1
Halil Yaylak
İlkses Gazetesi Yazarımız

Halil Yaylak

Yazarın Köşe Yazıları

Ecinniler

Rus edebiyatın en ünlü yazarlarından Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin Ecinniler adlı baş yapıtını bugün ele alacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Ecinniler (Rusça: Бесы, Besi), Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin 1872 yılında yayımlanmış romanıdır. Türkçeye Cinler adıyla da tercüme edilmiştir. Siyasi bir roman olan Ecinniler 19. yüzyılın ikinci yarısında ateizm, nihilizm ve sosyalizm gibi ideolojilerle birlikte Batı düşüncesinin Rusya ve Rus insanı üzerindeki etkilerini ele alır ve de eleştirir. Dostoyevski kitabı 1870 ile 1872 yılları arasında Sibirya sürgününden döndükten sonraki dönemde yazmıştır. Bu nedenle Dostoyeski’nin son yıllarındaki muhafazakâr görüşleri kitapta fazlasıyla hissedilir. Kitapta sosyalizm ve nihilizm gibi aşırılıkçı ideolojilerin toplumsal yapı üzerindeki tahribatlarını ortaya koymaya çalışır. Dostoyevski, Karamazov Kardeşler ve Suç ve Ceza ile birlikte en büyük yapıtlarından birini teşkil eden Ecinniler’de 19. yüzyıl Rusya’sının girdiği düşünsel ve dini açıdan sıkıntılı dönemleri okura sunmayı amaçlamış, 21. yüzyılda da geçerliğini ve güncelliğini kaybetmeyen bir eser ortaya çıkarmıştır. Yüzlerce yıl sonrasında bile dinmeyen liberal, muhafazakâr, ateist çatışmalarının en şiddetli döneminde ortaya konulan yapıt ölümsüz konusu ve her çağda ortaya çıkabilecek tipik karakterleri sayesinde 21. yüzyıla dahi seslenmeyi başarmıştır. Romanın karakteristik özelliklerinden biri olan ilahi bakış açısına sahip ama aynı zamanda olayın içinde olan anlatıcı Dostoyevski’nin diğer birkaç romanında da kullanılmıştır. Kullanıldığı dönemde ilklerden olan bu yöntem daha sonra modernizmle beraber kullanılmaya başlayacaktır.


Büyük Buhran

Dünya ekonomi tarihinde birçok acıların yaşanmasına neden olan Büyük Buhran’ı anlatacağım sizlere. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Büyük Buhran, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı veya pek bilinmeyen ismiyle Büyük Depresyon, 1929'da başlayan (etkilerini ancak 1930 yılının sonlarında tam anlamıyla hissettiren) ve 1930'lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrana verilen isimdir. Buhran, Kuzey Amerika ve Avrupa'yı merkez almasına rağmen, dünyanın geri kalanında da (özellikle de sanayileşmiş ülkelerde) yıkıcı etkiler yaratmıştır. Büyük Bunalım en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde bir işsizler ve evsizler ordusu yaratmıştır. Bunalımdan etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki yüzde40-60'lık düşüş, çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir.[1] Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik alanı buhranın en fazla etkilendiği sektörlerden biri olmuştur. Büyük Buhran farklı ülkelerde farklı tarihlerde sona ermiştir.


Büyük Kaçgun Nedir?

Merhaba değerli okuyucularım bu hafta sizlere Osmanlı Devleti’nde 16. Yüzyılda başlayan, tarihçilerin Büyük Kaçgun olarak da adlandırdığı Celali Ayaklanmalarını anlatacağım. Tarihimiz açısından önemli olan bu olayın bilgilerini (https://tr.wikipedia.org/wiki/Celali_isyanlar) adlı internet sitesinden edindim.

Celâlî isyanları, 16. ve 17. yüzyıllarda, Osmanlı yönetimindeki Anadolu’da Yavuz Sultan Selim döneminde başlayan ve IV. Mehmed dönemine kadar devam eden zaman zarfında devlete karşı ekonomik, sosyal, askerî ve siyasî nedenlerle ayaklananlara verilen addır. “Celâl’e mensup” anlamına gelen Celâlî tabiri, 16. yüzyıl başlarında (1519) isyan eden Bozoklu Şeyh Celâl’le ilgilidir. Celâlî isyanları başlangıçta, Osmanlı idaresinden memnun olmayan zümrelerin ve Şiî eğilimli Türkmen gruplarının Safevîlerin de tahrikiyle devlete başkaldırmaları şeklinde ortaya çıkmış, 16. yüzyılın sonlarından itibaren büyük bir mesele hâlini alarak değişik bir mâhiyet kazanmıştır. Osmanlı devlet anlayışı, bu isyanları “hurûc ale’s-sultân” olarak değerlendirmiş ve kaynaklarda bu ifade sık sık kullanılmıştır.

Büyük Kaçgun’un Nedenleri

Bu ayaklanmaların adı, bu kapsamdaki ayaklanmaların ilkinin önderi olan Şeyh Celâl’den gelir. Bozoklu (Yozgat) olan Şeyh Celâl önderliğinde topraksız köylüler, ağır vergilerden ezilenler, toprakları elinden alınmış eski sipahiler, sekbanlar, yerel idarecilerin baskı ve adaletsiz yönetiminden şikâyetçi olan kitleler, 1519 yılında Osmanlı yönetimine başkaldırdı. Tokat yöresinde başlayan ayaklanma, aynı yıl içerisinde kanlı bir biçimde bastırıldı.

16. yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti’nde ekonomik ve toplumsal bunalım


Otto Von Bismarck

Almanya’nın bir imparatorluğa dönüşmesini sağlayan Otto von Bismarck’ı ele alacağız bugün. Bilgileri Wikipedia’dan derlendim. Otto von Bismarck (1 Nisan 1815 - 30 Temmuz 1898), 19. yüzyılda gevşek bir konfederasyon olan Almanya’nın güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk birleşik Almanya şansölyesi (başbakan) olan Alman devlet adamıdır. Unvanları Bismarck-Schönhausen Kontu ve Lauenburg Dükü olan Otto von Bismarck Yeni Almanya’yı kılıç ve kan politikasına göre kuracağını söylediği için kendisine Demir Şansölye (başbakan) adı verilmiştir.


Baltacı Mehmed Paşa

Bugün sizlere Osmanlı sadrazamlarından Baltacı Mehmed Paşa’yı anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan düzenledim. Baltacı Mehmed Paşa veya Pakçamüezzin Baltacı Mehmed Paşa (d. 1662, Osmancık, Çorum - ö. 1712, Limni), III. Ahmed saltanatında, 25 Aralık 1704 - 3 Mayıs 1706 ve 19 Ağustos 1710 - 20 Kasım 1711 dönemlerinde iki kez sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı. 1662 Çorum’un Osmancık ilçesine bağlı, bugün kendi adını taşıyan köyde (esk. Karaağaç Köyü) doğmuştur. Genç yaşta ilim merakı ile Trablus, Tunus ve Cezayir’e kadar gitmiştir. Daha sonra İstanbul’a dönmüş ve akrabalarından Hacı Sefer Ağa vasıtası ile saraya girmiştir. Burada önce baltacı oldu. Güzel sesli olduğundan musikiye heveslenmiş ve müezzin olup “Mehmed Halife” namını, temiz yüzlü ve akça-pakça bir insan olduğu için de “Pakçemuezzin” lakabını kazandı. Ardından kâtipliğe heveslenen Baltacı Mehmed Efendi, önce yazıcı ve Aralık 1703’te ikinci imrahorluğa tayin edildi. Bu sırada şehzade Ahmed ile yakın ilişkiler kurdu. 1703’te Edirne Vakası sırasında İstanbul’da ve sonra Edirne’ye giden isyancılarla yakın bağlantılar kurdu ve bunların II. Mustafa’yı tahttan indirip yerine kardeşi III. Ahmed’i tahta geçirmeleri için büyük gayretler gösterdi. III. Ahmet tahta geçtikten sonra sadrazm Moralı Damat Hasan Paşa sultanın tevecühünü kazanan ve böylece hızla ilerlemesi beklenen Baltacı Mehmet’i kendine rakip olarak gördü ve onu


Otlukbeli Muharebesi

Bugün sizlere Osmanlı ve Türk tarihi açısından önemli bir savaş olan Otlukbeli Muharebesi’ni anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan topladım. Otlukbeli Muharebesi ya da Başkent Muharebesi, 11 Ağustos 1473 tarihinde Osmanlı padişahı II. Mehmed ile Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan arasında yapılmış bir meydan muharebesidir. Otlukbeli Muharebesi birçok tarihçiye göre döneme oranla kullanılan taktik, teknoloji ve insan gücü bakımından 15. yüzyılın en büyük savaşlarından biri olarak kabul edilir. Osmanlı ve Akkoyunlu hanedanları arasındaki düşmanlık, Yıldırım Bayezid ve Kara Yölük Osman zamanına dek uzanıyordu. Osmanlılar Karakoyunlularla müttefikken Akkoyunlular da Timur’u desteklemişlerdi. Uzun Hasan, 1458’de Trabzon İmparatoru IV. İoannis’in kızı Despina Hatun (Theodora Megale Komnini) ile evlenmiştir. Uzun Hasan, yeğeni Murad’ı İstanbul’a gönderdi. Osmanlı Sultanı II. Mehmed’ten, Trabzon İmparatorluğu vergisinin affedilmesinden başka, Despina Hatun’a çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri bölgesini ve önceki hediyeleri istedi. Fatih, vergi işini bölgeye gelerek bizzat halledeceğini bildirdi. Fatih, Uzun Hasan ve müttefiki Trabzon İmparatorluğu ile Gürcülere karşı 1461’de harekete geçti. Uzun Hasan’ın, 1459’da zapt ettiği Koyulhisar’ı aldı. Akkoyunlu ordusu Erzincan’daki Munzur Dağlarında Osmanlılara yenildi. Uzun Hasan, annesini Fâtih’e gönderip, antlaşma sağlandı. Uzun Hasan tarafsız kaldı ve Fatih, 26 Ekim 1461’de Trabzon’u fethedip, bölgedeki Rum hâkimiyetine son verdi. 1466’dan itibaren Osmanlı kuvvetleri Orta Anadolu’ya girerek Karamanoğullarını takibe


