Sayfa Yükleniyor...
İnsanlar yaşadıkları kentlere benzerler.. Yani, biz biraz Smyrnanın küçük bir kardeşiyiz...
Kent, yağmurun bütün ıslaklığını almış kaldırımlarında, kızgın bir betonun küf kokulu loş ve buhara dönük yansısını soluyarak yürüyoruz. Kent, kendini yaratan toprak kokusunu unutmuş.. Yağmur sonrası ruhumuzu tuhaf bir duyguya bırakan toprağın çiçek kokusu yok. Denizin iyot kokusu da kalmadı; yağmurun denizin yüzeyini tarayıp da gelen imbatta. Bizim de pek özgün kokumuz kalmadı. Yağmur sonrasında ıslanan saçlarımızın kendine özgü kokusu, ıslanan ellerimizin terimizle buluştuğunda oluşan kokunun uçarı sıyrılışı ve çevreye yayılışında farklılık kalmadı.
Hepimiz aynılaştık. Hepimiz aynı hormonlu ekmek ve yapay iskeletlerle rüyalarımızı kurarken, aynı rüyaya doğru koşan atların uykusundan aynı korkuyla uyanmaya başladık. Kent bize yabancılaştı Biz doğduğumuz kente.. Yabancılaşan bakışlarımızın serseri mayın dolaşmasını da, bizi sessiz sedasız alıp götüren rüzgarın peşindeki ruhsuz bedenimizi de buluşturmakta zorlanıyoruz..
Yüksek kulelerin kol kola girdiği kentin beton ruhunda dolaşan bizler de kol kola dolaşarak, birbirimizin kokusunu ve bakışlarını sorgulamadan yaşlanıyoruz.. Binlerce insan kurulmuş makine, yollarda yürüyor, yalnızca yürüyor.. Arada sırada vitrinlere bakıp yoluna devam ediyor.. Bu kadar insanın caddeler de işi ne? Bu kadar insanın boş gezme lüksü nerden geliyor.. Bu kadar insan niçin dolaşıyor.. Ne yapıyor.. Ne yapacak.. Ne düşünüyor..
Hiçbir şey.. Yalnızca yürüyor insanlar. Kentin caddelerini ve süslü dükkanlarını seyrediyor. Kent caddeleri ve süslü dükkanları da bu kadar insanı.. Sessizce bir ilişkinin tanıkları birbirinin ömründen saatler, günler, haftalar ve aylar çalıyor.. Kent yaşlanıyor.. Dolaşan insanlar ve kaldırımlar ve rüzgar yaşlanıyor..
Peki bu kadar insanın hiçbir şey yapmadan; üretmeden dolaşma hakkı, üretmeden, hayata katılmadan kenti ve hayatı tüketmeye hakkı var mı..
Üç yıl önce, Almanyanın Goslar maden kasabasına yakın bir kentin caddesinde dolaşıyoruz. Bizim gruptan başka caddenin kaldırımında kimse yok.. Yola paralel devam eden korulukların içinde dolaşan emekli yaşlılar dışında kimse hiç kimse.... Kent çalışma saatlerinde terkedilmiş gibi Dolaşan yalnızca biz.. Ve bizim gibi diğer ülkelerden gelmiş insanlar.. Nerde bu kentin insanları!.. Gençler nerde!.. Neden kedileri ve köpekleri yok Polisleri, trafik sıkışıklığı işportacıları, dilencileri, yola bakan çirkin ve boyasız binaları, alçak uçuş yapan savaş uçakları, yerde çöpleri, kaldırımda kazıları yok..
Kentin ruhunu kucaklıyorsunuz.. Meneviş kokan sokakların temizliğine kelebekeler dolaşıyor koruluklarda; minyatür ve ekşi elmaları hiç kimse koparmıyor.. Tavşanlar koloniler halinde güneşleniyor. Sokaklar bomboş ve binalar yalnızca bize bakıyor. Otelden çıkan diğer yabancılar, birbirini selamlıyor. Kıyametin son saatleri ve yalnızca kendi ayak seslerimizi duyarak dolaşıyoruz. Kent bizi sevgiyle kucaklıyor. Bütün anıtlarına ellerimizi uzatırken, essizliğin içinde dolaşan kanlı tarihin çığlıklarını duyuyoruz.. Bizden başka kimse yok.. Çılgın saatlerine kadar.. Akşam üstü biten işlerin tutsakları, yılgın ve yorgun, kaldırımları okşayarak, geçen zamanın sesini duvarlara asarak evlerine doğru koşturdular.. Zaman onları da kentlerine benzetiyordu.. Kentleri yalnızdı Kendileri de..
