Sayfa Yükleniyor...
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre; çocukluk çağı obezitesi, onların metabolik dengelerini tehdit eden bir sorun olarak kabul edilmekte ve bu metabolik problemle mücadele konusunda acilen önlem almanın gerekliliği vurgulanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü; çocukluk çağlarında başlayan obezite probleminin, sadece yetişkinlikte şişmanlıkla sonuçlanmadığını ama aynı zamanda, dengesiz beslenme ve fizik aktivite yetersizliğine bağlı aşırı kilolu çocukların solunum güçlüğü, kemik gelişim yetersizliği, hipertansiyon, insülin direnci ve özgüven eksikliğine varan fizyolojik ve psikolojik sorunlarla erken yaşta karşılaşmak zorunda kaldıklarının altını çizmektedir. Son 20-25 yılda tüm dünyada sıkça gözlenen çocukluk çağı obezitesi probleminin çözümü için sağlıklı beslenme ve fizik aktivite alışkanlığının kazanılması, çocuğun hem sağlıklı büyüme ve gelişimini desteklemekte hem de aşırı kilo probleminin önlem ve tedavisi adına da önemli bir rol üstlenmektedir.
Son yıllarda hızlanan teknolojik gelişmelerin paralelinde, çocuklarda ekran bağımlığının artmasıyla birlikte çocuk ve ergenlerde hareketsiz yaşam tarzı yaygınlaşmıştır. Bu durum, fiziksel aktivite miktarının azalmasıyla sonuçlanmakta ve azalan fiziksel egzersizin yanı sıra, beslenme alışkanlıklarında da değişiklikler gözlenmektedir. Özellikle karbonhidrat, yağ ve şeker içeriği yüksek yiyecek ve içeceklerin tüketimi, çocuk ve ergenlerin fazla kilo ve obezite sorunuyla karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Bu beslenme tarzı, sadece kalori alımını artırmakla kalmamakta, aynı zamanda vitamin ve mineral eksikliklerine de yol açabilmektedir.
İnsülin direnci ve yüksek kan şekeri seviyeleri ile karakterize kronik bir metabolik bozukluk olan Tip 2 diyabet, dünya çapında milyonlarca kişiyi etkileyen önemli bir küresel sağlık sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Yaygınlığı, özellikle son yıllarda giderek artan hareketsiz yaşam tarzı ve sağlıksız beslenme düzenleri olmak üzere yaşam tarzı değişiklikleri nedeniyle artmakta olan Tip 2 diyabetin sonuçları, yüksek kan şekeri seviyelerinin çok ötesine uzanır ve potansiyel olarak kardiyovasküler hastalıklar, böbrek yetmezliği, nöropati ve retinopati gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olduğu bilinmektedir. Bu yüzden, bireylerin diyabete bağlı sağlık sorunlarına ait farkındalıklarının artması ve Tip 2 diyabetine yönelik güncel tedavi anlayışı hakkında bilgi sahibi olarak, bu sağlık sorununu doğru yönetmeyi öğrenmelerinin gerekliliği göze çarpmaktadır.
Diyabetin patofizyolojisi incelendiğinde, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle glikoz metabolizmasının bozulduğu görülmektedir. Bu bozulmalar göz önüne alındığında, diyabetin fizyolojik yönlerini etkileyen metabolik dengelerin düzeltilmesi için tıbbi tedavi ve bireysel yönetim önemli bir rol oynamaktadır. Tip 2 diyabet tedavisi genellikle ilaç tedavileri, sağlıklı ve kısıtlı kalorili diyet ayarlamaları ve düzenli fiziksel egzersiz alışkanlığı içerir. Son yıllarda, Tip 2 diyabet tedavisinde düzenli egzersizin önemli bir rol oynadığını destekleyen bilimsel kanıtlar dikkate alındığında, düzenli fiziksel egzersiz alışkanlıklarının Tip 2 diyabet tedavisinde yaygın bir yöntem olarak kullanılmasının önemi vurgulanmaktadır
Bu konuda yapılan bilimsel araştırmalardan ortaya çıkan
Çağımızın hastalığı olarak da tanımlanabilecek olan stres, son yıllarda bireyleri çeşitli şekillerde etkileyerek, toplumsal yaşamın yaygın bir parçası haline gelmiştir. Bu nedenle, bireyin sağlıklı bir yaşam sürdürülebilmesi için stres yönetimi her geçen gün önemini attırmaktadır. Stresin, genel sağlık üzerinde olumsuz etkilerini engelleyebilmek için geliştirilmiş olan stres yönetimi tüm dünyada etkin bir tedavi programı olarak dikkat çekmektedir. Stres yönetimi en genel tanımıyla, bireyin fizyolojik ve psikolojik yaşam koşullarını iyileştirmek ve özellikle kronik stresin organizma için verebileceği metabolik hasarları önlemeyi ve kontrol etmeyi amaçlayan psikolojik ve fizyolojik tedavi yöntemleri olarak bilinmektedir. Stres yönetimi sürecinde çok çeşitli programlar uygulanmakta ve bu programlar arasında, düzenli fiziksel aktivite alışkanlığı, oldukça etkin bir uygulama olarak dikkat çekmektedir. Düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının, etkinliği tıbben kanıtlanmış olan çok çeşitli fiziksel sağlık katkılarıyla birlikte ruh sağlığı açısından da sayısız faydaları bulunmaktadır. Düzenli egzersiz ve stres yönetimi arasındaki sistematik ilişki incelendiğinde, egzersizin sadece fiziksel açıdan sağlığa katkılarının bulunmasıyla kalmayıp, aynı zamanda, psikolojik sağlık üzerinde olumlu etkilerinin varlığını ortaya çıkmaktadır.