Mercidabık Savaşı

Bugün sizlere Osmanlı tarihinde önemli bir yer edinen Mercidabık Savaşı’nı anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan topladım. Mercidabık Muharebesi; 24 Ağustos 1516 tarihinde, I. Selim komutasındaki Osmanlı İmparatorluğu ile Kansu Gavri komutasındaki Memlük Devleti arasında gerçekleşmiştir. Halep’in kuzeyinde gerçekleşen muharebe Osmanlı ordusunun mutlak zaferiyle sonuçlanmıştır. Muharebenin sonucunda Sultan Kansu Gavri ölmüş, Memlük kuvvetleri bozulmuş ve Suriye toprakları Osmanlı egemenliğine açılmıştır. 1516’da doğu cephesinde Serdar olarak bulunan Bıyıklı Mehmed Paşa’ya yardım etmek için 28 Nisan’da Sadrazam Sinan Paşa, 5 Haziran da I. Selim İstanbul’dan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim her ne kadar Kansu Gavri’ye hedefinin İran olduğunu belirtse de ana orduyla önden hareket eden sadrazam paşa Malatya’ya ulaştığında Memlükler’den geçiş izni alamadığı gibi, Memlükler’in Osmanlı hududunda gezdiğini öğrenince olası bir harp sonucunda Safevi ve Memlük ordularının arasında kalma ihtimali olduğundan dolayı daha fazla ilerleyemedi. İlerleyen günlerde iki devletin de elçilerinin maruz kaldığı muameleler ve Memlük ordusundaki harp heyecanı, hâli hazırda içinde bulunulan siyasi krizi kaçınılmaz bir savaşa sürükledi. 30 Temmuz’da Malatya ovasında konakladığı sırada toplanan büyük harp meclisinde seferin güzergâhı güney olarak değiştirildi. Ertesi gün Memlük ordusunun Halep’i geçtiği ve kuzeye doğru harekât hâlinde olduğu öğrenildi. 3 Ağustos’ta Bıyıklı Mehmed ve Hüsrev Paşaların da orduya katılmasıyla Osmanlı ordusu Antep


Yeniden Doğuş Dönemi

Bugün önce Avrupa kıtasını sonra etkileriyle tüm dünyayı etkileyen Rönesans akımını ele alacağım. Rönesans (Yeniden Doğuş), Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak bilinir. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında batı ile klasik antikite (Eski Roma ve Yunan Eserlerinin incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir.
Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa’nın ticaret ve coğrafi keşiflerle yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite’de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca’dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860’larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tespitidir. İkinci olarak bu entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans’tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrar keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve Michelangelo gibi birçok ressam


Yakub Cemil

Bugün sizlere İttihat ve Terakki’nin fedailerinden Yakub Cemil’i anlatacağım. Bilgileri Wikipedi’den topladım. Yakub Cemil (1883 - 11 Eylül 1916, İstanbul), İttihat ve Terakki’nin fedailerindendir. Yakub Cemil Çerkes ve Lezgi kökenli bir Osmanlı subayıdır. İstanbul’da doğdu. Babası Ahmed Bey, annesi Nazik Hanım’dır. Babası tütün ticareti ile uğraşan bir tacir ve aynı zamanda kaçakçıydı. 1903’te Teğmen rütbesiyle Harp Okulu’ndan mezun oldu. İlk görev yeri Manastır’da konuşlanan 6. Nizamiye Piyade Tümeni idi. Burada Enver Paşa’nın emrinde bulunmuş ve hayatı boyunca da Enver Paşa’nın en yakınındaki adamlarından biri olmuştur. II. Meşrutiyet dönemine kadar bu bölgede görev yaptı. Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut çetelerine karşı mücadele etti. Gayrinizami harp tecrübesini bu dönemde kazandı. İttihat ve Terakki’ye katılması da yakın arkadaşlarının etkisiyle aynı dönemdedir.
İhtilalin ardından İttihat ve Terakki cemiyetince 1909 yılında İran’a gönderildi. Görevi daha önceden kaldırılmış olan meşrutiyeti yeniden ilan ettirmek üzere yeraltı faaliyetlerinde bulunmaktı. Yol boyunca, bölgedeki Kürt aşiretlerinin desteğini toplayarak ilerledi. İranlı meşrutiyet yanlıları ile işbirliği yaptı. 31 Mart olaylarının patlak vermesiyle[kaynak belirtilmeli]İstanbul’a çağrılınca görevini bırakmak zorunda kaldı. İsyan bastırıldıktan sonra Ermeni ayaklanmaları sebebiyle müfettiş-i umumi olarak Adana’ya gönderildi. 1910’da gazeteci Ahmet Samim Bey’e düzenlenen suikastın faili olduğu iddia edildi ancak bu


Fahrettin Altay

Bugün sizlere Kurtuluş Savaşı’nda çok önemli faydaları dokunmuş olan Fahrettin Altay’dan bahsedeceğim. Bilgileri Vikipedi’den derledim. Fahrettin Altay (12 Ocak 1880, İşkodra - 25 Ekim 1974, Emirgan, İstanbul), Türk Kurtuluş Savaşı kahramanlarından asker ve siyasetçi. Dumlupınar Meydan Muharebesi sonrası Yunan Ordusu’nun geri çekilmesini sağlayarak İzmir’e giren ilk Türk süvarilerinin komutanıdır. 12 Ocak 1880 tarihinde Arnavutluk’un İşkodra kentinde doğdu. Babası Piyade Albayı İzmirli İsmail Bey, annesi Hayriye Hanım’dır. Ali Fikri adında kendinden küçük bir erkek kardeşi vardır.
Babasının görev yeri değişiklikleri nedeniyle öğrenim hayatı değişik kentlerde geçti. Mardin’de tamamladığı ilköğreniminin ardından askeri rüştiyeyi Erzincan’da, askeri idadiyi ise Erzurum’da bitirdi. 1897 yılında girdiği İstanbul Harp Okulu’ndaki öğrenimini 1900 yılında birincilikle tamamladıktan sonra Harp Akademisi’ne girdi. Bu okuldaki öğrenimini 1902 yılında altıncı olarak tamamladı ve meslek yaşamına başladı. İlk görev yeri olan Dersim ve çevresinde 8 yıl görev yaptı. 1905 yılında kolağası, 1908 yılında binbaşı rütbesine yükseldi. 1912 yılında Münime Hanım ile evlendi; bu evlilikten Hayrünisa ve Tarık adlı iki çocuğu oldu. II. Balkan Savaşı sırasında Çatalca Aşiret Süvari Tugayı’nın başında görev yaptı. Edirne’ye kadar gelen Bulgar Ordusu’nu püskürttü. I. Dünya Savaşı başladığında 3. Kolordu Kurmay Başkanıydı. Çanakkale Cephesi’nde çarpıştı. Bu görev sırasında ilk defa Mustafa Kemal ile tanıştı.