Smyrna.. Doğumdan sonraki bütün saatlerinde, sürekli yürüyen, sürekli bağıran, sürekli kirleten bütün orduların işgali altında dinlenmeden kalabalığın ayakları altında kendi fotoğrafını çiğneyerek büyüyordu. İşi olan da olmayan da bu kentin farkında olmadan kenti ve kendini bitiriyordu.. Peki hangisi doğru Hangi kentler daha canlı..
Hayat ve doğa boşluk kabul etmiyor.. Senin doldurmadığını, başka birileri veya başka bir şey dolduruyordu. Bizim kenti, yalnızca yürüyen, yalnızca kirleten ve yalnızca tüketen insanlar işgal ederken, Avrupada kentler; doğurdukları kurallar içinde, kendi özgürlüğüne sarılmadan, içinde yaşayan insanların kirini, ruhunu, pasını, hüznünü sarmadan süslü ve geleceğe paketlenmiş gibi kirlenmeden yaşlanmanın renklerini saklıyor.. Ben bu kentin kargaşasını daha çok sevdim.. Kirini, pasını, kalabalığını, çirkinliğini, her gün kazılan kaldırımlarını, denizini, insanını.. Çünkü, İzmir benim.. Benim dağınıklığım ve duyarlılığım da İzmir..
Bu başbakan benim, bu hırsızlar uzaydan gelmedi; bu ölen çocuklar da benim çocuklarım. Ben bu kent ve bu ülkeyim Bu ülke de benim.. Mikrodan makroya veya tam tersi makrodan mikroya biz bu kentin ve bu çılgın ülkenin ta kendisiyiz.
Doğa boşluk kabul etmez.. Doğaya ne verirsen sana aynısını veya daha çoğalmışını verir. Ve kendi karnında büyüttüğü insanlarımızı da verdiklerinle şekillendirir. Bu kent, bu ülke biziz Biz bu ülkenin kendisi.. Sivri topuk, elinde tespih, üstünde yakası yana kaymış lüks bir takım elbiseyle bir çiroz giriyor kapıdan içeri.. Konuşması, dağ başı Bakışları, serseri mayın.. Elleri yılların özeti gibi karşımda Bu hanzo kim !..
Herhangi bir partiden meclis üyesi.. Gözleri fır fır..Anasının fırıncı çırağı.. Şirket yöneticisi.. Çok para harcamış.. O parayı fazlasıyla kazanması gerekir.. Diğerleri de bundan farklı değil.. Vatanın kurtarılmasını bekliyoruz.. İzmirin modern bir kent olarak silkinmesini ve tarihsel yerini almasını bekliyoruz.. Doğa boşluk kabul etmiyor.. Sen yoksan birileri o sahneyi dolduracak.. Sen doldurmadıysan, dolduranı eleştiremezsin..
Çocuklar hızla büyüyor. Bu kent çirkinleşerek hızla büyüyor. On yıldır metroyu bitiremedik.. Yirmi yıldır teleferik çalışmıyor.. Doğduğum günden beri, bu kentte yaşayanlar kendi müzesini görmedi. Kaleye çıkıp kendi bedeniyle yüzleşmedi. Kimse fuardaki minyatür treni sormuyor.. Bit pazarı geçmişimizin çamur sayfasında.. İnsanlar.. Binlerce insan, kaldırımlarda amaçsız ve kendi boşluğuna doğru yürüyor. Kent kendi boşluğunda kayboluyor. Biz yaşlanıyoruz, kent yaşlanıyor.. Ve birlikte ölmek üzere sözleşmiş bütün yağmurların ıslaklığını kaldırımda bırakıp tuzaklara akan umutlarımızın bulanıklığı içinde körfezde boğuluyoruz. Bu hayat biziz aslında. Bu kent biziz. Bu yönetim ve bu kirlilik ve bütün yalnızlıklar bizim içimizden taşıyor. Bu yönetim dizgesini biz kurduk. Polis biziz.. Kalabalık.. Kirli kent.. Yalnız insanlar.. Meclis üyeleri, Belediye Başkanları, Başbakan biziz. Onlar bizim özetimiz, biz onların kaybolmuş kardeşleriyiz. Doğa boşluk kabul etmez Bu şekilde, bizi de..