2

UMUDA YOLCULUK


  • Oluşturulma Tarihi : 07.07.2015 06:35
  • Güncelleme Tarihi :

Ümit Yaşar Işıkhan

İzmir fuarı…

Çocukluğumuzun hayal dünyasını saklayan perilerin trene binerken bizlere el salladığı sokak… Hayvanların sırtına dokunarak, yüzlerini okşayarak geçtiğimiz zaman tüneli… Oyuncaklar… Büyülü aynalar… Bizi büyüten rüzgârın dörtnala renklere ve kahkahalara koştuğu dünya…

Artık değil…  Artık savaş artığı yaralı çocukların hayallerinde kalacak en son yeşil bahçe… En son yaslandıkları ağacın kokusu… En son birbirlerine sarılıp sabah ayazını yeşilliklerden toplayan nemli bir sayfa…

Çocuklar… Yüzlerce… Binlerce…

Hiç biri gülmüyor… Hiç biri oyun oynamıyor ve bakıyorlar gün doğumunda gelecek gevrekçi çocukların susam kokusuna… Artık fuarın anlamı değişti… Yoksullar… Yetimler, öksüzler, parasızlar, işsizler, vatansızlar ve kimsesi olmayan bütün hayallerini sınırda tüketmiş insanlar… Kardeşlerim… Bu Frenk tohumu ağaçların gölgesinde tanrıyı beklemektedirler…

Çocukluğumuzun kahkahalarını boğan aynaların sırrını rüzgâra verip susuyorum. Dışarıda birbirini tanıyan binlerce çocuk, ağaçların sıcaklığına sarılıyor. Aynı dağlardan, aynı ovalardan ve aynı kaderin sayfalarından dökülmüş bakışlarını birbirinden saklayarak yere, kuruyan yeşilliğin arasında ve kendileri gibi gidecek yerleri olmayan böceklerin izlerinde hayallere dalıyorlar…

Hayat… Hayat nedir ki?

Barınak… Ekmek… Su… Oyuncak… Anne… Baba… Dede… Nine… Amca… ve bilcümle aynı tarihin sayfalarında yer alan bütün renklerin şekerle buluştuğu saatlerin ruhu…

Koşturmak… Nazlanarak yürümek… Ekmeğe, suya, süte doymak… Anne sıcaklığında baba okşamalarında gevşemek… Kardeşlerim… Kardeşleri yolda bombaların çukurunda gömülen yaralı ellerin izinde sıkıca birbirine tutunan tanımsız acılara rağmen gözlerinde ışığa koşanlar… Öldüler… Ölüyorlar… Yollarda düşen ekmek kırıntısını köpeklerden önce yiyen çocukların yırtık elbiselerinde solmuş hayatlarına serperek koşturuyorlar…

Arkadan ağlayanları da yoktu… Gitme diyenleri de… Bavul hazırlayan, çörekleri karton kutusuna dizip ikram eden de yoktu… Arkalarından su döken ve dönsünler diye dua edende yoktu…

Koştular… Kaçtılar… Köyler ufuklarda bomba seslerine boğuldu. Köpek havlamaları mitralyöz sesinde… Çocuk çığlıkları ve ne olduğunu anlamayan horozların sesi de boğuldu… Tufan… Kıyamet… Ölüm dört nala başuçlarında çiçeğe durmuş yeşilliğin içinden sızan kanların kokusuna koşan eşek arılarının peşinden ufuklara, aydınlığa, umuda, suya, ekmeğe koştular… Koşuyorlar…

Nedir bütün bu olanlar?

Ne oldu birden bire , ne oldu da cehenneme döndü hayat!..

Daha dün, daha geçen ay… Daha geçen sene… Önceki sene… Daha asırlar öncesinde gül yüzlü mevsimlerin kucağında açan papatyalar… Okulları, tarlaları, evleri, sokakları… Bakkalları, oyun bahçeleri… Nazlanan çocukların dondurmacıya ulaşan sesi… Okul arkadaşları nereye gitti?.. Ekmeğin tadı, peynirin beyazı, domatesin kızılı, yüzlerinde kalan hayat izlerine, kahkahalarına ne oldu… Anneleri… Babaları nerde? Kim öldürdü kardeşlerini? Kim yıktı oyuncak sokaklarını… İneklerini kim kurşuna dizdi… Tavuklarını, ördeklerini kim doğradı kanlı bıçaklarla…

Tanrım bu kentlerin tepesinden aşağıya düşen bombaları kim yaptı?

Dağlarını kim yaktı… Yollarını, bahçelerini, kuşlarını, tavşanlarını, kekliklerini kim öldürdü…

Okullarını, sınıflarını kim kurşuna dizdi… Koyunlarını, keçilerini kim saldı yangın evlerin içine… Ne oldu? Ne oldu da bu hayat bütün sınırlarını çekerek saklandı ölümün ucuna…

Anlamadan yürüdüler… Sormadan yürüdüler… Sustular uzun süre birbirinin bakışlarına sığınarak… Yaşlılar yoruldu… Yaşlılar duman bulutları içinde kalan anılarına bakarak yürüdüler… Ayaklarında çarık, üstlerinde yırtık fotoğraflardan kalan uzun, beyaz giysilerine dokunmadan yaslandılar kayalıklara… Öldüler… Ölülerini yol üstündeki çukurlara atarak sürekli yürüdüler… Ufuklara… Belirsizliğe… Gecenin karanlığına koştular… Yorgun, aç ve sürekli azalan sesleriyle…

Çıt yok... ses yok... Düşman… Bilmedikleri ve tanımadıkları düşman… En korkunç masallardan çıkıp gelen ejderhalar… Yanı başlarında… Soludukları havada… İçtikleri suda… Sığındıkları mağarada… yanı başlarında…

Hiç kimse anlatmamıştı bu düşmanı… Kimse bilmiyordu… Kimse inanmadı cehennemin yeryüzüne, hem de yaşadıkları bu yoksul coğrafyaya düştüğünü… Yangın… Dağlarda… Ovalarda… Yollarda… Yüreklerde… Bakışlarda… Avuçlarda… Umutlarda… Bu kadar yalnız değildi hiçbir canlı yeryüzünde… Bu kadar çok ve yoksul..Bu kadar yaralı ve bu kadar yalnız…

Tanrı yalnızdı ve kimsesizdi… Onlar da...

Yaşlılar ağıtları bitirdiler… Çocuklar yeni ağıtlar öğrendiler ve bütün öğrendikleri ve bildikleri aynı gün unutulup eskidiler. Hayat hızla ve karınca yürüyüşünde sürekli büyüyen ölümün gölgesi peşinde yürüdüler… Azalarak… Umutları gibi her saat biraz daha ölerek…

İzmir fuarı artık oyuncaklarımızın gölgesinde uyuyan binlerce kimsesiz çocukların anılarına bıraktı kendini. Ağaçlar, yapraklarını uzattı yorgan yerine. Bütün kuşlar toplanarak en güzel şarkılarını umuda döktüler… Çocuklara… Hayata, barışa, umuda, kardeşliğe…

Sustum… Yıllarca yetecek kadar sustum. Ve şimdi suskunluğumu yiyerek çocukların gözlerine bakıyorum… Kardeşlerim, umudumuz var yarına dair… Ve umut sizsiniz… Ellerinizin birbirine kavuşması ve sarılmasıdır inatla ve inançla rüzgarın peşinden koşan hayallerimizle.

UMUDA YOLCULUK
Ümit Yaşar Işıkhan
Yazarımız Kim ?

Ümit Yaşar Işıkhan