Kara Fatma

Kurtuluş savasının kadın kahramanlarından olan Kara Fatma’yı anlatacağım bugün sizlere. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Fatma Seher Erden (1888, Erzurum - 2 Temmuz 1955, İstanbul) ya da soyadı kanunundan önceki takma adıyla Kara Fatma, Türk Kurtuluş Savaşı kahramanı kadın asker. I. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkede işgallerin başlaması üzerine önceleri yakın aile çevresi, akrabaları, köylüleri ile küçük savunma çeteleri kurdu; daha sonra çetesiyle düzenli orduya katıldı.[1] İstiklal Savaşı’nda üç sene hizmet etti ve 300 kişilik bir müfrezeyi yönetti. Yaya ve atlı olarak silah ve cephane yükleri ile cepheden cepheye gitti. I., II. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde çarpıştı. İstiklâl Madalyası sahibidir.
KARA FATMA VE GRUBU
1888’de doğdu. Kayıtlarla doğrulanmamış olmakla birlikte doğum yerinin Erzurum olduğu düşünülür. Erzurum’un Ergemansur köyünden (bugünkü Çayköy) İbrahim Yahya’nın kızıdır. Nüfus kayıtlarında adı “Mahi” olarak geçer ancak kendisi ve çevresi “Fatma” adını kullanmıştır. Derviş lakaplı subay Ahmet Bey ile evlendi. Edirne’de görev yapan eşi ile Balkan Savaşı’nda yer aldı. I. Dünya Savaşı’nda eşi Kafkas Cephesi’ne giderken Edirne’de kaldı. Kendi ailesinden 10’a yakın kadını örgütleyerek Edirne’de çarpıştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey’in Sarıkamış’ta can verdiği haberini aldıktan sonra eşinin memleketi


İngiliz Kemal

Bugün sizlere İngiliz Kemal lakabıyla tanınan ve Türk Kurtuluş Savaşı’ndan önemli katkıları olan Ahmet Esat Tomruk’tan bahsedeceğim. Bilgileri Vikipedi’den topladım. Ahmet Esat Tomruk, sarışın ve mavi gözlüydü. Galatasaray Lisesi’nde ve İngiltere’de okudu. Boks şampiyonuydu. Ortalama İngiliz’den daha iyi İngilizce konuşuyordu. Babası öldüğünde, ‘Ahmet Esat Tomruk beş yaşındaydı. O ve annesi, dayısı Sezai Bey’in himayesine girdi. Ahmet Esat, ilköğrenimini Emirgan’da tamamladıktan sonra dayısı tarafından 679 numara ile Galatasaray Lisesi’ne kaydedildi. Parlak bir öğrenciydi. Fransızcasını geliştirmiş; yurt dışından edindiği arkadaşları ile mektuplaşmaya başlamıştı. Yurt dışından sık sık mektupların gelmesi iktidarın dikkatini çekmiş ve hafiyeler tarafından takibe alınmıştır. Hatta bir ara hafiyelerce tutuklanıp Yıldız Sarayı’na götürülmüş; sonra serbest bırakılmıştı. Bunun üzerine Ahmet Esat 1908’de İngiltere’ye hareket etmişti. İngiltere’de Navy College’e kayıt yaptırmıştı. Galatasaray Lisesi’nde boksa ilgi duyan genç Türk, Navy College’de artık profesyonel olarak boks yapmaya başlamıştı. Çok da başarılı olmuştu. Ahmet Esat, 1914’te Navy College’dan mezun olmuştu. Mezuniyetten sonra İngiltere’de bir müddet kalmış; bu arada Fransa başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini de gezmişti. İngilizce bilgisini çok geliştirmişti. Değişik şiveleri rahatlıkla konuşabilmekteydi. Yalnız dilinden değil hal ve tavrından da onu bir Avrupalı’dan ayırmak mümkün değildi.
TEŞKİLAT-I MAHSUSA


