Sayfa Yükleniyor...
Dün 19 Eylül Gaziler Günü’nü kutladık. Tarih sayfalarında belki bir gün, belki bir tarih olarak gözükebilir; ancak bugün, milletimizin kalbinde derin izler bırakan, unutulmayacak kahramanların hatırlandığı bir gündür. Gaziler Günü, sadece bir takvim yaprağından ibaret değil, vatanı uğruna canını, kanını, sağlığını feda eden insanların onurlandırıldığı özel bir anıdır.
İzmir günlerce orman yangınlarıyla mücadele etti. İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Valiliği, Tarım ve Orman Bakanlığı, AFAD ve yardıma gelen diğer kuruluşlar bu büyük yangınları söndürmek için var gücüyle çalıştı. Yangınla ilgili ise İzmir Valisi Süleyman Elban’ın aktardığı bilgiye göre 7 kişi gözaltına alındı. Umarım bu tür senaryolarla bir daha karşılaşmayız. Bu yazımda sizlere ormanların bizler için niçin önemli olduğunu aktarmaya çalışacağım.
Her yıl, İzmir’in sıcak yaz akşamlarında düzenlenen İzmir Fuarı, Türkiye’nin dört bir yanından gelen ziyaretçilerini ve katılımcılarını bir araya getirir. Bu yıl ise fuar, teknoloji teması ile dikkat çekiyor. Özellikle yapay zeka ve ileri teknolojiler etrafında şekillenen bu tema, fuarın yenilikçi ruhunu bir adım öteye taşıyor. Teknolojinin hayatımızdaki etkilerini hepimiz gün geçtikçe daha derinden hissediyoruz. Akıllı telefonlardan evlerimizi kontrol eden sistemlere, sağlık teknolojilerinden eğitimde kullanılan araçlara kadar her şey teknoloji ile şekilleniyor ve değişiyor. İşte İzmir Fuarı da bu büyük dönüşümün tam ortasında yer alarak, teknoloji dünyasının nabzını tutmayı amaçlıyor. Bu yıl ki fuarın en dikkat çekici yönü, yapay zekâ konusuna odaklanması. Yapay zekâ, sadece geleceğin değil, bugünün de en önemli konularından biri. Her geçen gün hayatımıza daha fazla entegre olan bu teknoloji, iş dünyasında, eğitimde, sağlıkta ve hatta günlük yaşamda büyük değişimlere yol açıyor. İzmir Fuarı bu temayı merkezine alarak, bu dönüşümün ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor.
Değerli okuyucular. Bu yazımda sizlere ağustos ayında İzmir’de gezilmesi gereken yerleri ve gidilmesi gereken kültür sanat etkinliklerini anlatacağım. Bir İzmir sevdalısı olarak yazın en sıcak dönemlerinden bir tanesi olan ağustos ayında birçok önemli etkinlik olacak. Kültür sanata doyacağız adeta bu ay.
***
Bu ay benim en sevdiğim etkinliklerin başında Gezici Açıkhava Film Günleri etkinlikleri geliyor. Bu kapsamda 8 Ağustos’ta Tire Büyükkale Köyü Meydanı’nda, 13 Ağustos’ta Aliağa Demokrasi Meydanı’nda, 15 Ağustos’ta Buca Hasanağa Bahçesi’nde, 17 Ağustos’ta Foça Beşkapılar Amfi Tiyatro’da ve 20 Ağustos’ta Kınık Cumhuriyet Meydanı’nda sinemaseverler film keyfi yaşayacak. Tüm gösterilerin ücretsiz olması da bizler için ayrı bir şans.
***
Ağustos’ta Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi Drama Salonu’nda başlayacak olan Nevzat Kaya’nın Psikanalitik Edebiyat İncelemeleri, edebiyatseverlere psikolojik analizlerin derinliklerinde bir yolculuk sunacak. Bu etkinlik, 12, 19 ve 26 Ağustos tarihlerinde de aynı mekânda, aynı saatte devam edecek. Her seans, edebiyatın psikanalitik yönlerine dair zengin bir içerik vaat ediyor ve katılımcılar, edebiyat ile psikolojiyi bir araya getiren bu özel incelemelerden büyük fayda sağlayacaklar. Ağustos ayı aynı zamanda canlı ve enerjik Mahalle Şenlikleri ile de renkleniyor. 23 Temmuz’da start alan şenlikler, bu ay boyunca çeşitli mahallelerde devam edecek. İlk etkinlik, 5 Ağustos’ta Bergama Yenikent
Türkiye, sıcak hava dalgasının etkisi altına girmeye hazırlanıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü, mevsim normallerinin üzerinde seyredecek yeni bir sıcak hava dalgasının ülkeyi batı bölgelerinden başlayarak etkisi altına alacağını duyurdu. Bu sıcak hava dalgasının özellikle çarşamba ve perşembe günleri tüm ülkede etkili olması bekleniyor. Marmara, Ege, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinde sıcaklıkların mevsim normallerinin 5 ila 10 derece, diğer bölgelerde ise 2 ila 6 derece üzerine çıkacağı tahmin ediliyor. Uzmanlar, çarşamba günü aşırı sıcak hava nedeniyle özellikle dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarıyor.
Ülkemiz kurak geçen yaz mevsimin etkisiyle yangın sezonuna girmiş bulunmakta. İzmir’de cumartesi günü çıkan yangınlar; hava koşullarının, rüzgarın da etkisiyle hızlıca yayıldı. Bunun neticesinde birçok ilçede çıkan orman yangınlarının etki alanı genişledi. Haziran ayının son günlerinde yaşanan bu olay, yaz sezonun bitmesine iki ay kala endişeleri artırdı. Nitekim gazetemizden Kemal Özkurt’a konuşan İklim Bilimci Murat Türkeş, orman yangını sezonunun yeni başladığını temmuz ve ağustos aylarının daha büyük riskler taşıdığını ifade etti. Yani önümüzdeki günler orman yangınları ilimiz ve yaşadığımız bölge açısından oldukça hayati risk taşıyor.
Yaz mevsimine girdik. Kültür sanat etkinlikleri açısından kısır geçen bir dönem oluyor. Ama İzmir’de bu yaz kültür sanat etkinlikleri tüm hızıyla devam edecek. Sizler için dikkatimi çeken etkinlikleri paylaşmak için bu yazıyı kaleme aldım
Yazının devamı İLKSES Gazetesi'nde...
Son günlerde en büyük tartışma konusu sokak hayvanları. TBMM’ye gelen yasa tasarısına göre sahipsiz sokak hayvanları uyutulacak. Peki sokak hayvanlarının sokaklarda kontrolsüz şekilde üremesi durumunda neler oluyor. Bu yazımda bu konu hakkında araştırıp ortaya çıkardığım bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dijital dönüşüm çağında, yapay zeka (AI) tüm dünyada hızla yayılan ve gündemin başköşesine oturan bir konu haline geldi. Her gün bu alanda yeni bir gelişme yaşanmakta ve uzmanlar, yapay zekanın geleceğimizi nasıl şekillendireceğine dair sorulara yanıt aramaktadır. Bu gelişmelerin ışığında, yapay zekanın insanlık için getireceği değişiklikler, fırsatlar ve olası tehditler hakkında derinlemesine bir değerlendirme yapmak önemlidir.
Yapay zekanın potansiyelini anlamak için öncelikle dijital dönüşümün ne anlama geldiğini kavramak gerekir. Dijital dönüşüm, işletmelerin, toplumların ve günlük yaşamın dijital teknolojilerle yeniden şekillendirilmesini ifade eder. Bu süreç, verimliliği artırmak, inovasyonu teşvik etmek ve yeni fırsatlar yaratmak için dijital araçların ve sistemlerin entegre edilmesini içerir. Yapay zeka, bu dönüşümün en kritik bileşenlerinden biridir ve sağlık, eğitim, ulaşım, finans gibi pek çok sektörde köklü değişikliklere yol açmaktadır.
Gelecekte yapay zeka, yaşamımızın her alanında daha yaygın bir şekilde karşımıza çıkacak. Örneğin, sağlık sektöründe yapay zeka destekli teşhis ve tedavi yöntemleri, hastalıkların daha erken ve daha doğru bir şekilde tespit edilmesini sağlayacak. Kişiselleştirilmiş tedavi planları, hastaların ihtiyaçlarına daha iyi cevap verecek ve genel sağlık hizmetlerinin kalitesini artıracaktır. Eğitim alanında ise yapay zeka, öğrenme materyallerini kişiselleştirmek ve öğrencilerin bireysel öğrenme hızlarına ve stillerine uygun içerikler sunmak için kullanılacak. Bu, eğitimde fırsat eşitliğini artıracak ve
Mayıs ayı kültür sanat etkinlikleri açısından oldukça önemli. Türkiye’nin 4 bir köşesinde olduğu gibi İzmir’de de kültür sanat etkinlikleri, mayıs ayında daha bir anlamlı ve keyifli. Bu ayın içindeki en önemli etkinlik ise şüphesiz ki Hıdırellez etkinlikleri.
Biliyorsunuz baharın coşkusu Hıdırellez şenlikleri ile tavan yaptı. Kentin 30 ilçesinde de Hıdırellez, etkinliklerle kutlanıyor. Fakat yeni nesil Hıdırellez’in ne olduğunu pek de bilmiyor. Şenlikleri dolaştığımda bunu fark ediyorum. Sizlere Hıdırellez’in ne olduğunu anlatayım biraz.
Hıdırellez, Türk ve bazı Orta Doğu ülkelerinde kutlanan bir bahar ve bereket bayramıdır. Genellikle 5-6 Mayıs tarihlerinde, baharın müjdecisi olarak kabul edilen bugün, özellikle Türk kültüründe önemli bir yer tutar. Hıdırellez, Hızır ile İlyas’ın buluştuğu gün olarak kabul edilir ve bu buluşmanın insanlara sağlık, mutluluk ve bereket getireceğine inanılır. Hıdırellez kutlamaları genellikle piknikler, açık hava etkinlikleri, şenlikler, danslar ve çeşitli ritüellerle gerçekleştirilir. Bugün, aynı zamanda dileklerin tutulduğu bir gün olarak da kabul edilir. Özellikle geleneksel inanışa göre, Hıdırellez gecesi denize, nehir kenarına ya da doğaya çeşitli dilekler yazılarak atılır ve bu dileklerin gerçekleşeceğine inanılır.
Hıdırellez’in kitabi tanımı budur. Tarihi şenliklerin nereden geldiğini iyi bilmek gerekir. Şenliklere salt, orada bulunmak ve ateşin üstünden atlamak için bulunmak, olayın özünü kavramamıza engel oluyor ve ne yazık ki kutlamaların coşkusunu tam
Bugün sizlere modern dünyanın ortaya çıkardığı en büyük sorunsallardan bir tanesinin, yani sahte insan ilişkilerinin üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.
Biliyorsunuz ki; sanayi devrimi ile birlikte, fabrikaların yaygınlaşması ve sonrasında oluşan modern toplumlarda hizmet sektörü, iş dünyasını değiştirdi. El emeğinin yerini seri üretim alınca bu dönüşüm toplumdaki ilişkileri de şekillendirdi.
Günümüz toplum yapısı da bizlere sahte ilişkileri dayatır hale geldi. İnsan ilişkilerinde oluşan bu sahtelik, hayata bakış açımızı da şekillendirir bir hale geldi.
Oysa ki; gerçekte, güler yüzlü bir samimiyet, içten gelen bir dostluk ve sıcak bir iletişim; insan ilişkilerinin temelini oluşturur. Ancak trajik bir şekilde, bazı ilişkiler sahte olabilir ve bu sahtelik, derin duygusal yaralar açabilir. Sahte insan ilişkileri, duygusal refahı ciddi şekilde etkileyebilir ve bu zararlar genellikle fark edilmesi zor olan bir şekilde gelir.
Psikolojik okumalarımda fark ettim ki; sahte ilişkiler üç şekilde bireyi etkileyebiliyor. Bunlar aşağıda yer alan şekilde oluyor.
İlk olarak, sahte ilişkilerde hissedilen güvensizlik duygusu, bireyin kendi özgüvenini zedeleyebilir. Birinin samimiymiş gibi davranışlarına güvenmek, gerçek niyetlerini anlamakta güçlük çekmek demektir. Bu durum, bireyin genel olarak ilişkilere olan güvenini zayıflatabilir ve gelecekteki ilişkilerde duvarlar örmesine yol açabilir.
İkincisi, sahte ilişkilerde yaşanan duygusal manipülasyonlar, kişinin duygusal sınırlarını ihlal edebilir. Bir kişi, diğerini kendi çıkarları için kullanabilir
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere ülkeler arası ilişkileri hukuki olarak sağlayan iletişim biçimini yani diplomasiyi anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Diplomasi, uluslararası siyasi ve hukuki iletişim demektir. Sorunların çözümü için karşılıklı (iki veya daha fazla ülkenin bir araya gelmesiyle) anlaşma/antlaşma imzalanır. Devletlerin temsilcilerinin sözlü veya yazılı konuşma eylemlerini ifade eder. Diplomatlar dış temsilcilik ve diplomatik görevler yoluyla faaliyet gösterir.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Hürrem Sultan hakkında bilgiler paylaşacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Hürrem Sultan, Osmanlı İmparatorluğu’nun onuncu padişahı ve 89. İslam Halifesi I. Süleyman’ın nikâhlı eşi, sonraki padişah II. Selim ile Şehzade Mehmed, Mihrimah Sultan, Şehzade Abdullah, Şehzade Bayezid ve Şehzade Cihangir’in annesi, Haseki Sultan. Renkli hayatı ile efsaneleşmiş; entrikaları, zekası, cesareti ve ihtiraslarıyla ün salmış bir hanım sultandır.[5] Hayatı romanlara, tiyatro oyunlarına, opera eserlerine konu olmuştur. Siyasette ve devlet işlerinde aktif rol oynayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda “kadınlar saltanatı” denilen devri başlattığı rivâyet edilir.[5] Bunun yanında, Osmanlı tarihinin en güçlü ve en etkili kadın sultanlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Topkapı Sarayı’na gelene kadarki yaşamı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Lehistan Krallığı’nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn’de, 1504 yılında doğduğu rivayetler arasındadır. Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde 15’li yaşlarında Rutenya’den kaçırıldığı,[6] Kırım Hanı’nın himayesine girdikten sonra Topkapı Sarayı’na sunulduğu tarihçiler ve yazarlar tarafından kabul görmüş bir rivayettir. O dönemin Avrupa elçileri tarafından kızıl saçlı, yeşil gözlü ve beyaz tenli olduğu vurgulanmıştır. Eşi Kanuni Sultan Süleyman’ın da kendisine yazdığı gazel ve şiirlerden de bu anlaşılmaktadır. Kendisi adına çizilen portreler tamamen ressamların hayal ürünü olup, gerçeği yansıtmamaktadır. Bunun yanında Osmanlı İmparatorluğu’nda adına en çok portre yapılmış sultandır. Oğullarını tahta varis yapmayı başaran Hürrem Sultan, 15 Nisan 1558’de İstanbul’da öldü. Kayıtlarda eceliyle öldüğü yazılır. Büyük bir cenaze töreninin ardından Süleymaniye Camii avlusuna gömüldü. Mezarı üzerine türbesi eşi Süleyman tarafından yaptırıldı.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Avrupa’daki Türk topluluklarından Gagavuzları anlatacağım. Bilgileri Wikipedia kaynağından derledim. Gagavuzlar ya da Gagauzlar, bugünkü Moldova Cumhuriyeti’nde, başta Gagavuzya olmak üzere kuzeydoğu Bulgaristan, Ukrayna, Romanya ve Yunanistan’da yaşayan, çoğunluğu Ortodoks Hristiyan olan bir Türk topluluğu. Ayrıca Trakya, Marmara, Batı Karadeniz, Orta Karadeniz’in yerli halkı olan Müslüman Gacalların ve Manavların Yörük olmayan katmanının nüfusunun Gagavuzlardan geldiğine inanılmaktadır. Gagavuz adı ilk defa 1817 tarihli Rus nüfus sayımındaki belgelerde geçmektedir. Türkiye’de ve dünyada daha çok Gagauz şeklinde kullanılmaktadır. Türkiye’de ilk olarak İstoyan Cansızov’un “Balkan Şib-i Ceziresinde Türkler” adlı makalesinde Gagavuzlardan bahsedilmiştir. Gagavuzlar hakkında ilk önemli bilgileri veren Yaşar Nabi Nayır, Türk Gagauzlar olarak kaydettiği Gagauz adının, Gök sözcüğünden gelen Gaga sözüyle Oğuz adının birleşmesinden meydana geldiğini, bunun için de bu Türklere Gök-Oğuz denilebileceğini söyler. Yaşar Nabi Nayır’ın bu şekilde ortaya attığı Gök-Oğuz adı, yakın dönemlere kadar popüler bir adlandırma olarak kullanılmıştır. Gagavuzların çoğunluğu Ortodoks mezhebine bağlıdır. Ancak Ortodoks olmayan bir kısım Gagavuz da vardır. Ortodoks olmayan Gagavuzlar, Katolik ve Subbotnik, Evanjelistlerden oluşmaktadır. Ortodokslar komünizm sonrası, diğer eski Sovyet halklarında olduğu gibi, inançlarını daha rahat uygulayabilir hale gelmişlerdir.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Dünya Sağlık Örgütünü (WHO) anlatacağım. Bilgileri Wikipedia kaynağından derledim. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), (İngilizce: World Health Organization, (WHO) Birleşmiş Milletler’e bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili uluslararası çalışmalar yapan örgüttür. 1945 yılında ABD’nin San Francisco kentinde toplanan Birleşmiş Milletler Konferansı, bu dönemde bütün halkların sağlığının, dünyada barış ve güvenliğin sağlanması açısından temel önem arz ettiğini kabul ederek Çin ve Brezilyalı delegelerin bir “Uluslararası Sağlık Örgütü” kurulması amacıyla toplantı düzenlenmesi oy birliğiyle kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal Konseyi, söz konusu toplantının hazırlanması için Belçikalı Prof. Dr. Rene Sard başkanlığında 15 kişilik bir teknik komite oluşturmuştur. Teknik komite kısa bir süre içinde toplantının gündemini saptamış, kurulacak uluslararası sağlık örgütü için anayasa taslağını hazırlamış ve alınması gereken kararları belirlemiştir. 19-22 Temmuz 1946 tarihlerinde New York’ta düzenlenen Uluslararası Sağlık Konferansı’nda BM’ye üye 51 ülkenin temsilcisi ile Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), OIHP (Merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Halk Sağlığı Bürosu), PAHO, Kızılhaç, Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu ve Rockefeller Vakfı temsilcileri Dünya Sağlık Örgütü anayasasını oluşturmuşlardır. DSÖ Anayasası 22 Temmuz 1946 tarihinde 61 ülkenin temsilcisi tarafından imzalanmıştır. DSÖ Anayasası en az 26 üye ülke tarafından resmen kabulü ile yürürlüğe girmiştir. Bu süre içerisinde DSÖ işlevlerini yerine getirecek bir ara komisyon seçilmiştir. Bu ara komisyon iki yıl süreyle DSÖ’nün görevlerini yürütmüştür. Yugoslav Prof. Dr. Andrija Stampar başkanlığındaki ara komisyon tüm çalışmalarını tamamlamış ve 26 üye ülkenin onayı 7 Nisan 1948’de gerçekleşmiştir. DSÖ Anayasası’nın yürürlüğe girdiği 7 Nisan her yıl “Dünya Sağlık Günü” olarak kutlanmaya başlanmıştır. Prof. Stampar başkanlığındaki ara komisyon DSÖ Genel Kurulunun 24 Haziran 1948 tarihinde toplanması için tüm hazırlıklarını tamamlamış ve genel kurul bir aylık çalışması için İsviçre’nin Cenevre kentinde BM Sarayında 48 ülkenin temsilcileri ile toplanmıştır. Genel Kurul (Asamble) bir aylık çalışmasını tamamladığında üye sayısı 55’e çıkmıştır. Asamble sırasında DSÖ Genel Direktörlüğüne Kanadalı Dr. Brock Chisholm seçilmiş, DSÖ’nün yıllık programı, personeli ve bütçesi onaylanmış, İcra (Yönetim) Kurulunu oluşturan 18 üye belirlenmiştir. İlk genel kurulda ayrıca, bölgesel örgütlenme de tartışılmış ve oluşturulan komisyonun yaptığı çalışma sonucu bölge ofisleri kurulması kararlaştırılmıştır. Bölge ofislerinin başlıca amaçlarından biri de DSÖ ile ulusal hükûmetler arasında etkin bir ilişkinin sağlanmasıdır. DSÖ’ye, Mayıs 2020 itibarıyla 194 ülke üyedir ve 2 ülke de ortak üye durumundadır.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta size Türk tarihinin önemli savaşlarından bir tanesini anlatmaya çalışacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Pasinler Muharebesi, Selçukluların Bizanslılarla yaptıkları yüzyıl kadar gayet uzun süren Bizans-Selçuklu savaşları’nın ilk büyük meydan muharebesidir. Bizans imparatoru IX. Konstantinos güney Kafkaslar bölgesinde Bizans gücünü göstermekte idi. 1040’ta çocuksuz varissiz ölen Bağradı Ermenistan Krallığı kralının yokluğunda başkent Ani’de hüküm süren vali Başpiskopos Petros Getadarts 1045’te Ani’yi Bizans İmparatorluğu’na vermişti. Bu topraklar Bizanslılar tarafından ilhak edilmiş ve “İberya Theması” ile birleştirilip Bizans İmparatorluğu’na bağlı “İberiya-Ani Theması” kurulmuştu. Bizanslılar ayrıca Gürcü Kralı IV. Bagrat’a karşı önce destek sağlayıp sonra isyan etmiş olan geleneksel Gürcistan’ın en önemli soylu Liparitid-Baguaşı klanının başında olan “Kldekarı ve Trialeti Dükü” IV. Liparit’a bu mücadelesinde askeri destek sağlamışlardı ve onu Bizans İmparatorluğu, “magistros” unvanı ile taltif etmişler ve bu görevle onu bir Bizans yöneticisi olarak kabul etmişlerdi.
Bugün size Sğuk Savaş dönemini anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. II. Dünya Savaşı’nda “Üç Büyük” olarak adlandırılan Müttefik Devletler’in liderleri Winston Churchill, Franklin D. Roosevelt ve Josef Stalin, 4 Şubat 1945 - 11 Şubat 1945 tarihleri arasında olan SSCB’nin önde gelen tatil yeri Yalta’nın 3 km güneyinde bulunan Livadia Sarayı’nda bir araya gelmişlerdir. Yalta Konferansı olarak adlandırılan toplantının ana ekseni II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın yeni düzeni ve Avrupa topraklarının yeniden şekillendirilmesi üzerinedir. Soğuk Savaş (İngilizce: Cold War, Rusça: Холодная война), iki Süper güç olan ABD önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği’nin önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında Truman Doktrini’nin ilanından (1947) SSCB’nin dağılmasına (1991) kadar devam ettiği kabul edilen uluslararası siyasi ve askeri gerginlik.[1][2] Soğuk Savaş dönemi, Amerika liderliğinde batı dünyası ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin önderliğindeki komünist blok arasındaki dünya üzerinde geniş bir nüfusu etki etmesine verilen isimdir. Soğuk Savaş döneminde NATO, “Batı İttifakı” olarak da biliniyordu. Batı Bloku NATO üyesi ve üyesi olmayan diğer ABD ile müttefik olan kapitalist ve antikomünist ülkelerden, Doğu Bloku ise Varşova Paktı’na üye olan komünist ve bu pakta üye olmayan diğer komünist ülkelerden oluşuyordu. Bu iki karşıt blokun yanı sıra hiçbir bloku da desteklemeyen Bağlantısızlar Hareketi isimli üçüncü bir blok daha vardı. Çin ve Yugoslavya hem Doğu Bloku ülkeleri, hem de Bağlantısızlar Hareketi ülkeleriydi. Bu iki komünist ülkenin her iki blokta da olmasının nedeni Sovyetler Birliği ile olan görüş farklılıklarıydı. II. Dünya Savaşı’nın ardından birçok ülkede halk demokrasileri kurularak sosyalist düzene geçilmesi ve sosyalist hareketlerin birçok ülkede yayılması, ABD tarafından tepkiyle karşılandı. 5 Mart 1946’da, eski İngiliz Başbakanı ve Batı’nın önde gelen siyasetçilerinden W. Churchill, Amerika’nın Fulton (Missouri), kasabasında, Başkan H. Truman’ın yanında Sovyetler Birliği’ne karşı bir siyasal savaş ilan eden ve Demir Perde ifadesine yer veren ünlü konuşmasını yaptı. Churchill, Anglo-Sakson ülkelerindeki yöneticileri, sosyalizme karşı güç birliği oluşturmaya çağırdı.[3] Bu konuşma, uluslararası arenada Batı Bloku için bir eylem planı oldu. Böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak SSCB ve bağlaşıkları çerçevesinde Amerikan üslerinin ve askeri blokların kurulmasına yönelik, Soğuk Savaş dönemi açıldı. ABD, SSCB ve öteki sosyalist ülkelere karşı çevreleme stratejisi izledi. 1947 Mart ayında, ABD Başkanı Truman, SSCB’nin tehdidi altında olduğu ileri sürülen ülkelere ekonomik ve askersel yardıma dayalı doktrini ilan etti. Bir ay sonra Moskova’da toplanan müttefikler arası konferans başarısızlıkla sonuçlandı ve tarafların faşist işgalinden kurtardıkları topraklar üzerinde ayrı varlıklarını sürdürmeleri son bulmadı. Mayıs ayında İtalya ve Fransa hükûmetlerinde yer alan komünist partisi üyesi bakanlar, görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldı. 1947 Mayısını belirleyen asıl olay, Marshall Planı’nın açıklanması oldu. Çin’de Çan Kay Şek’in konumlarını savunmaları olanaksız hale gelişi karşısında ABD, Truman Doktrini’yle öngörülen yardımı, Almanya’nın da içlerinde bulunduğu Avrupa ülkelerine yöneltmeyi, böylece ekonomik yardım sağlama umuduyla Doğu Avrupa’daki halk demokrasili ülkeleri de kendine çekmeyi hedefledi lakin Doğu Avrupa ülkeleri Temmuz 1947’de Marshall Planı’nı reddetti. Aynı yılın ekim ayında SSCB ve sosyalist ülkelerin dış siyasetini eşgüdümlü kılmaya yönelik olarak Kominform kuruldu. 1948 Şubatında Çekoslovakya’da halk demokrasisinin yerleşmesi karşısında, Batılı ülkeler Almanya’nın kendi işgalleri altında tuttukları kesiminde bir oldubitti yaratmaya yöneldiler. Bu gelişme üzerine ilan edilen Berlin Ablukası (Haziran 1948 - Mayıs 1949) Soğuk Savaş’ın tırmanışında önemli bir dönemeç oldu. 1949 Nisanı’nda NATO’nun kuruluşunun ABD ve bağlaşıklarınca ilan edilmesinin ardından Mayıs-Kasım arasında Almanya’da iki ayrı devlet kuruldu. Bu süreçte Eylül 1949’da SSCB’nin de ilk atom bombasını yaptığını açıklaması ABD’nin bu alandaki tekel durumuna son verdi. Soğuk Savaşının doruklarından biri, kuşkusuz 1950’de başlayan Kore Savaşı oldu; o kadar ki BM’nin Güney Kore’yi desteklemesi üzerine, bir dünya savaşının patlak vermesi tehlikesi doğdu. 1953’te Stalin’in ölümünün ardından Temmuz’da Kore’de yapılan ateşkes ile soğuk savaşa göreceli bir yumuşamanın geldiğini görmekteyiz. Mayıs 1955’te Varşova Paktı’nın kurulmasının ardından Temmuz’da Cenevre’de yüz yüze gelen ABD ve SSCB temsilcileri, dünya çapında silahsızlanma konusunda herhangi bir somut sonuç alamadılarsa da, bir bakıma böylesi bir konferansın toplanması bile, gerginliğin azaltılması yolunda önemli bir adım oldu. 1957’den başlayarak soğuk savaşın varlık nedeni gitgide azaldı.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Antik dönemlerdeki savaşlardan bahsedeceğim. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Antik çağlarda savaş yazılı tarihin başlangıcından antik dönemin sonuna kadar geçen dönemdeki savaş tarzıdır. Avrupa’da Eski Çağ’ın sonu genellikle Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla (476) eş tutulur. Çin’de de aynı şekilde beşinci yüzyılın sonu sayılabilir. Tarih öncesi çağda savaş ile antik çağda savaşı birbirinden ayıran, teknolojiden ziyade örgütlenme farklılığıdır. İlk şehir-devletlerin ve imparatorlukların kurulmasıyla savaşlar önemli değişikliklere uğramıştır. Başta Mezopotamya olmak üzere yeteri kadar tarımsal artı değer sağlandığından, tam zamanlı yönetici elitler ve asker sınıfı ortaya çıkmıştır. Askerî kuvvetlerin çoğunluğunu hâlâ çiftçiler oluştursa da, topluluk yılın bir bölümünde bunların tarlada çalışmaktan çok savaşmasını destekleyebiliyordu. Böylece ilk düzenli ordular ortaya çıkmıştır.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Türk boyları içerilesinde en hareketli halkı yani Peçenekleri anlatacağım. Orta Asya’da tüm Türk toplulukları hareketli bir yaşam tarzına sahip ti fakat Peçenekler bu toplulukların içerisinde belki de en hareketli toplulukların başında geliyordu. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Peçenekler veya Beçenekler, Göktürk Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte ana yurtları olan Batı Sibirya’dan ayrılarak geldikleri Volga ve Ural Nehri arasındaki bölgeyi merkez edip oradan da Kuzey Kafkasya, Karadeniz, Doğu Avrupa ve Balkanlar’a akınlar düzenleyen göçebe Türk halkı.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere II. Abdülhamid Han’ı anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. II. Abdülhamid Han Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı, 113. İslam halifesi ve çöküş sürecindeki devlette mutlak hakimiyet sağlayan son padişah. Tahtta kaldığı yıllarda imparatorluk dağılma dönemini yaşadı; başta Balkanlar olmak üzere çeşitli bölgelerde çıkan isyanlara ve Rusya İmparatorluğu’na karşı kaybedilen 93 Harbi’ne tanıklık etti. 31 Ağustos 1876’da tahta çıktı ve 31 Mart Vakası’ndan kısa bir süre sonra, 27 Nisan 1909’da, tahttan indirilene kadar ülkeyi yönetti. Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar ile yaptığı anlaşma sonucunda 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasasını ilan etti ve böylece ülkenin demokratikleşme sürecini destekleyeceği izlenimini verdi. Anayasa ilan edildikten sonra tahta geçmesiyle güçleri ellerine alan Abdülhamid, anayasa ve değişim yanlılarını sürgüne yollayarak ve kendine muhalif olacakları tek tek uzaklaştırarak, sultanlığının ve hükümdarlığının garantisini sağladıktan sonra, 1878’de meclisi kapattı.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere İspanya’yı anlatmak istedim. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. İspanya ya da resmî adıyla İspanya Krallığı (İspanyolca: Reino de España), Avrupa’nın güneybatısında, İber Yarımadası’nda yer alan ülkedir. Güneyde ve doğuda Akdeniz’e, kuzeyde ise Atlantik Okyanusu’na kıyısı vardır. Batıda Portekiz, kuzeyde Fransa, Andorra ve güneyde Birleşik Krallık (Cebelitarık) ile komşudur. İspanya toprakları ayrıca Akdeniz’de Balear Adaları, Atlantik Okyanusu’nda Kanarya Adaları’nı ve Kuzey Afrika’da Ceuta ve Melilla adlı iki özerk şehri de kapsar. 505.992 km2lik[4] alanıyla İspanya, Fransa’dan sonra Batı Avrupa’daki ikinci büyük ülkedir. 650 metrelik ortalama yüksekliği ile de İsviçre’den sonra Avrupa’daki ikinci yüksek ülkedir. İspanya parlamenter demokrasi şeklinde örgütlenmiş bir anayasal monarşi rejimi ile yönetilir. 1 Ocak 1986’dan beri Avrupa Birliği’nin, 30 Mayıs 1982’den beri NATO’nun bir üyesidir.
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Sultan Sencer’i anlatacağım. Bilgileri Wikipedia’dan derledim. Babası Melikşah, annesi cariye kökenli Taceddin Seferriyye Hatun’dur. Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar’da doğdu. Babası 1092’de öldüğünde henüz küçüktü. Melikşah’ın ölmesi ile Büyük Selçuklu Devleti bir anarşi içine girdi. Melikşah’ın eşi Terken Hatun, Melikşah’ın küçük yaştaki oğlu ve Sencer’in kardeşi I. Mahmud’un sultanlığını ilan etti. Melihşah’ın büyük oğlu olan Berkyaruk ise taraftarları tarafından Rey şehrine kaçırılıp Sultan ilan edildi. Bunun üzerine Berkyaruk ve I. Mahmud güçleri arasında 17 Ocak 1093 Burûçird’de yapılan savaşta Berkyaruk galip geldi. Ahmet Sencer ve Berkyaruk’un amcası olan Tutuş, Suriye’ye ilerleyerek Şam ve Halep şehirlerini eline geçirip Suriye Selçuklu Devleti’nin kurucusu oldu. Tutuş, Berkyaruk’un elinde bulunan İran arazilerini de ele geçirmek üzere Berkyaruk’a hücum ettiyse de 26 Şubat 1095’te Rey’de Berkyaruk ile yapılan savaşta yenildi ve öldü. Böylece Berkyaruk tek sultan oldu ancak zaman zaman ya kardeşleri ya da onların varislerinin ayaklanmaları ve tehditleriyle karşılaştı. Bundan sonra Büyük Selçuklu Devleti üçe bölünmüş olarak görülmeye başlandı:
Merhaba değerli okuyucular. Bu hafta sizlere Karamanoğulları Beyliğini anlatacağım. Bu beylik tarihimizde çok önemli bir yere sahip. O yüzden bu beyliği anlatma gereksinimi duyuyorum. Bilgilieri Wikipedia’dan derledim. Bizler için son derece bir önemli kaynak. Karamanoğulları Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti yıkılmadan önce Nureddin Bey tarafından temelleri atılan ve Kerimüddin Karaman Bey tarafından kurulan Larende merkezli beyliktir. Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçeyi beylik sınırları içerisinde konuşulacak dil ilan etmişti ancak zamanla beylikte Farsça resmî dil olmuştur. 13. yüzyılda Anadolu’daki en güçlü Türk beyliği kabul ediliyordu. Bu yüzden Osmanlı Beyliği onlardan ilk başlarda uzak durmuş, iyice büyüyüp güçlendikten sonra Karamanoğullarını kendisine bağlamıştır. Beyleri Salur boyunun, Karamanlı oymağının, Begbölük uruğunun, Kallaklar tiresine bağlıdır. Beyliğin halk kitlesi ise çoğunlukla Salur ve Afşar boyuna bağlıdır.