Sağlıklı beslenme, özellikle obezite, kardiyovasküler sistem (kalp ve damar sistemi) hastalıkları, tip 2 diyabet (şeker hastalığı) gibi kronik hastalıklar olmak üzere çok sayıda sağlık sorununun önlenmesi ve tedavisinde temel bir beslenme tarzı olarak dikkat çekmektedir. Hayvansal ürünleri en aza indirirken veya ortadan kaldırırken tüm bitkisel gıdaların yoğun olarak tüketimini vurgulayan bitkisel temelli diyet, potansiyel sağlık yararları nedeniyle son yıllarda önemli ilgi görmektedir. Son yıllarda yapılan klinik araştırmalarda, bu diyet yaklaşımının yalnızca lif, vitamin ve mineraller gibi temel besinler açısından zengin olmakla kalmaz, aynı zamanda metabolik sağlığa çok çeşitli katkıları bulunan çok sayıda antioksidan ve fitokimyasal maddeler açısından zengin bir beslenme tarzı olduğu vurgulanmakta ve bitki bazlı bir diyet benimsemenin obezite, hipertansiyon ve kardiyovasküler bozukluklar gibi kronik hastalıklarla ilişkili risk faktörlerini önemli ölçüde azaltabileceği iddiasını desteklemektedir. Bu nedenle; bitki bazlı bir diyetin sağlık üzerindeki olumlu etkilerini, özellikle kardiyovasküler sistem hastalıkları, tip 2 diyabet, hiperkolesterolemi (kan kolesterol yüksekliği) gibi kronik hastalıkların yönetmedeki rolüne odaklanmak sağlıklı beslenme adına büyük önem taşımaktadır.
Bitki bazlı bir diyet, meyveler, sebzeler, tam tahıllar, kuruyemişler, tohumlar ve baklagiller dâhil olmak üzere bitkilerden elde edilen yiyeceklerden oluştuğu için; bu diyet modeli, yüksek lif içeriği ve genellikle hayvansal ürünlerde bulunan düşük doymuş yağ ve kolesterol seviyeleri ile karakterize edilir.
Akdeniz diyeti, özellikle metabolik sağlıkla ilgili olmak üzere çok sayıda sağlık yararı nedeniyle uzun zamandır sağlıklı bir beslenme tarzı olarak kabul görmektedir. Akdeniz diyetinin, metabolizmanın en iyi şekilde işlev görme yeteneğini etkileyen çeşitli fizyolojik süreçlerini olumlu etkilediğinin gösterilmiş olduğu için, her yaşta ama özellikle orta ve ileri yaşlarda sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesinde etkin bir rol oynamaktadır. Bu alanda yapılan kinik araştırmalar ve bu konuyla ilgili ilgili çalışmalar sistematik bir incelemeyle değerlendirildiğinde, Akdeniz tarzı diyetin metabolik sağlık üzerindeki sağlık yararlarını net olarak görebilmek mümkün olacaktır.
Akdeniz diyeti, meyve, sebze, tam tahıllar, zeytinyağı, kuruyemiş, tohum ve yağsız protein kaynaklarının yüksek oranda tüketilmesiyle karakterize edilen bir diyet tarzı olarak bilinse de bu beslenme programı yalnızca lezzetli ve çeşitli olmakla kalmaz, aynı zamanda metabolik işlevleri destekleyen besinler açısından da zengin olması sağlıklı yaşam ve sağlıklı yaşlanma adına büyük önem taşımaktadır. Sağlıklı yiyeceklere odaklanarak ve işlenmiş yiyecekleri ve ilave şekerleri en aza indirmeyi amaçlayan Akdeniz diyeti, vücudu beslemek için bütünsel bir yaklaşımla ideal bir metabolik dengeye ulaşılması açısından oldukça etkin bir beslenme tarzı olarak; Akdeniz ülkeleri başta olmak üzere, tüm dünyada oldukça yaygın olarak kabul görmektedir.
Yaşlanma, genellikle hastalıkla ilişkilendirilen kaçınılmaz bir biyolojik süreçtir, ancak sağlıklı bir yaşam tarzının yaşlandıkça yaşam kalitesinin korunmasına yardımcı
Sağlıklı yaşam ve sağlıklı yaşlanma, tüm dünyada yaşlı yetişkinlerin artan nüfusuyla günümüz toplumunda, üzerinde yoğun bilimsel araştırmaların yapıldığı bir konu haline gelmektedir. Bireyler yaşlandıkça metabolik sağlıkları bozulmakta ve kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalıklar, osteoproz, depresyon, kas ve iskelet sistemi hastalıkları gibi kronik hastalıkların görülme sıklığı artmaktadır. Yapılan araştırmaların sonuçları incelendiğinde, kronik hastalıkların önlenebilmesi veya tedavilerinin daha etkin yürütülebilmesinde, metabolik sağlığı korumanın ve iyileştirmenin çok önemli etkisi olduğu gösterilmiştir. Sağlıklı bir yaşam için sağlıklı beslenme alışkanlığı ve düzenli fiziksel aktivitenin egzersizin yaşlı metabolik sağlığı üzerindeki olumlu etkilerinin gösterilmesi nedeniyle, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemenin, metabolik sağlığın koruması ve iyileştirmesi konusunda çok önemli bir rol üstlendiği vurgulanmaktadır.