II. Katerina

Bugün sizlere Rusya tarihi ve Türk tarihi açısından önemli olan II. Katerina’yı anlatacağım. Bilgileri Wikipide’den derledim. II. Katerina 2 Mayıs 1729 tarihinde Prusya’nın Stettin kentinde (şimdi Polonya’ya ait) doğdu. Doğduğu zamanki adı Sophie Augusta Frederike idi. Babası Prusya’ya bağlı Anhalt-Zerbst bölgesinin prensiydi ve Prusya ordusunda bir generaldi. Bu soylu ailenin diğer üyeleri olan Sophie’nin kuzenleri III. Gustav ve XIII. Karl sonradan İsveç kralı olarak görev yaptılar. Sophie 1744 yılında Holstein-Gottorp dükü Peter’le evlendi. Sophie’nin kocası Peter, Çar Büyük Petro’nun torunuydu ve Peter’in teyzesi Çariçe I. Elizaveta Peter’i Rus tahtına veliaht olarak seçmişti. Sophie evlendikten sonra Ortodoks dinine geçti ve Katerina Aleksievna adını aldı. I. Elizaveta’nın zorlamasıyla gerçekleşen bu evlilik hiçbir zaman mutlu olmadı. Katerina’nın ve kocası Peter’in başkalarıyla çok sayıda aşklar yaşadıkları bilinmektedir. Katerina’nın kocası Peter, teyzesi I. Elizaveta’nın ölümü üzerine 5 Ocak 1762 tarihinde III. Petro adıyla Rus tahtına çıktı. Ancak III. Petro’nun çarlığı fazla uzun sürmedi. 28 Haziran 1762 tarihinde muhafız alayı çara karşı ayaklanarak III. Petro’yu tahttan indirdi ve Katerina Rusya çariçesi olarak ilan edildi. Nikita Ivanovich Panin’i hariciye nazırı olarak atadı. Çariçeliği döneminde Rusya batısı ve güneyindeki 518.000 km²’lik bir alanı topraklarına katmayı başardı. Bu genişleme Lehistan ve Osmanlı İmparatorluğundan


Siyaset, Yönetim, Devlet...

Bugün sizlere siyasetin ne demek olduğunu tarihsel gelişimini anlatacağım. Siyaset veya politika, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. Siyaset kelimesi Arapça Seyis (At Bakıcısı) kelimesinden türemiştir. Osmanlıca’da ise bu anlamlara ilaveten padişahın hükmettiği ölüm cezası anlamında kullanılır. Esasen İslam kamu hukukunun önemli bir unsuru olan “siyaseten katl”, Türk – İslam devlet nazariyesinde hükümdarın yetkisine bağlı olarak şekillenmiştir. Buna göre siyaseten katl, en genel tanımıyla İslam hükümdarının mutlak otoritesine dayanarak verdiği en ağır cezadır. Kavram bu haliyle, bir hükümdarın ülke idaresi ve politika zorunlulukları gereği hükmettiği ölüm cezasıdır. Kavram, İslam kamu hukukunda, özellikle de Osmanlı devlet düzeninde o denli yerleşmiştir ki siyaset sözcüğü tek başına, esas anlamının yanında ve pek çok kullanımda hükümdarın verdiği ölüm cezasını ifade eder. Yunan siyasal yaşamında ise siyaset, “polis”‘e veya devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır. Politika bilimi (politoloji) politik hareketler ve güç edinilmesi ve kullanımı konusunu inceler.nPolitika, toplumun halka dair yaptığı tüm etkinliklerdir. (Aristoteles)
Düşünsel gelenek
Eflatun veya Aristo’nun kurucuları olarak kabul edildiği bu gelenekte etik sorunları incelemek önceliklidir. Olması gerekenle ilgilenir. Günümüzde ise bu gelenek, “bireysel özgürlüğün sınırları ne olmalıdır?” “Devlete neden itaat etmeliyim?” gibi normatif sorunlarla uğraşır.
Deneyci gelenek
Deneyci geleneğin izlerini Aristo’dan, Montesquieu’ye kadar


Reform

Bugün size insanlık tarihini başka yöne çeviren reform hareketlerini anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Reform veya Yenilikçi Devrim 16. yüzyılda başlatılarak tüm Avrupa’yı etkilemiş ve Katolik Kilisesi’ne karşı yapılmış dinsel bir harekettir. Katolik Kilisesi’nin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyasal etkinliklerle daha fazla ilgilenmeye başlaması birçok din adamının tepkisini çekmiş ve reform hareketlerine yol açmıştır. Reform hareketleri önce Almanya’da, sonrasında ise Fransa, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de etkili olur. Bu reform hareketi Hıristiyanlığın yeni ve büyük üç mezhebinden Protestanlığın oluşmasını sağlamıştır.
Reform hareketinin önderi Cermen kökenli teolog ve filozof Martin Luther’dir. Luther’in kaderi kendinden önce ortaya çıkan ve sapkın olarak ilan edilip yakılan reformcular gibi olmamıştır. Büyük bir başarı yakalamış ve Avrupa tarihinin akışını değiştirmiştir. Bu dönemde Almanya Papalık tarafından sömürülüyordu. Bundan dolayı İtalya’ya büyük bir nefret duyuluyordu. Martin Luther de bu durumdan fazlasıyla yararlanmıştır.
*****
Martin Luther Roma’ya yaptığı bir ziyaret sırasında Papa’nın Hıristiyanları kandırdığını, haksız olarak zevk ve lüks içinde bir hayat yaşadığını fark etti. Luther bu durumu gördükten sonra Hıristiyanlığın amacına dönmesi gerektiğini söylemiş ve Roma Kilisesi’ne (Katolikliğe)


Roma İmparatorluğu

Bugün sizlere tarihin eşsiz devletlerinden birini anlatacağım. Bilgileri Wikipedi’den elde ettim. Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti’nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, 375 yılındaki Kavimler Göçü’yle başlayan karışıklıklardan sonra 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. İmparatorluğun batıdaki kısmı olan Batı Roma İmparatorluğu Kavimler Göçü’yle Avrupa’ya gelen Cermen kavimlerinin saldırıları sonucu 476 yılında yıkılmış, doğu kısmı da varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu olarak 1453’te Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci Padişahı II. Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar sürdürmüştür. “Roma İmparatorluğu” ünlü Latince Imperium Romanum’un Türkçesidir. Bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında kullanılmaktadır. Roma İmparatorluğu Avrupa’nın Romalıların egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km² büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin “klasik antikite” dönemindeki en geniş imparatorluğuydu. Augustus’un otokrasisinden yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası’nı aşmış, önemli rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus’un reformları Roma Devleti’ni bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye dönüştürmüştür. Her ne kadar


Orhan Gazi

Bugün sizlere Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci padişahı Orhan Gazi’den bahsedeceğim. Bilgileri Wikipedi’den topladım. Orhan Gazi veya Orhan Bey (d. 1281, Söğüt – ö. Mart 1362, Bursa), Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci padişahı. 1326 ile 1359 yılları arasında beylik yapmıştır. Babası Osman Gazi’den 16 bin km² olarak aldığı devleti, oğlu I. Murad’a 95 bin km² olarak bırakmıştır.
Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi ve Malhun Hatun’un oğludur. Sarışın, uzun boylu ve mavi gözlü, halk tarafından çok sevilen, ulemaya saygılı, merhametli bir hükümdar olarak tanımlanır. Sık sık halkın arasına karıştığı ve dertlerini dinlediği söylenir. Babası Osman Gazi’nin vefatı üzerine 1326’da bey olmuştur. Orhan Bey’e Şücaeddin, “İhtiyareddin” ve “Seyfeddin” unvanları verilmiştir. Ölüm tarihini 1359, 1360, 1361 ve 1362 gösteren kaynaklar da vardır. Orhan Bey’in beylik yıllarının ilk dönemi Anadolu’da fetihlerle geçmiştir. Beyliği sırasında bütün diğer Anadolu beylikleri gibi İran’da kurulu İlhanlılar’ı matbu sayıp yıllık vergi ödemekte devam etmiştir. Diğer yandan da Bizans topraklarına yönelik akınlar ve fetihlerle Osmanlı Beyliği daha güç kazanmıştır. Orhan Bey 1321’de Mudanya’yı fethederek beyliğini Marmara Denizi kıyısına ulaştırmıştır. 1323 yılında Gebze de kendi adında camii yaptırmıştır. 1321 ve 1326’ya kadar Gazi komutanlar emri altında Osmanlı beylik birlikleri beylik sınırlarına sevk edilmiş; Konur


Şah İsmail

Bugün sizlere Osmanlı tarihinin akışı önemli ölçüde etkileyen bir lideri ele alacağım. Safevi Devleti’nin hükümdarı Şah İsmail’i anlatacağım. Yazımda Vikipide’den faydalandım. İsmail veya Şah İsmail, (tam unvanıyla Ebu’l-Muzaffer Bahadır el-Hüseynî (d. 17 Temmuz 1487, Erdebil - 24 Mayıs 1524 Erdebil), Safevî Tarikatı’nın lideri ve Safevi Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı. Kurduğu devlette Azerbaycan Türkçesi saray ve ordu dili olarak, Farsça ise bürokrasi dili olarak kullanılmıştır. İsmail, 17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil şehrinde Safevî Tarikatı’nın Türkmen şeyh ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. İsmail’in babası Şeyh Haydar, dedesi ise Şeyh Cüneyd’dir. İsmail’in annesi Alemşah Halime Begüm Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’nın kızıdır. Şeyh Haydar, Kafkasya’ya düzenlediği seferinde öldürülmüş babası Şeyh Cüneyd’in öcünü almak için 1488’de Şirvanşahlar Devleti’ne saldırır. Şirvan hükümdarı Ferruh Yasar yenilgiye uğrayarak Gülistan kalesine çekilir. Yedi ay muhasarada kaldıktan sonra Şirvan hükümdarı damadı olan Akkoyunlu sultanı Yakub Bey’den yardım istedi. Şeyh Haydar da, Alemşah Halime Begüm ile evlendiğinden, Yakup’un kardeşinin kocası idi, fakat Haydar’ın daha da güçlenmesini istemeyen Akkoyunlu hükümdarı Ferruh Yasar’a bir kuvvet gönderdi. Akkoyunlu ve Şirvanşah ordularıyla Taberistan yakınlarında yapılan savaşta Şeyh Haydar öldürüldü. Babası Şeyh Haydar öldürüldükten sonra, İsmail dayısı Sultan Yakup tarafından annesi Âlem şah Begüm ve kardeşleri Sultan Ali ve İbrahim


Tarih Kokan Kent: Bergama

Bugün sizlere İzmir’in güzide ve tarihi dokusuyla dikkat çeken ilçesi olan Bergama’yı anlatacağım. Yazımı yazarken Bergama Belediyesinin sitesinden faydalandım. M.Ö. 3000’e kadar giden bir geçmişi içine alan Bergama’nın bilinen en eski adı, Pergamon’dur. Perg (Berg):Dağ, tepe, yüksek, ulaşılması güç yer anlamına gelmektedir. Bu da, Bergama’nın Akropol tepesinde kurulduğunu ifade eder ve en eski Anadolu dillerinden olan Luvice’de anlamı budur. Latince Pergamon, Fransızca Bergame, Türkçe ise Bergama olarak kullanılmaktadır. Bergama, mitolojiye göre Heraklesin oğlu tarafından kurulmuş ve adını da Troya kahramanı Akhilleus’un torunu torunu olan Pergamos’tan almıştır. Bergama hakkında ilk tarihi kayıt, Xsnephon’da bulunmaktadır. Xsnephon ordusunu Anadolu’dan Yunanistan’a geri götürürken bir süre konakladığı şehri Pers valisi Asidatis’ten almıştır. M.Ö. 337 yılında Makedonya kralı Büyük İskender’in eline geçen şehir, Ipsos Savaşı’nda (M.Ö.301) Trakya hükümdarı Lysimachos tarafından işgal edilmiştir. Ancak Lysimachos Sardes’te kendikomutanlarından Philitairos’a yenilmiştir.Böylece 9000 talentlik savaş ganimetini elinde tutan Philitairos M.Ö.283’te başlayan ve 150 yıl süren Attaloslar krallığının temelini de atmıştır. Sırasıyla Eumenes I (263-241), Attalos I(241-197), Eumenes II (197-153), Attalos II (153- 138) Hellenistik başkent Bergama’da hüküm sürmüştürler.
I.Attalos’un, haraç isteyen Galatlar’ı mağlup etmesinin arkasından II Eumenes’in; III. Antiochos’u yenerek Apameia Anlaşmasıyla (M.Ö.188) Bergama Krallığı’nın sınırları Marmara


I. Petro'nun Hayatı

Bugün sizlere önemli Rus çarlarından I. Petro’nun hayatını anlatacağım. Bilgileri Vikipedi’den derledim. I. Petro veya Büyük Petro (9 Haziran 1672, Moskova - 8 Şubat 1725, Sankt-Peterburg), Rusya’yı 7 Mayıs 1682’den 8 Şubat 1725’teki ölümüne kadar yöneten Rus çarıdır. Kimi tarihçiler tarafından Rusya’yı, Avrupa’nın ve dünyanın kaderinde söz sahibi devletlerin arasına soktuğu düşünüldüğünden, “Büyük” sıfatıyla anılırken, kimi tarihçiler tarafından davranışları sebebiyle Deli Petro olarak anılmaktadır. Çar I. Aleksey’in ikinci eşi Natalya Narişkina’dan olan oğludur. 1682’de, zayıf ve hastalıklı üvey ağabeyi V. İvan’la birlikte tahta çıktı. Taht naipliğine üvey ablası Sofia Alekseyevna atandı; Sofia’nın aşığı başdanışman Vasili Vasilyeviç Golitsın; ülkenin yönetiminde etkindi. Petro, bu dönemde annesiyle birlikte Moskova’nın dışındaki “Alman mahallesinde” yaşadı. Rusya’ya gelen Avrupalılar’la yakınlık kurarak uygarlıkları hakkında bilgi sahibi oldu. Burada Avrupalı askerlerden topçuluk ve istihkam eğitimi aldı. 14 yaşından itibaren gemilere büyük ilgi duydu. 1689’da annesinin zoruyla Eudoxia Lapoukine ile evlendi; ertesi yıl Alexis adında bir oğlu oldu. Son derece muhafazakâr bir aileden gelen eşi ile hiç uyuşamadı.
Petro 17 yaşında bir saray darbesiyle yönetimi ablasının ve Golitsın’in elinden aldı. 1694’te annesinin ölümü ile ülke yönetiminin tek hakimi oldu. Tahtı Ivan’la paylaşmayı sürdürüyordu


Magna Carta

Bugün sizlere hukuk tarihi açısından çok önemli olan olan Magna Carta’yı yazacağım. Magna Carta (Latince: Büyük Ferman) veya Magna Carta Libertatum (Latince: “Büyük Özgürlük Fermanı”), 1215 yılında imzalanmış bir İngiliz belgesidir. Bu belge ile kral ilk kez yetkilerini kısıtlamış ve derebeylere bazı haklar tanımıştır. Günümüzdeki anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin önemli basamaklarından birisidir. Aslen, Papa III. İnnocentius, Kral John ve baronları arasında, kralın yetkileri hususunu karara bağlamak amacıyla imzalanmıştır. Kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılıyordu. Metinde kralın yetkilerini teoride kısıtlayan hükümler yer almaktaydı. 61. maddeye göre feodal kanunlara atıfta bulunuluyor ve 25 baronun kralın hükmüne karşı gelebileceğini belirtiyordu.
Belgenin hazırlanmasında rol alan olaylar Normanların İngiltere’yi ele geçirmelerine kadar dayanır. İngiliz krallarının amacı, fetihten sonra iktidarı ele geçirerek derebeylerini saf dışı bırakmaktır. Bu alanda yapılan tüm faaliyetler ülkedeki baronları rahatsız etmeye başlamıştı. Gitgide artan bu rahatsızlıklar ileride isyanlara sebep oldu. 150 yıldır süren kral ve baronlar arası çekişme, Kral John’un girişimleri ile iyice idare edilemez bir hal aldı. Bunun üzerine kral, bütün gücünü derebeylerine karşı kullandı. Bu davranış derebeyleri sinirlendirdi. İleriki zamanlarda Kral


Pargalı İbrahim Paşa

Bugün sizlere Osmanlı tarihinde önemli bir yeri olan İbrahim Paşayı anlatacağım. Vikipediden derlediğim bilgilere göre Pargalı İbrahim Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Frenk İbrahim Paşa ya da öldürüldükten sonraki unvanıyla Maktul İbrahim Paşa (1495, Parga - 15 Mart 1536, Kostantîniyye[b]), I. Süleyman saltanatı döneminde 27 Haziran 1523 - 15 Mart 1536 arasında sadrazamlık yapmış, önemli siyasal ve askeri olaylarda rol oynamış Osmanlı devlet adamı. Sahip olduğu yetkiler sebebiyle birçok tarihçi tarafından Osmanlı İmparatorluğu dış siyasetinin beyni olarak kabul edilmiştir.
Kesin memleketi bilinmemekle birlikte, çeşitli kaynaklarda Rum, İtalyan ya da Hırvat asıllı olduğu söylenmektedir. Babasının Parga’da balıkçı olduğu yazılıdır. Küçük yaşta esir düşerek Manisa’ya getirilen İbrahim, burada Süleyman tarafından alınmış ve ölümüne kadar onun yanından ayrılmamıştır. Belgrad ve Rodos seferlerinde yer almıştır. Süleyman’ın saltanatının başlamasıyla birlikte, hızla yükselerek önce has odabaşı olmuş, daha sonra ise sadrazamlığa yükselmiştir. Bunların yanında Rumeli ile Anadolu Beylerbeyi ve Seraskerlik makamlarınında sahibi olmuştur.
Görkemli bir düğünle evlendikten kısa bir süre sonra, Hain Ahmed Paşa’nın isyanı sonrası iç karışıklıklarla uğraşan Mısır’a düzeni sağlaması için gönderilmiştir. Mısır’a kara yolu üzerinden giderken, birçok noktada halkın şikayetlerini dinleyerek çözüme kavuşturmuştur. Mısır’da birçok yenilik yapmıştır.


Marco Polo

Bugün sizlere İtalyan gezgin Marco Polo’nun hayatını anlatacağım.  Marco Polo (d. 15 Eylül 1254, Venedik, Venedik Cumhuriyeti - ö. 8 Ocak 1324 Venedik Cumhuriyeti) İtalyan gezgin. Ünlü kâşif ve tüccar Niccolo Polo’nun oğludur. Bazı kaynaklar Marco Polo’nun aslında Macar olduğunu ve Dalmaçya’nın Korcula adasında doğduğunu bu ada o zaman Venedik protektorası olduğu için Venedikli ve İtalyan bilindiğini söyler. Çocukluğunda, Karadeniz ve Akdeniz’deki ticaret merkezlerine uğrayan babasıyla yolculuk yapmıştır. Ticareti Asya’ya seyahat ederek Kubilay Han ile tanışan babası Niccolo ve amcası Matteo’dan öğrenmiştir. Babası ve amcası 1269 yılından Venedik’e dönerek ilk defa Marco ile tanışmıştır. Daha sonra üçü birlikte Asya’ya 24 yıl sürecek bir seyahate çıkmışlardır. Bu zaman dilimde Uzak Doğu ile ticaret yolları geliştirmeye çalışan Marco Polo, parası olan insanların mallarını satmak üzere anlaşmalar yapmıştır. Bu olay günümüz “risk sermayesi”nin ilk örneğidir. O zamandaki genel anlaşma sigorta bedeli dahil yüzde 25’e yakın bir faiz oranı ile maceraperest tüccara sermaye sağlamak şeklindeydi. Geri döndüklerinde Venedik’i Cenevizliler ile savaşırken bulmuşlardır. Cenevizlilere esir düşmüş ve hikâyelerini hücre arkadaşına yazdırmıştır. 1299 yılında serbest bırakıldıktan sonra zengin bir tüccar olmuş, evlenmiş ve üç çocuğu olmuştur. 1324 yılında ölmüş ve Venedik’te bulunan San Lorenzo Kilisesi’ne gömülmüştür.


IV. Murad'ın İlk Dönemleri

Osmanlı’nın fetihçi son padişahı diyebileceğimiz IV. Murad’dan bahsedeceğim bugün.  IV. Murad 1623 ile 1640 yılları arasında hüküm sürdü. Revan (Erivan) ve Bağdat fatihidir. IV. Murad İstanbul’da, Sultan I. Ahmed’in ve Kösem Sultan’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Ağabeyi II. Osman’ın Yedikule zindanlarında bir grup isyancı tarafından öldürülmesi üzerine amcası I. Mustafa tahta geçmişti. Akli dengesi bozuk olan amcası I. Mustafa’nın yerine 11 yaşındaki IV. Murad padişah yapıldı. Osmanlı Padişahı II. Osman’ın tahttan indirilerek öldürülmesi üzerine yerine akli dengesi bozuk olan I. Mustafa tekrar tahta çıkarılmıştı. I. Mustafa akli dengesindeki bozukluktan ötürü devleti yönetemeyecek bir durumda olması nedeniyle alınan karar gereği tahttan indirildi. Yerine ise 10 Eylül 1623 tarihinde tahta oturtulan IV. Murad geçti. Ebu Eyyûb el-Ensarî Türbesi’nde Aziz Mahmud Hüdayi’nin elinden kılıç kuşanan IV. Murad, tahta çıktığında sünnetsiz olduğu için cülûsunun 5. günü sünnet edildi. Çeşitli olumsuz olaylar sebebiyle kargaşa dolu bir ortamın olduğu dönemde tahta çıktı. Osmanlı’da can ve mal güvenliği neredeyse kalmamış ve hazine tükenme noktasına gelmişti.[6] Çözülmesi gereken en önemli iç ve dış meseleler arasında Abaza Paşa isyanı ve Bağdat’ın Safevilerden geri alınması konusu önde geliyordu. IV. Murad’ın henüz çocuk yaşta olması ve tecrübesizliğinden dolayı devlet yönetiminde Sadrazam Kemankeş Kara Ali Paşa kısa