyorlar.

Ölen bizden, öldüren bizden ve ağıtlarımız sarılıyor kurumuş bir ağacın bize düşen dalından.

Ne oldu mevsimlerin kardeşliğine…

Ne oldu toprağın aynı daldaki ekmeğine

Ne oldu yağmurun kardeş bereketine, ne zaman düştü ayrılıklar soframıza…

Nerde unutuldu; ülkemin soylu taylarından kalan izlerin yeşilliğe uzanan gölgesi ve umudun kardeşliğindeki serüven. Tarihin uykusundan düşen türkülerin yürek sıcaklığındaki ellerin buluştuğu sevgiye... Ve her şey ve her yerde bize kalan kitap.Tanrı’nın ortaklığı,duaların aynı sayfasında bizi bekleyen ilahi çocukların gözleri kendi kanıyla kapanarak. 

Uykularım kaçıyor gecenin karanlığına. Sessizce dolanan yılanların ıslıkları duyuluyor sınırlar ötesinden. Gelenler bizden değildi, bu öykünün en puslu havasından kokusunu almış şarap değildi. Masalların bin bir gecesinden ruhumuzu kuşatan aşkların en delisi ve en hırçını değildi. 

Şehitler geçiyor yorgun omuzların üstünden gecekondulara doğru. Bayraklar süslüyor hayatın ilk ve son durağını. İlk ve son bayramında öksüz çocukların gözyaşlarında kalan soğukluğun.

Kim öpecek o çocukların bakışlarını!

Bir çocuk düşüyor evlerin bahçesinden hendeklere. Dedesi koşuyor beyaz kefenini sararak kurumuş bir çubuğun insafına ve vuruluyor tank namlularına, vuruluyor gençliğinin ilk aşk yangınlarına ve düşüyor, öyküsünü bildiği çocukların koynuna.

Hiç büyümeyen çocuklar. Yaşları birbirine teğet geçen mevsimlerin bütün açlıklarında...

Ölen de aç, öldüren de…

Bu vatan onların ortak eviydi aslında. Bu rüzgarı aşka taşıyan onların umutlarında kalan öyküydü. Ve birlikte koşturdular zamanın ruhunda. Rüzgar esmerdi, yağmur açlıktı, hayat bir kuşatmanın altında dağların kıyısında, tankların namlusunda. 

Ölenler aynı bulutların sayfasında kendi resimlerini birbirlerine armağan edenlerdi. Ve ölenler aynı ağıtlarla gözlerini yumup son lokmasını çiğnemeden gidenlerdi. Ölenler hep kerpiç evlerin avlusunda kalan çamurlu ayak izlerini birbirine armağan ederek baktılar kendi masallarının ardından. Su soğuktu. Hava soğuktu. Hayat çok soğuktu. Hiç böyle değildi rüzgarın gölgesi, hiç böyle değildi ellerin soğukluğu ve gece hiç bu kadar uzun ve karanlıklar hiç bu kadar derin ve zifiri değildi. 

Ölüm seslerle çoğaldı dağlarda yankılanarak. Kör çıkmazların bağlarında son üzümler de kurudu yolların tozunda. Ayak izleri kaldı paletlerin, ayak izleri kaldı yalınayak ekmeğe koşan çocukların. Su aynı suların kucağına koştu, gözyaşların bulutundan düşerek.

Ölüm iki başlı at, petrol gözlü tanrıların armağanı! Sobasız ve penceresiz sokakların içinden geçen hayatların sürüklediği rüzgar.

Ölüler, şehitler, gençler, çocuklar…

Ruhumun derinliğine inen çığlık. Ellerimi kemiren yoksul yaşamın karanlık saatleri…

Dön dünya…

Dön dünya kardeşliğin aynı sofrasına. Aynı kaderin gemisindeki hayatın Nuh’una. Güvercinlerin zeytin tanesine, geminin Cudi’sine papatyaların beyazlığına ve ekmeğin özlenen kokusuna. Annelerin hayallerine,babaların umutlarına,çocukların tokluğuna,gençlerin mutluluğuna,aşkların rüzgarına…

Yürüyün ayaklarım umutla direnç / koşturun dağlara bulutlar

Dön dünya yeni bir güne / parlayın yıldızlar, başlasın yolculuk

Yırtılsın gökyüzünün bulanıklığı / aksın dereler coşkunluğunda süreç

Yıkansın yağmur, yıkansın insan

Süzül gönüllere güneş  / yollara türkü menekşe  /  açıl ufuk maviliği

Başla yeniden yaşam  / erisin çelikten tanrı /  insandan değerli makine

Yıkılsın kaleler, demir pencere / yerin dibine batsın duman / soluk temiz ve özgür

Beyaz bahar sarılsın baca 

Bütün çocuklar koşsun bahçeme  / çürüsün silahlar bitsin savaş

Bitsin isteksiz ölümlere kan / dön dünya yeni bir güne

Dön de gel / yorgun ellerimde sabahla 

Uzanacak elleri kardeşliğin. Aynı sofrada aynı ekmek ve söz zamanı düşecek anılarımıza. Kendi dilini ve kendi tarihini yazacak her aşk, aynı dergahın dost bağlarında. Isınacak yüreği ülkemin ve yeniden sarılacak halkım; dostluğun, kardeşliğin yağmur ırmaklarına.

 

Dön Dünya Yeni Bir Güne
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan