Sayfa Yükleniyor...
İslamiyet de ölüm hak, miras helal diye bir söz vardır. Kişi ölmediği sürece malı miras olmaz ve yakınlarına miras olarak intikal etmez. Yaşamakta olan mal sahibi malını, helal ve caiz olmak şartıyla dilediği gibi harcar, tüketir ve -akrabası olsun, olmasın- istediğine verir. Yakınlarının ona “Bizim mirasımızı azaltıyor veya yok ediyorsun” deme hakları yoktur. Mümin, yakınlarına miras bırakmakla yükümlü değildir, ihtiyaç içinde iseler onların nafakaların (geçimlerini) temin etmekle yükümlüdür. Nafaka temin ödevini yerine getirmekte olan bir mümin, geriye kalan malı üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Buna göre kişi ölmeden önce malını istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Kişi ölmeden önce ister malını dağıtır, ister yer, ister miras bırakır, isterse de çocukları arasında ölmeden dağıtabilir. Bütün bunlar caizdir ve de geçerlidir
Namaz kılmak için ezanın okunduğunu duymak şart mı?
Namaz kılmada esas olan ezanın okunması değil namaz vaktinin girmiş olmasıdır. Yani bir namaz vakti girmişse ezan okunmamış olsa dahi o namaz kılınabilir. Aynı şekilde bir namaz vakti girmemişse ezan okunsa dahi kılınmaz. Mesela hoca yanlışlıkla sabah namazı vakti girdi diye ezan okursa ve vakit girmemişse velev ki ezan okunmuş olsa dahi namaz kılınmaz kılınsa da geçersizdir. Çünkü vakit girmemiştir. Aynı şekilde namaz vakti girmişse ama gerek elektrik olmayışından, gerekse imamın herhangi
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim lafzı” ise yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez.
Böyle bir söz yemin sayılmadı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle sözler ve yeminler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında peygamberimiz sahabeleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” (Buhârî, Eymân 4). Bu sözler yemin sayılmadığı için herhangi bir keffaret vermek de gerekmez.
Büyük çocukların ibadet yapmamasından ebeveyn sorumlu olur mu?
Çocuklar reşit oluncaya kadar ana-baba kendisine düşen görevleri yerine getirmekten sorumludur. Buluğ çağından sonra sorumluluk herkesin kendisine aittir.
Dolayısıyla baliğ olmuş bir çocuğun günahından Anne ve babanın bir vebalı yoktur. Günah ve vebal olmamakla beraber ebeveyne düşen görev güzel öğüt ve sözlerle daima onlara rehberlik etmeleridir.
Teheccüd namazı ne zaman ve nasıl kılınır?
Teheccüt namazı, yatsı namazından sonra geceleyin kılınır. Bir süre uyuduktan sonra kalkılarak kılındığı için “teheccüd” denmiştir.
Gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru bir iş değildir. Müslüman yemin etmeye ihtiyaç duymayacak şekilde sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen bir kimse olmayı gaye edinmelidir. Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, keffâret ödenmesi gerekir.
Yemînin keffâreti ise, on fakiri doyurmak veya giydirmek ya da köle azât etmektir. Buna gücü yetmeyen kimse üç gün peş peşe oruç tutar. Yüce Allâh, “Allâh sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolay sorumlu tutar. Yemînin keffâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle âzât etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yemininizin keffâreti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allâh size böylece ayetlerini açıklıyor.” buyurmaktadır (Mâide 5/89).
Farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya; haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin eden kişinin, bu yeminini yerine getirmeyip keffâret vermesi gerekir.
Namazda Fatiha’yı kalpten okumak caiz mi?
Fatiha’yı namazda dili kıpırdatmaksızın ve ses çıkartmaksızın zihinden veya kalpten okumak okuma sayılmaz, yani böyle yapmakla namazın rüknü olan kıraat yerine getirilmiş olmaz.
Namaz kılan kimse fatihayı kendi duyabileceği bir sesle, fısıldar
Vefat edenin vasiyet ettiği para veya mal, bıraktığı terekenin, yani geride bıraktığı servetin üçte birini geçmiyorsa (çünkü vefat eden kimse ancak mirasının 1/3 ünü vasiyet etme hakkı vardır.) vasiyet ettiği malını mirasçılar vasiyet edilen yere vermek zorundadırlar. Ama üçte birini geçiyorsa üçte birinden fazla olan kısma engel olabilirler. Mesela vefat edenin bıraktığı miras 300 milyar olsun. Bundan 100 milyar hayır kurumuna verilmesi vasiyet edilmiş ise, bu 100 milyar üçte birini geçmediği için vasiyet edilen kişi veya kuruma verilmek zorundadır. Tabi bu vasiyet mirasçı olmayanlar için geçerlidir. Çünkü İslam fıkhına göre ölünün mirasından miras alacak kimseye aynı zamanda vasiyet etmek caiz değildir. Edilse bile vasiyet geçersizdir.
Ahiret hayatı ebedi mi?
İnsan için şüphesiz iki hayat söz konusudur. Birincisi dünya, ikincisi ahiret hayatıdır. Dünya hayatı ruhun bedene girmesi ile başlar. Ölümle noktalanır. Ahiret hayatı da iki aşamadan meydana gelir. Ölümle başlayıp dirilişe kadar süren kabir hayatı ve dirilişten sonra sonsuza kadar devam eden ebedi hayattır.
Yani dirilişten sonra insanlar hesabı verdikten sonra cennete veya cehenneme gidecekler ve burası onlar için artık sonsuz mekan olacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim ahiret hayatının sonsuz olduğunu çeşitli ayetlerle ifade etmiştir. Bu ayet de sadece onlardan bir tanesidir. “İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden
İslam dini, insanın sağlığını önemser, sağlığı korumak için de bir takım tedbirleri ve tedavi şekillerini de benimser. Kişinin aşırı kiloları varsa ve bu durum onun sağlığını olumsuz yönde etkiliyorsa tedavi anlamında tedbir olması caizdir. Bu tedbirlerden birisi de mide küçültmedir.
Buna göre kişi zayıflamak ve fazla kilolarından kurtulmak için dahası sağlığının muhafaza etmek için midesini küçültmesinde bir sakınca yoktur.
Gusül alması gereken kişinin dua etmesinde bir sakınca var mı?
Gusül alması gereken kişiye namaz kılmak, Kur'an-ı Kerim okumak, tutmak, Kabeyi tavaf etmek... gibi ibadetleri yapmak haramdır. Ama bazı kısa sureleri (Fatiha, Nas, Felak…) korunmak için okuyabilir.
Bunun yanında istediği şekilde ve dilde kendisi için veya başkası için de dua edebilir. Cünüp kişi dua edeceği gibi yemek yemesi, yürümesi de caizdir. Fakat yıkanarak bunları yerine getirmek daha doğrudur.
Yüzde oluşan lekeleri temizlemek için tedavi olmak caiz mi?
Allah'ın bize verdiği güzelliklerimizi daha cazip hale getirmek için, taranmak, süslenmek, takı takmak, güzel giyinmek dinen caizdir hatta teşvik edilmiştir.
Ancak Allah'ın yarattığı şekli beğenmemek, ameliyatla değiştirmek, estetik olmak bir nevi modaya
Ölüm acı bir olay, insan da acıklı olaylar karşısında acısını yansıtan bir varlıktır. Dolayısıyla, ölüm sebebiyle bir insanın üzülmesi, hüzünlenmesi normaldir. Bu anlamda acısını açığa vurup sessizce ağlaması ve gözyaşı dökmesinde bir sakınca yoktur.
Nitekim sevgili Peygamberimiz de oğlu İbrahim’in vefatında bizzat gözlerinden yaşlar akıtarak ağlamış; kendisine, ağlamayı yasakladıkları hatırlatılınca, bunun yasak olan ağlama şekli olmayıp, gözyaşı dökmekle Allah’ın azap etmeyeceğini, ancak mübarek diline işaret ederek onunla azap edeceğini belirtmiş ve “Muhakkak ki ölü, ehlinin üzerine bağırıp çağırmasıyla azap duyar.” (Buhârî, Cenâiz, 43) buyurarak ağlamakta mahzur olmadığını, ancak dille Allah’ın takdirine dil uzatmanın ve cahiliye döneminde olduğu gibi yaka-paça yırtarak ağlamanın doğru olmadığını beyan etmiştir.
Öyle ki onun, oğlu küçük İbrahim’in vefatında gözlerinden yaşlar akıtması, sonra da; “Göz ağlar, kalp üzülür, fakat Rabbimizin razı olmayacağı söz söylemeyiz.” (Buhârî, Cenâiz, 32, 42, 43) buyurması bu konuda müminler için açık bir örneklik teşkil eder. Buna göre cenazade ağlamak caizdir. Ancak isyana varan bir ağlama olmamalı, ağlamadan dolayı ölüye de bir sıkıntı ya da azap olmaz.
Kişi kestiği Akika Kurbanının etinden yiyebilir mi?
Akika kurbanı, yeni doğan çocuk için Allah’a şükür amacıyla kesilen bir kurban şeklidir. Akika kurbanını kesmek dinen müstehaptır.
Akika kurbanı olarak kesilecek hayvanda, diğer kurbanlarda aranan şartlar aranır.
Namaz ibadeti inançtan sonra sorumlu olduğumuz ilk ibadettir. Ahiret gününde de hesabını vereceğimiz ilk ibadettir. Dolayısıyla hiçbir mazereti olmadığı halde namazı terk eden kimse büyük bir günah işlemiş olur. Ama büyük günah işledi diye kafir olmaz ve İslam’dan çıkmaz.
Piyangodan kazanılan para diğer iştirakçilerin kaybettiği bir para olduğundan bir çeşit kumardır. Zira piyango kumarın unsurlarını bünyesinde taşımakta ve dinen haram kılınmış bir yasaktır.
Piyango veya benzeri kumar gelirleri ile bir fakire yardım yapmak ya da tesis yapılması veya hayır kurumlarının faydalanması, İslâmi açıdan bu kumarı meşru kılmaz. Çünkü her kumarda olduğu gibi taraflardan biri veya birkaçı kârlı çıkmakta, diğerleri ise zarara uğramaktadır. Bu da İslami açıdan caiz değildir. Buna göre piyango, iddia veya bir başka haram parayla hayır yapılmaz, yapılsa da sevabı olmaz.
Tıbbi anlamda çare kalmadığı durumlarda kişinin kendini tıbben öldürtmesi caiz mi?
İyileşme ümidi büsbütün kaybolduğu doktorlar heyetinin kararı ile belirlenmiş olan hastanın daha fazla acı çekmesin diye kendisinin ya da akrabalarının isteği ile hayatına son verilmesi dinen uygun değildir.
İster yeni doğmuş bir çocuk, ister ileri yaşta bir yaşlı olsun, isterse ölüm döşeğinde olan hasta olsun, canları çıkıncaya kadar bunların tam bir yaşama hakları vardır. Böyle bir insanı öldürenle sağlıklı bir kişiyi öldüren arasında fark yoktur.
Hayat sıkıntılarla doludur. Hayatından büsbütün ümit kesilmiş nice hastaların iyileşip aramızda yaşamaya devam ettiğini çoğu zaman görmekteyiz. Hastalık, darlık ve acı olaylar insanlar içindir. Bunlara karşı sabretmek ve
Gereksiz yere yemin etmek ve onu alışkanlık haline getirmek doğru bir iş değildir. Müslüman yemin etmeye ihtiyaç duymayacak şekilde sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen bir kimse olmayı gaye edinmelidir.
Yerine getirilmesi mümkün ve mubah olan bir şeyi, ileride yapacağına veya yapmayacağına yemin eden kişi, bu yeminini yerine getirmelidir. Yeminin yerine getirilmemesi halinde, keffâret ödenmesi gerekir.
Yemînin keffâreti ise, on fakiri doyurmak veya giydirmek ya da köle azât etmektir. Buna gücü yetmeyen kimse üç gün peşpeşe oruç tutar. Yüce Allâh, “Allâh sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalplerinizin kastettiği yeminlerden dolay sorumlu tutar. Yemînin keffâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle âzât etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yemininizin keffâreti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allâh size böylece ayetlerini açıklıyor.” buyurmaktadır (Mâide 5/89).
Farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya; haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin eden kişinin, bu yeminini yerine getirmeyip keffâret vermesi gerekir.
Namazda Fatiha’yı kalpten okumak caiz mi?
Fatiha’yı namazda dili kıpırdatmaksızın ve ses çıkartmaksızın zihinden veya kalpten okumak
Fotoğraf asmanın hükmünü ikiye ayırmak gerek. Canlıya ait fotoğraflar, cansıza ait fotoğraflar. Canlıya ait fotoğraflar, ya yaşayacak şekilde boy resmi olur yahut da yaşamayacak şekilde yarım resim olur. Boy resmini Hanefi, Şafi mezhebi başta olmak üzere asmak uygun değildir. Bu fotoğrafların olduğu mekanda namaz kılmak da mekruhtur. Yaşamayacak şekilde yarım resmi asmada bir sakınca yoktur ama o mekânda namaz kılmak ise aynı şekilde mekruhtur.
İnsanoğlu, dünyayı sevmeye, dünya hayatına ve içindekilere aldanmaya meyilli bir fıtratta yaratılmıştır. Yani beşer fıtrat olarak dünyaya yönelmeye müsait bir varlık olarak yaratılmıştır.
Bu hakikat Kuran-ı Kerim’de:”Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah indindedir.” (Âli İmrân, 3/14) şeklinde ifade edilmektedir.
Fıtratlarında var olan bu meyilden dolayı bazı insanlar tarih boyunca dünyanın cazibesine kapılmış, ömür sermayelerini tüketmiş, ahiretlerini ise unutmuşlardır.
Oysa ki İslam, madde ile manayı, ruh ile bedeni, dünya ile ahireti dengelemiş, bütün inananlardan da bu eşsiz dengenin korunmasını talep etmiştir.
Bu hususta Yüce Rabbimiz: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet; ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik yap…”(Kasas, 28/77) buyurmaktadır. Yani ataların ifadesi ile: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi ahirete yönelik çalış.”
Durum bu olmakla beraber günümüzde ne yazık ki bu denge, dünya tarafına hızlıca kaymaktadır. Yani toplum her geçen gün biraz daha dünyaya meyletmekte ebedi yurdu ise unutmaktadır.
“Dünyevileşmek” dediğimiz bu hastalık, maalesef İslam toplumlarında da hızla artış göstermektedir. Sırf dünya için çalışan ve durmadan dünyalığa yatırım yapan bir toplum haline
Kocasından boşanan bir bayanın bir başkası ile evlenebilmesi için beklemesi gereken bir süre var mı?
İslam dini, inanç, ibadet ve muamelat olmak üzere üç kısımdan oluşur. İnanç kısmını inkar etmek yani imanının altı esasından birini Allah’ı, Peygamberi… inkar etmek küfürdür dinden çıkmadır. Diğer konularda haddi aşmak ise günahtır. İçki içmek, namaz kılmamak, yalan söylemek gibi.
Kişi kafir olmadıkça günah işlemekle dinden çıkmaz. Küfür dışında günah işleyen kişi, ne kafir ne de münafık olur, imandan çıkmaz. Ama günahkar olur. İşlediği günahın büyüğüne göre de asi olur. Bu anlamda ibadet ve muamelat kısmında işlenen günah insanı kafir yapmaz günah işlendiğinde tövbe etmek gerekir. Tövbe edildiğinde de günahın işlenmemiş gibi affedileceğine inanırız. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de günah işleyenleri “Ey iman edenler, samimi bir tövbe ile Allah’a dönün” (Tahrim, 66/8) hitabı ile tövbeye ve halis bir pişmanlığa çağırmaktadır.
İmanlı olmak kaydı ile işlenen günah tövbe edilmekle silinir ama dinden çıkmayı gerektiren bir fiil işlenmişse yani Allah, Peygamber, Ahiret, Kader… inkar edilmişse bunun tövbesi öncelikle tekrar imana ve İslam dönmek için iki şahadeti getirmektir. Ondan sonra tövbe ve istiğfar etmektir.
Var olan kul hakkını affettirmek için ise tövbe etmek yetmez. Çünkü tövbe etmekle kişi kul hakkının sorumluluğundan kurtulamaz. Bunun için de hak sahibinin hakkını ödemek ve helalleşmek gerekir. Kullar birbirini affettikten sonra yapılan tövbe kabul edilir. Allah da bu
Milli piyango, bir şans ve kumar oyunu olduğundan, ister akaryakıt istasyonları, marketler… alış-veriş karşılığında bedava olarak müşterisine versin, isterse iki arkadaş birbirine hediye etsin, isterse kişi bizzat para vererek bileti satın alsın fark etmeksizin ki hepsi de haramdır.
Buna göre kişinin bileti bizzat alması ya da hediye olarak kabul etmesi arasında fark yoktur. Her ikisi de haramdır.
Adak etinden yemek hususunda bayan erkek aynı mı değerlendirilir?
Adakta bulunan kişinin, anne ve babası, dede ve nineleri, evlat ve torunları ile eşi o adaktan yiyemezler. Kadınla erkek arasında adak hususunda herhangi bir fark yoktur. Adak konusunda erkek için geçerli veya geçersiz olan aynı şekilde kadın için de geçerlidir.
Evime kavuşmak nasip olmasın demek yemin sayılır mı?
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim lafzı” ise yemin lafızları ile söylenmediği için yemin yerine geçmez.
Böyle bir söz yemin sayılmadı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle sözler ve yeminler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında
Yüce Mevla Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155.) Bu ayetten de anlaşıldığı gibi insanoğlu çeşitli olaylar ve sebeplerle bu fanide sınav edilmekte ve musibetler yaşamaktadır. İnsanlık tarihi boyunca da insan yeryüzünde musibet, afet gibi durumlarla imtihan edilmiştir ve de edilmektedir. Bunun birçok sebep ve hikmeti olabilir ama biz bunu bilemeyebiliriz.
Allah, bugün de bir virüs ile insanı imtihan etmektedir. Güçlü- zayıf, fakir-zengin, genç-yaşlı, kadın-erkek, inanan- inanmayan herkes bu korona virüsünden dolayı bir endişe ve korku içerisinde. Küçücük bir virüs bütün insanları esir aldı ve eve kilitledi. Öyle ki, dünyanın birçok coğrafyasında sosyal ve iktisadi hayat durdu, sokaklar, caddeler şehirler boşaldı.
Küçücük bir virüs bütün insanları teslim aldı, hayat durma derecesinde yavaşladı, ülkelere girişler çıkışlar yasaklandı, dünyada ulaşım neredeyse durdu, eğitime ara verildi. Bütün dünya elindeki tüm imkân ve araçlarla küçücük bir virüsle topyekûn mücadele etmektedir.
Peki, İslam dini bu tarz musibet ve salgın hastalıklarını nasıl değerlendirmektedir?
Öncelikle şunu ifade edelim ki, muhakkak ki bunun birçok hikmeti ve sebebi olabilir. Ancak İslam âlimleri, bu tarz musibet ve salgınları bilmediğimiz sebep ve hikmetlerin yanında genel olarak şu açılardan da değerlendirmektedirler:
1. İnsanın
Kesilen hayvanın kanını kişinin alnına sürmenin İslam dininde yeri yoktur. Dini kaynaklarımızda da böyle bir bilgi veya olur yoktur.
Bu uygulama daha çok başka kültür ve inançlardan İslam’a sokulmuş batıl ve hurafe bir uygulamadır. Dolayısıyla hangi gerekçe ile olursa olsun kesilen hayvanın kanını insanın alnına sürmek dinen uygun değildir.
Bebeklerin göbek bağı kesildikten sonra ne yapılmalıdır?
İnsanoğlu eşrefi mahlukattır. İnsan, yaratılmışların en şereflisi olunca onun bütün organları ve parçalı da mükerrem ve saygıya değerdir.
Göbek bağı da her ne kadar atılması gereken ya da önemsiz gibi görünen bir insan parçası da olsa en nihayetinde yaratılmışların en üstünü olan insanın bir parçasıdır. Durum bu olunca göbek bağı kesildiğinde müsait bir yere gömülmelidir.
Ancak halk arasında var olan göbek bağının gömüleceği yerin bebeğe etki edeceğine dair inancın İslam dininde yeri yoktur. Bu tarz düşünceler daha çok batıl ve hurafe olan inançlardır. Bebeğin ahlaki özellikleri ailesinden ve çevresinden edineceği eğitim ve izlenimlerle oluşur.
Durum bu olunca ailelerin bebeğin göbek bağından önce çocuklarına nasıl bir eğitim vereceklerini düşünmeleri gerekmektedir.
Balık yumurtası yemek
Bir malı peşin fiyatına satmak nasıl caiz ve makul ise veresiye fiyatına zamlı satmak da öyle câiz ve makuldür. Zira veresiye satışta malın karşılığı olan bedel bir kaç ay geciktirilmektedir. Diğer bir ifade ile uzatılmaktadır. Dolayısıyla vade uzayınca malı satanın bir zararı söz konusu olmaktadır. Bu zararını telafi etmek için malın fiyatını bir miktar yükseltmesinde dinen bir sakınca yoktur.
Ama bunu yaparken iki tarafta peşin fiyata mı yoksa vadeli fiyata mı anlaştıklarını alış veriş esnasında söylemeleri ve bunun üzerinde anlaşmaları gerekir. Şayet böyle olmazsa o zaman bu alış- veriş geçersiz olur.
Çocukların üzerine yapılan yemin dinen yemin sayılır mı?
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Yemin ancak vallahi, billahi, tallahi, lafızları ile olur. “Çocuklarımın ölüsünü öpeyim” gibi lafızlar ise Allah’ın lafzı ile söylenmediği için yemin yerine geçmez.
Böyle bir söz yemin sayılmadı gibi aynı zamanda doğru ve güzel bir söz de değildir. Böyle sözler ve yeminler Allah Resulü tarafından yasaklanmıştır. Nitekim buna benzer bir yemin etme olayında peygamberimiz sahabeleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin veya sussun.” (Buhârî, Eymân 4). Bu sözler yemin sayılmadığı için herhangi bir keffaret vermek de gerekmez.
Mazeretsiz olarak namazı
İslam’a göre vefat eden kişiyi öldüğü yere defnetmek menduptur. Cenazeyi defnetmeden önce başka yere nakletmek ise mekruh olmakla beraber caizdir. Definden sonra kabrinden çıkararak nakil ise kesin zaruret olmadıkça mutlak suretle caiz değildir.
Buna göre yurtdışında ölenlerin, bulundukları yerde bir Müslüman kabristanı varsa, orada defnedilmeleri uygun olur. Şayet Müslüman kabristanı yoksa Hıristiyan mezarlığında Müslümanlar için ayrılmış olan bölüme defnedilmeleri mümkün olduğu gibi, Türkiye’ye nakledilmeleri de caizdir. Ancak vefat ettikleri yabancı ülkede gömülmelerinin de dini bir sakıncası yoktur.
Hz. Peygamber’in cenaze namazını kim kıldırdı?
Efendimizin cenaze namazı cemaatle kılınmadı. Bunun yerine herkes münferiden tek başına kılmıştır. Hz. Peygamber vefat ettiğinde mübarek bedeni sedirin üzerine konuldu. Cenaze namazı için önce erkekler, sonra kadınlar, en sonra da çocuklar ayrı ayrı gelip namazını kıldılar.
Rasûlüllah, hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da herkesin imamı olduğu için, O’nun cenaze namazında kimse imam olmadı, herkes namazını bireysel olarak eda etti.
Kabir ziyareti için en faziletli gün hangisidir?
Hanefi mezhebine göre kabir ziyaretini perşembe, cuma ve cumartesi günleri yapmak faziletlidir. Ancak Cuma günü ziyaret etmek daha faziletlidir.
Başkalarının rızası olmadan mallarını ellerinden almak caiz olmadığı gibi, kaybettikleri mal ya da eşyayı alıp sahiplenmek de caiz değildir. Bir kimse bir yerde bir miktar para veya eşya bulsa onu sahibine vermek üzere alabilir. Ancak kendine mal edinmek üzere alması başkasının malını gasp etmek hükmündedir. Buluntu eşya konusunda takip edilecek yöntem şöyledir:
Bulunduğu yerde bırakıldığı takdirde telef olmasından korkulan bir şeyi sahibine vermek üzere almak vacip; telef olmayacak şeyleri almak ise mubahtır. Bir kimse bulduğu bir şeyi alırken, onu sahibine teslim etmek üzere aldığına çevresindekileri şahit tutar. Bulunan eşyanın sahibi çıkar ve onun kendisine ait olduğunu ispat ederse eşyayı ona teslim eder.
Buluntu eşya, onu sahibine vermek üzere alanın yanında emanet durumundadır. Bir kusuru olmaksızın bu mal kaybolsa veya telef olsa, sahibi çıktığında bedelini ona ödemekle yükümlü olmaz. Buluntu eşyayı elinde bulunduran kimse bunu malın değerine göre uygun görülen bir süre ilan eder ve bekler. Sahibi çıkmazsa o malı yoksul kimselere sahibi adına tasadduk eder.
Babanın evladına karşı sorumluluğu ölüme kadar devam eder mi?
Baba, çocuklarına rüşte erinceye kadar bakmakla mükelleftir. Çocukları reşit, akil-baliğ olduktan sonra anne ve babanın onlara bakma zorunluluğu yoktur. Ama anne ve baba ihsanından, çocuklarına rüştten sonrada bakmakta ve yardımcı olmaktadır. Hatta iş ve
İslam dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirli hale getiren, takı takma, saçları tarama, meşru ölçüde süslenme, güzel giyinme... gibi davranışları mubah kılmıştır. Ancak, fıtraten yani yaratılıştan verilmiş özellik ve şekillerin değiştirilmesini yasaklamıştır. Nitekim Rasulüllah Efendimiz, süslenmek maksadıyla vücutlarına dövme yapan veya yaptıranlara, dişlerini yontarak seyrekleştiren ve şeklini değiştirenlere lanet etmiştir.
Buna göre, Allah'ın yarattığı şekli beğenmeyerek, ameliyatla bazı uzuvların şekillerini değiştirmek, tabiî güzelliğin fevkinde güzellik aramak dinen caiz değildir. Çünkü bu yaratılışı beğenmemektir. İslam dini de bundan dolayı estetik ameliyatı caiz görmemektedir. Kur'an-ı Kerim, şeytanın “Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yaratılışını değiştirecekler” (Nisa, 4/ 119) dediğini naklederek, bu tür davranışları şeytanî işler olarak nitelemektedir.
Ancak zaruri bir durum varsa trafik kazasında yüzün parçalanması misali estetik olmada bir sakınca yoktur.
Adak etinden kimler yiyemez?
Adak yapan kimse, adadığı hayvanın etinden yiyemez. Etin tamamını dağıtması gerekir. Şayet bir miktar yemiş olursa, yediği etin kıymetini fakirlere para olarak vermesi gerekir
Adak yapan, adadığı hayvanın etini, fakir olsalar bile, usul ve füruna ve geçimi üzerine bağlanmış bulunanlara yediremez. Usul, ana ve baba tarafından yükselen soya denir. Füru, evlatlardan
Cennet ve cehennem ebediyen yani sonsuz olarak kalacaktır. Hiçbir zaman cennet ve cehennem yok olmayacaktır. Çünkü ahret hayatı sonsuzdur. Ahret hayatı sonsuz olunca ahret hayatının yaşandığı yer olan cennet ve cehennem de sonsuzdur.
Allah’u Teala, cennet hakkında mealen şöyle buyurmaktadır:
“Bunlar için orada ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlanmıştır. İşte bu en büyük başarıdır.” (et-Tevbe, 9/100)
Cehennem ateşi hakkında da aynı şey söz konusudur. Allah cehennem hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlar için alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar. Hiçbir veli (dost) ve yardımcı da bulamayacaklar.” (el-Ahzab, 33/64-65)
“Kim Allah’a ve Rasûlüne isyan ederse hiç şüphesiz onun için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır.” (el-Cin, 72/23)
Yüce Allah bu ayet-i kerimelerde ve benzerlerinde cehennemin, cehennem ehli olan kimseler için yaratıldığını, kendilerinin de onun için yaratıldıklarını, onların orada ebediyyen kalacaklarını bildirmektedir.
Allah’u Teala: “Onlar oradan çıkacak değillerdir.” buyruğu ile oradan çıkmayacaklarını belirtirken, “azab onlara hafifletilmez” buyruğu ile de cehennem azabının kesilmeyeceğini “sonra orada hem ölmeyecek, hem de hayat bulmayacaktır.” (el-A’la, 87/13) buyruğu ile cehennemliklerin orada yok olmayacaklarını haber vermektedir.
Hz. Peygamber de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Cehennem ehli olan cehennemliklere gelince; onlar orada ne ölürler, ne de hayat bulurlar.”
“Cennetlikler
Vefat eden kimse daha hayattayken birilerine bir malını hibe etmişse ve bu mal teslim alınmışsa artık o mal vefat eden kişinin malı olmaktan çıkmıştır.
Halkımız arasında seccade yerde serili kaldığı zaman şeytan o seccadenin üzerinde namaz kılar onun için seccadeyi açık bırakmamak lazım inancı vardır. Öncelikle şunu bilmemiz gerekir ki böyle bir inancın islamiyette yeri yoktur. Şeytanın namaz kılması diye bir durum söz konusu değildir. Şeytanlar namaz kılmaz, ibadet etmez. Bu düşünce bir hurafeden başka bir şey değildir.
Abdest alınan yerin temiz olması esas olup, necaset mahalli olan pis yerlerde abdest alınması tenzihen mekruhtur. Ancak günümüzde temizlik amacıyla tanzim edilen mekânlarda genellikle banyo, lavabo ve klozetler birlikte yer almaktadır. Bu durumdaki banyolarda, necaset bulunmadığı için abdest almak veya banyo yapmakta sakınca yoktur.
Banyo, lavabo ve klozetlerin farklı mekânlarda yer aldığı evlerde, abdest almaya müsait bir yer varken, tuvalette abdest alınmaması daha uygun olur.
Sadece tuvalet amacıyla kullanılan mekânlarda abdest veya gusül abdesti almak zorunlu olduğu durumlarda, üzerine necaset sıçratmamaya özen gösterilmeli ve bunun için gerekli tedbirler alınmalıdır
Gusül ve abdestte tırnak altında kir kalırsa gusül ve abdest geçerli olur mu?
Gusülde vücudun her yerinin ıslatılması lazımdır. Bu nedenle tırnakların altı da üstü de ıslatılması lazım. Vücudun her hangi bir bölgesinde kuru yer kalırsa gusül olmaz. Buna göre tırnak üzerindeki ruj boyaları da tırnağın altındaki kir ve benzeri şeylerde suyun temasını kestiği ve vücutta kuru yer bıraktığı için gusle engeldir.
Guslün tam olması için tırnağın altını da üstünü de temizlemek, tırnak çok uzun ise ve altında da kir varsa yıkamak lazım.