Yaşlanma, metabolik ve bedensel sistemlerin kademeli olarak bozulmasıyla karakterize edilen, sosyoekonomik, biyolojik ve psikolojik faktörleri kapsayan karmaşık bir olgu olarak tanımlanabilir. Yeni bilimsel araştırmalar sayesinde, yaşlanma tedavi edilebilir bir durum olarak da nitelendirilmektedir Araştırmalar, stresi azaltma, dengeli beslenme ve düzenli egzersiz gibi çeşitli müdahalelerin sağlıklı yaşlanma sürecine olumlu katkıda bulunabileceğini gösterilmekle birlikte, tıp dünyası da sağlıklı bir yaşamı teşvik ederek yaşlanma sürecini geciktirmek için yoğun çaba harcamaktadır.
Sağlıklı beslenme, özellikle yaşlı yetişkinler için sağlıklı yaşlanmanın önemli bir bileşeni olarak bilinmektedir. Sağlıklı yaşam açısından son yıllarda en çok uygulanmakta olan beslenme tarzı Akdeniz diyeti; en basit tanımıyla, Akdeniz diyeti genellikle meyve, sebze, tam tahıllar, baklagiller, kuruyemişler ve tohumlar gibi bol miktarda bitki temelli gıdaları içermektedir Zeytinyağı, bu diyette birincil yağ kaynağıdır ve süt ürünleri, kümes hayvanları, yumurta orta düzeyde tüketilirken, balık ve deniz ürünleri de çok sayıda sağlık faydası sunan omega-3 yağ asitleri açısından zengin temel bileşenlerdir.
Spor çok değişik amaçlı (sağlık, yarışma, eğlence vs.) yapılabildiği gibi çok değişik şekillerde (bireysel, ekip) ve çok değişik yoğunluklarda yapılan sosyo-kültürel bir eylemdir. Sporda performans, spor branşlarında var olan bireysel yeteneğin yapılan sportif eylemin kalitesi ve kapasitesiyle olan birlikteliğiyle ortaya çıkan, sağlıklı beslenme, yaşam koşulları ve bilimsel yöntemlere dayalı antrenman programlarıyla geliştirilebilen ve sporda başarıyı getiren en önemli faktör olarak kabul edilmektedir. Günümüz spor dünyası, üst düzey sporcuların erken yaşlarda saptanması ve genetik olarak hangi spor branşına yönlendirilmesinin uygun olacağı konularında genetik bilimini yaygın bir araç olarak kullanmaya başlanmıştır. İnsan genom projesinin açıklığa kavuşmasıyla birlikte, bireylerin belirli sporlara yatkınlığından söz edilebildiği için sporcu performansı ile ilişkili genler ve onların metabolizma üzerindeki etkiler incelendiğinde, sportif performans ve genetik ilişkisi üzerinde çeşitli hipotezler geliştirilebilmiştir. Sportif yetenek ve performansın çocukluk çağında belirlenebilmesi adına spor biliminde yapılan çalışmalarda, sporcunun cinsiyeti, yaşı, genetik yapısı, anatomik özellikleri, psikolojik dengesi, sinir sistemi ve kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) yapı gibi faktörler ön plana çıkmaktadır. Sporda performans adına yapılan bilimsel araştırma çalışmalarda, sporcunun cinsiyeti, yaşı, genetik yapısı, anatomik özellikleri, psikolojik dengesi, sinir sistemi ve kardiyovasküler yapısı gibi faktörler ön planda değerlendirilmekte ve özellikle sportif performans ve antrenmana yanıt gibi önemli kavramlarda sporcunun genetik yapısının belirleyici olabileceği öngörülmektedir.
Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarda, probiyotiklerin sağlık beslenme açısından potansiyel önemine dikkat çekilmekte ve probiyotiklerden zengin ürünleri tüketmenin önemin göz önünde bulundurulmasının faydalı olabileceği vurgulanmaktadır. Probiyotikler, konakçılarının sağlığını iyileştirmede rol oynayabilecek canlı mikroorganizmalar olarak bilinmekte ve probiyotiklerin sağlıklı yaşamı ve beslenme sağlığını desteklemedeki potansiyel faydalarına giderek daha fazla dikkat çekmektedir. Giderek artan bilimsel kanıtlar, probiyotiklerin bağırsak sağlığı, sindirim bozuklukları, zihinsel iyilik hali, cilt sağlığı ve bağışıklık fonksiyonu dâhil olmak üzere sağlığın birçok yönü üzerinde faydalı bir etkiye sahip olabileceğini göstermektedir.
İnsan vücudunun, topluca bağırsak mikrobiyomu olarak bilinen geniş bir mikroorganizma topluluğuna ev sahipliği yaptığı düşünülmektedir. Bu karmaşık ekosistem, sindirim, besin emilimi, bağışıklık sistemi düzenlemesi ve hatta zihinsel sağlık dâhil olmak üzere birçok bedensel işlevde önemli bir rol oynadığı öngörülmektedir. Bununla birlikte, antibiyotik kullanımı, stres ve diyet değişiklikleri dâhil olmak üzere çok çeşitli faktörlerin, bu bağırsak mikrobiyomunun hassas dengesini bozma potansiyeline sahip olduğunu ve bunun da bir dizi sağlık sorununa yol açabileceğini belirtilmektedir. Bu mikrobiyomunun dengesini bozma potansiyeline sahip olumsuz etkenler karşısında, probiyotikler, sağlıklı bir bağırsak mikrobiyomunu desteklemeye ve korumaya yardımcı olabilecek biyoaktif gıda ürünleri olarak düşünülmekte ve sağlıklı beslenme adına daha yoğun tüketilmesi önerilmektedir.
Probiyotikler yoğurt, kefir, tarhana, boza, peynir ve lahana turşusu gibi çeşitli fermente gıdalarda bulunur. Probiyotikten
Sağlıklı, dengeli beslenme ve sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları, sağlıklı yaşamın sürdürülmesi, kronik hastalıkların önlenmesine ve yaşam kalitesinin artırılmasına önemli ölçüde katkıda bulunduğu bilinmektedir. Beslenme anlayışı ne kadar gelişirse, bu sağlıklı beslenme prensiplerini hayata uygulayabilmek, metabolik açıdan sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek mümkün olacaktır. Beslenme sağlığının korunması ve ideal sağlık sonuçlarına ulaşma konusunda, beslenme konusunda bilinçli seçimler yapmak ve bireylerin kendi özel ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaları büyük önem taşımaktadır. Bireylerin sağlık koşulları birbirinden farklı olması nedeniyle, bireysel beslenme kavramının da giderek önem kazandığı gözlemlenmektedir.
Beslenme, büyüme, gelişme ve sağlıklı yaşam tarzının temeli olduğu için doğru besinleri almak, vücudumuzun enerji gereksinimlerini karşılamak ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için hayati önem taşımaktadır. Yiyeceklerin kalitesi ve miktarı da sağlık üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu için, dengeli bir diyet, vücut için gerekli olan tüm makro ve mikro besin öğelerini içermelidir. Aynı zamanda, egzersiz, uyku ve stres yönetiminin de sağlıklı bir yaşam sürdürmek için önem taşıyan faktörler arasında olduğu unutulmamalıdır. Her bireyin farklı beslenme ihtiyaçları olduğu gözlemektedir ve özellikle bazı sağlık durumları veya diyet kısıtlamaları olan bireyler için, kişiselleştirilmiş beslenme planlarının sağlıklı yaşam için gerekli olduğu bilinmektedir. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından planlana bu diyet programları, bireyin metabolik sağlığı açısından özel ihtiyaçları ve sağlık hedefleri dikkate
Beslenme, en temel anlamıyla, sağlıklı ve aktif bir yaşam tarzının, sağlıklı gelişim ve büyümenin sürdürülmesi için gerekli olan besinleri tüketme ve kullanma yeteneği olarak tanımlanabilir. Beslenme işlevinde fizyolojik bir denge durumuna ulaşmanın, bu denge tam olarak sağlanmadığında kilo kaybı veya aşırı yağlanma gibi istenmeyen sonuçlara yol açabileceği belirlenmiş olmakla birlikte, açlık, tokluk ve iştahın, gıda alımı ve enerji tüketimi arasında bir denge arayışının da varlığı bilinmektedir. Beslenme düzeninin, beyindeki beslenmeyle ilgili bölgeyle koordineli olarak çalışmakta olduğu ve bu karşılıklı koordinasyonun, vücut ağırlığının dar sınırları içinde istikrarlı bir şekilde dağılmasına yardımcı olduğu düşünülmektedir. Tüm bu kavramlar birlikte değerlendirildiğinde, beslenme sağlığı, bireysel değişim ve metabolik bütünlüğün, ideal düzenin işleyişi için yaşam boyunca etkili faktörler olduğu görülmektedir. Beslenme sağlığının bozulmasıyla ortaya çıkan kronik hastalıklar, metabolik problemler, obezite ve aşırı kilo sorunları hem tek başına hem de yol açtığı bilinen birçok sağlık problemiyle birlikte görülebilir ve bu metabolik sorunlar neden olduğu kronik sağlık problemleri açısından, sağlıklı yaşam için önemli bir risk olarak algılanmaktadır. Bu yüzden sağlıklı beslenme ve sağlıklı gıda tüketiminin önemsenmesi ve sağlıklı yaşam için sağlıklı beslenmenin gerekli olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Son yıllarda, sağlıklı beslenme açısından, özellikle sporcu beslenme destek ürünü olarak ve ayrıca kafein ve şekerle birlikte birçok enerji içeceğinin ana bileşeni olarak tüketilen Taurin, beslenme sağlıyla ilgili çok çeşitli bilimsel araştırmalara konu olmaktadır. Çeşitli gıda kaynaklarında yaygın olarak bulunan bir amino asit olan taurin, bir dizi fizyolojik fonksiyonda çok sayıda sağlık yararıyla ilişkilendirilmiş ve özellikle, kardiyovasküler (kalp ve damar istemi) sağlık, beyin fonksiyonu, egzersiz performansı, metabolik sağlık ve göz sağlığı dahil olmak üzere bir dizi fizyolojik sistem üzerinde yararlı etkileri olduğu gösterilmiştir. Taurin insan vücudunda doğal olarak üretilmekte, et ve balık gibi yüksek protein içeren yiyeceklerde yoğun olarak bulunmaktadır. Çoğu birey günlük taurin gereksinimlerini diyetlerinden alır, ancak taurin takviyeleri bazı hastalıların tedavisinde destek amaçlı kullanılmaya başlanmıştır. Sağlıklı beslenme açısından, taurinin potansiyel faydalarının anlaşılmasıyla birlikte taurinin, sporcu beslenmesinde de sıklıkla tüketilmeye başlamıştır. Taurinin, kas dayanıklılığını artırabileceğini ve kas hasarını azaltabileceğinin gösterilmesiyle birlikte zorlu egzersiz sonrası kas onarımını destekleyebileceği ve kasların oksijen alımını artırarak sportif performansı geliştirebileceği öngörülmektedir. Ayrıca, yapılan bazı klinik araştırmalarda, taurinin bilişsel sağlığın korunmasına ve nörolojik bazı kronik hastalıklara karşı korunmaya katkıda bulunabileceğini göstermektedir. Bir dizi klinik araştırma çalışmasında, özellikle diyabet (şeker hastalığı) ve obeziteyle ilişkili olarak taurinin metabolik sağlığın korunmasındaki potansiyel rolünü araştırılmıştır. Taurinin, sağlıklı kan şekeri seviyelerini korumak ve tip 2 diyabetin gelişmesini önlemek için çok önemli olan insülin duyarlılığını iyileştirdiğinin gösterilebilmesi oldukça önemli bir bulgu olarak kabul edilmelidir. Ayrıca, taurinin lipid (kan yağları) metabolizmasını düzenlediği ve bunun karaciğerdeki yağ birikimini azaltmaya ve alkolsüz yağlı karaciğer hastalığının (NAFLD) gelişmesini önlemeye yardımcı olabileceğinin gösterilmesine ek olarak, taurinin yağ oksidasyonunu (yağ yıkımını) artırıp, iştahı bastırarak kilo kaybını destekleyebildiği de öne sürülmektedir. Sonuç olarak, yapılan klinik araştırmalarda taurinin potansiyel sağlık yararlarını öne sürülmesine rağmen, etki mekanizmalarını tam olarak anlamak ve farklı bireyler için en ideal doz önerileri belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtmek önemlidir. Herhangi bir diyet takviyesi veya diyet değişikliğinde olduğu gibi, bireylerin günlük beslenme programlarına taurin takviyesi yapılmadan önce, tıbbi önerilerin dikkate alınması önem taşımaktadır. Böylelikle bireylerin genel sağlık koşullarını desteklemek ve sağlıklarının belirli yönlerini iyileştirmek için diyetlerine taurin açısından zengin yiyecekler veya takviyeler ekleme konusunda bilinçli kararların alınmasının daha doğru olacağı vurgulanmaktadır.
Sağlıklı bir yaşam için düzenli fiziksel aktivite alışkanlıkların fiziksel, metabolik sağlık açısından sayısız faydalar sağlayabildiği yaygın olarak kabul edilmektedir. Yaşam boyu egzersiz alışkanlığının, kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalığı, Tip 2 diyabet (şeker hastalığı), iskelet (eklem, kas ve kemik) sistemi hastalığı ve osteoporoz (kemik kaybı) gibi kronik hastalıkların önlem ve tedavisinde olumlu sağlık katkılar sağlayabileceği düşünülmektedir. Son yıllarda yapılan klinik araştırmalarda egzersizin özellikle kardiyovasküler (kalp ve damar sistemi) hastalıkların tedavisine olumlu yönde etki gösterdiği vurgulanmaktadır. Özellikle, kan basıncını düşürerek ve kalp gücünü ve dayanıklılığını arttırabilmesi, egzersiz alışkanlığının, kardiyovasküler sağlık açısından oldukça önemli bir fizyolojik etkisi olarak göze çarpmaktadır. Bu fiziksel sağlık katkılarına ek olarak, egzersizin insülin değerlerini ve glikoz metabolizmasını iyileştirdiği de gösterilmiştir. Düzenli fiziksel aktivitenin tip 2 diyabetin önlenmesi veya geciktirmede rol oynayabileceğini gösteren çok çeşitli bilimsel kanıtlar vardır. Düzenli egzersiz alışkanlığının Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) önlem ve tedavisi üzerindeki olumlu fizyolojik etkilerinin, fiziksel aktivitenin iskelete kaslardaki insülin miktarını etkileyerek ve kasların glikoz tüketimin artışa neden olabilmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Ayrıca, bu alanda yürütülen klinik araştırmalarda, düzenli egzersiz alışkanlığının LDL (Düşük yoğunluklu lipoprotein) ve trigliserit (kan yağları) oranlarını normalleştirmesi ve HDL (yüksek yoğunluklu lipoprotein) gibi kanda kolesterolü dengelemekten sorumlu olan kan yağlarının artmasını sağlamak dâhil olmak üzere kan lipit profillerinde (oranlarında) iyileşmelere yol açabileceğine dair göstergeler ortaya konabilmiştir. Düzenli fiziksel aktivite alışkanlıkların sağlıklı yaşam açısından fiziksel, metabolik sağlık adına olumlu sağlık etkileri göstermekle birlikte, aynı zamanda çok çeşitli psikolojik ve psikososyal katkıları da beraberinde getirmektedir. Fiziksel aktivitenin sadece metabolik sağlığı üzerinde değil, aynı zamanda psikolojik sağlık üzerinde de çok önemli etkiler gösterebileceğini vurgulayan bilimsel araştırmalarda, düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının psikolojik sağlığı iyileştirdiğini, stresi ve kaygı düzeyini azaltabildiği göstermiştir. Bu kapsamlı araştırmanın bir sonucu olarak, düzenli fiziksel aktivitenin ruh halini iyileştirmek için bazı hormonal sistemleri ve fizyolojik mekanizmaları aktive ederek hem metabolik hem de psikolojik sağlık koşullarında tedavi edici bir rol oynadığı ortaya konabilmiştir. Düzenli fiziksel aktivitenin, çocuklar ve gençler dâhil olmak üzere her yaştan birey için sadece fiziksel sağlığı iyileştirmekle değil ama aynı zamanda mental (zihinse)l ve psikolojik (duygusal) sağlık üzerinde de olumlu etkiler gösterebilme özelliğine sahiptir. Düzenli egzersiz alışkanlığı, özellikle kişisel gelişmenin önemli bütünleyici faktörleri olan olan öz farkındalığı ve öz güveni artırabilmesi açısından, farklı yaş gruplarının psikososyal sağlıkları açısından çok yönlü avantajlar sağlayabildiği kanıtlanmıştır. Düzenli egzersizin fiziksel sağlık yararlarına ek olarak, egzersiz ile gelişmiş ruh sağlığı sonuçları arasında bir bağlantısı olduğun gösterilmesi, fiziksel aktivite alışkanlığının; anksiyete (edişe, kaygı) de dâhil olmak üzere, çok sayıda depresyon semptomlarını (bulgularını) hafifletme potansiyeline sahip olabileceği düşünülmektedir. Tüm bunlara ek olarak, fiziksel aktivitenin dikkat ve hafıza gibi çeşitli bilişsel işlevleri olumlu yönde etkileyebileceğine dair kanıtlar vardır. Düzenli egzersizin sağlıklı bir yaşam tarzına sağladığı sayısız faydalarını ortaya koyan araştırmalarda, egzersizin ayrıca uyku kalitesini de olumlu yönde etkileyebileceği vurgulanmakta ve düzenli egzersiz yapan bireylerin daha iyi uyku düzenleri ve uyku bozuklukları tedavisinde egzersizin önemli katkılar sağlayabileceği gösterilmiştir. Sonuç olarak, sağlıklı yaşam adına, düzenli egzersizin alışkanlığının, çok sayıda olumlu fizyolojik katkılarının yanı sıra, psikososyal açıdan da önemli etkileri olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenle, fiziksel aktivite alışkanlığı, bireylerinin içinde bulunduğu zorlu yaşam süreçlerinde bireylerde ortaya çıkabilecek olan depresyon ve anksiyete belirtilerinin önlenmesi ve tedavisinin hızlandırılması açısından etkin bir rehabilitasyon yöntemi olarak da değerlendirilmesi sağlıklı yaşam adına olumlu katkı sağlayacaktır.
Beslenme (yeme) bozuklukları; anormal yeme alışkanlıkları, çarpık vücut imajı ve kilo ve yemekle ilgili takıntılı bir meşguliyetle karakterize edilen karmaşık ruh sağlığı koşulları olarak tanımlanabilmektedir. Bireyler için ciddi fiziksel, psikolojik ve sosyal sonuçlara sahip olabileceği gibi bu sağlık sorununun tedavisinde genellikle çok yönlü bir yaklaşım gerekmektedir. Yeme bozuklukları, yiyecek, beden imajı ve kilo ile sağlıksız ilişkilerle karakterize edilen ciddi ruh sağlığı koşullar olarak bilindiği için bu bozukluklar hem fiziksel hem de psikolojik sağlık üzerinde zararlı etkilere sahip olabilmekte ve yaşam sağlığı üzerinde önemli zorluklar yaratabilmektedir. Yeme bozukluklarıyla sıklıkla iç içe geçen bir konu olarak, egzersizin yeme davranışlarını etkilemedeki rolü üzerinde, son yıllarda kapsamlı klinik araştırmalar planlanmaktadır. Egzersizin yeme bozukluğu olan bireyler üzerindeki etkisini anlamak, etkili tedavi stratejileri geliştirmek ve bu sorunu yaşayan bireylerin tedavi süreçlerini planlayabilmek açısından oldukça kritik önem taşımaktadır.
Yeme bozuklukları, yeme davranışlarında ve ilgili düşünce ve duygularda bozulmaları içeren bir dizi durumu kapsamakta ve en yaygın üç yeme bozukluğu türü anoreksiya nervoza, bulimia nervoza ve Binge (tıkınırcasına) yeme bozukluğudur. Anoreksiya nervoza, önemli ölçüde düşük vücut ağırlığına, kilo alma veya şişmanlama korkusuna ve çarpık bir vücut imajına yol açan kısıtlı yiyecek alımıyla karakterize olan psikolojik yönü yoğun olan bir sağlık problemidir. Bulimia nervoza, tekrarlayan tıkınırcasına yeme ataklarını
Yaşlanma, sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve psikolojik boyutları olan karmaşık bir olgudur. Yaşlanan dünya nüfusunda sağlıklı yaşama ve yaşlanma sürecini geciktirmeye olan ilgi her geçen gün artmaktadır. Yaşlanma, sağlık sorunları olan doğal bir süreç olmasına rağmen, araştırmalar sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemenin olumsuz etkileri yavaşlatmaya ve azaltmaya yardımcı olabileceğini göstermektedir. Tıp ve teknolojideki gelişmeler, sağlıklı yaşam sürelerini uzatmayı ve yaşlanmayı yavaşlatmayı amaçlayan yaşlanma karşıtı olarak bilinen yeni yöntemlerin geliştirilmesine yol açmıştır. Genetik, çevresel ve davranışsal faktörleri ele alarak, etkili kilo yönetimi stratejilerinin metabolik bozukluk riskini azaltmaya ve genel yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olduğu düşünülmektedir.
Beslenme, en temel anlamıyla, vücudun sağlıklı ve aktif bir yaşam tarzının ideal tarzda gelişimi, büyümesi ve sürdürülmesi için ihtiyaç duyduğu besinleri emme ve kullanma kapasitesi olarak tanımlanabilir. Fizyolojik bir dengede olması gereken beslenme fonksiyonunun, bu denge tam olarak sağlanmadığında istenmeyen kilo kaybına veya vücutta aşırı yağ birikmesine neden olabileceği tespit edilmiştir. Açlık, tokluk ve iştah duyguları beslenme davranışının gıda alımı ve enerji tüketimi arasında bir denge oluşturmasını sağlarken, bu beslenme davranışları beyindeki beslenmeyle ilgili bölgelerle karşılıklı koordinasyon içinde çalışır. Bu karşılıklı fizyolojik koordinasyonun vücut ağırlığının dar sınırlar içinde sabit bir seviyede tutulmasına yardımcı olduğu varsayılmaktadır. Tüm bu kavramlar bir arada değerlendirildiğinde, beslenme sağlığının, bireyin fizyolojik ve metabolik dengesinin ideal bir düzende fonksiyon görebilmesi için tüm yaşam boyunca etkin bir faktör olduğu göze çarpmaktadır.
Yaşam sürecinde birçok metabolik ve fizyolojik sağlık probleminin ortaya çıkması olası olarak değerlendirilmektedir. Bu sağlık sorunları birçok nedene bağlı olarak gözlenebilmekle beraber bazı sağlık sorunlarının nedenleri daha belirgin olarak göze çarpmaktadır. Beslenme sağlığının bozulduğu hallerde ortaya çıkan obezite ve aşırı problemi hem tek başına hem de neden olduğu bilinen birçok fizyolojik ve metabolik problem nedeniyle, sağlıklı yaşam için belirgin bir risk olarak algılanmaktadır.
Obezite, yağ dokusunun nadir veya aşırı birikmesi olarak tanımlanır ve her yaştan bireyi
Spor içecekleri ve enerji içecekleri sporcular ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlığını hayatlarına kazandırabilmiş kişiler arasında her geçen gün daha büyük bir popülerite kazanmaktadır. Bu içecekler genellikle performansı artırmak, elektrolitleri yenilemek ve iyileşmeyi desteklemek için kullanılmakta olsa da bu içeceklerin fiziksel performans ve iyileşme üzerindeki etkisini anlamak için mevcut bilimsel yayınların kapsamlı incelenmesine gereksinim olduğu konusunda fikir birlikteliği mevcuttur.
Sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlığı, yaşam boyu sağlık açısından ideal sonuca ulaşmak için gerekli olan birçok faktör arasında, en önemli rolü oynayan etkenlerin başında gelmektedir. Sağlıklı diyet ve fiziksel aktivite sağlıklı yaşlanma sürecinde de etkin rol üstlenebildiği gibi, son yıllarda görülme sıklığı artan obezite ve aşırı kilo gibi önemli bir sağlık probleminin önlem ve tedavisinde de son derece başarılı sonuçlar vermektedir. Obezite ve aşırı kilo probleminin, birçok metabolik soruna neden olabildiği bilindiği için, obeziteye bağlı gelişecek olan ilgili komplikasyonların önlenebilmesi adına da sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz alışkanlığı her geçen gün çok daha fazla önem kazanmaktadır. Obezite ve aşırı kilo tedavisinde, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazanılmasıyla birlikte, düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının hayata geçirilmesi ve aktif bir yaşam tarzının benimsenmesi önem taşımaktadır. Dengeli ve sağlıklı bir beslenmenin metabolik sağlığı korumada ve hastalıkları önlemede önemli bir rol oynayabileceği bilinmektedir. Özellikle makro besinleri (protein, karbonhidrat ve yağ) ve A, B, C, D, E ve K vitaminlerini ve çinko, iyot, sodyum, potasyum, selenyum, magnezyum, kalsiyum ve demir gibi diğer temel mineralleri içeren doğal ve dengeli bir beslenmenin, yeterli günlük su alımına ek olarak sağlıklı yaşam sürecinde büyük önem taşımaktadır. Dengeli beslenme ve düzenli egzersiz alışkanlığını içeren sağlıklı bir yaşam tarzının kalp hastalığı, obezite, hipertansiyon, diyabet, depresyon ve osteoporoz gibi kronik hastalık riskini azaltmaya yardımcı olabileceğine dair bilimsel kanıtları giderek artmaktadır. Dengeli bir beslenme ve düzenli egzersizin sağlıklı yaşlanma ve kronik hastalıkların önlenmesi için faydalı olabileceği giderek daha da netleştiği için; sağlıklı bir yaşam sürecinde, fiziksel, psikolojik sağlığı desteklemek için sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlığının önemi hiç göz ardı edilmemelidir. Yaşam boyu spor alışkanlığı, metabolik sağlık üzerinde etkili olabileceği gibi psikolojik sağlık üzerinde de önemli bir rol oynamaktadır. Düzenli egzersiz ile psikolojik sağlık, düşük stres seviyeleri ve bilişsel performans arasında önemli ilişkilerin olduğu birçok bilimsel çalışmada gösterilebilmiştir. Bu araştırmalar, düzenli fiziksel aktivitenin metabolik ve psikolojik sağlığın iyileştirilmesinde önemli bir rol oynadığını ortaya koymaktadır. Yaşam boyu spor alışkanlığı, hormonal sistemler ve psikolojik sağlığı destekleyen bazı fizyolojik mekanizmaları aktive ederek, duygusal açıdan olumlu etkiler gösterebilmektedir. Ayrıca, düzenli egzersizin ruh sağlığı üzerinde de olumlu etkileri olduğunu gösteren kanıtlar bulunmakla birlikte; yaşam boyu spor alışkanlığının özellikle depresyon, anksiyete ve bilişsel işlevlerde performans artışı gibi birçok önemli fizyolojik katkılar sağlayabileceği belirtilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), sağlığın tanımında, bireyin tam bir fiziksel, psikolojik (ruhsal) ve sosyal açıdan sağlıklı bir yaşam tarzı içinde bulunmasına vurgu yapmaktadır. Bu tanım ayrıntılı olarak değerlendirildiğinde, sağlığın karmaşık ve çok yönlü bir kavram olarak görüldüğü açıkça görülmektedir. Her ne kadar ideal sağlığı korumak her zaman mümkün veya kolay olmasa da genetik ve dış faktörlerin etkisi göz önüne alındığında, bazı sağlıklı yaşam tarzı seçiminin, yaşa bağlı hastalıklara karşı korunmaya yardımcı olabileceği belirtilmektedir.
Yaşlanmanın karmaşıklığı, biyolojik, sosyolojik, ekonomik ve psikolojik faktörler dahil olmak üzere çok çeşitli boyutları kapsayan çok yönlü bir olgudur. Araştırmalar, yaşam tarzı tercihlerinin yaşlanma sürecini önemli ölçüde etkileme potansiyeline sahip olduğunu ve bireylerin sağlık koşullarının şekillenmesinde aktif bir rol oynadığını göstermektedir. Yapılan klinik çalışmaların sonuçları irdelendiğinde, aktif yaşam tarzını benimsenin ve fiziksel aktivitelere katılmanın bağışıklık fonksiyonunu potansiyel olarak iyileştirebileceğini ve kronik hastalıkların görülme sıklığını azaltabileceğini ve bunun yaşlanma sürecinde genel sağlığı destekleyebileceğini göstermiştir.
Obezitenin küresel ölçekte önemli bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıktığını ve çeşitli yaş gruplarını etkilediği gözlemlenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne (2021) göre, dünya çapında yaklaşık 1,9 milyar yetişkin aşırı kilolu olarak sınıflandırılmakta ve 650 milyondan fazlası obez olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle; obeziteyle ilişkili sağlık risklerini azaltabilecek etkili müdahalelerin daha yakından incelenmesi halk sağlığı adına önemli bir ihtiyaç olarak kabul edilmektedir. Son yıllarda artan obezite görülme sıklığı, maalesef bireylerin yaşam kalitesini önemli ölçüde bozabilecek çok sayıda sağlık komplikasyonuna (şikâyetlerine) yol açtığından, obezite önleme ve yönetim stratejilerinin yaşam kalitesi, metabolik sağlık ve sağlıklı yaşlanma üzerindeki etkisini değerlendirmek öncelik taşımaktadır. Özellikle kardiyovasküler hastalıklar (kalp ve damar sistemi) ile ilgili olarak, obezitenin genellikle bazı kardiyovasküler bozukluklar için birincil risk faktörü olarak tanımlanmaktadır ve bilindiği gibi; kalp ve damar sistemi hastalıları sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ve sağlıklı yaşlanma konusunda ciddi bir sağlık problemi olarak kabul edilmektedir. Obezite, metabolik sağlık ve yaşam kalitesi arasındaki etkileşim karmaşık ve çok yönlüdür. Obezite, hipertansiyon, dislipidemi (kan yağları hastalıları) ve tip 2 diyabet (şeker hastalığı) dâhil olmak üzere çeşitli kardiyovasküler rahatsızlıklar için birincil risk faktörü olduğu konusunda yaygın bir fikir birlikteliği mevcuttur. Bu rahatsızlıklar yalnızca kronik hastalık riskini artırmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin yaşam süresini de azaltabilmektedir. Dahası, obezite beraberinde getirdiği bir dizi fizyolojik ve psikolojik problem nedeniyle yaşam kalitesi üzerinde önemli olumsuzluklara da neden olabilmektedir.
Fiziksel aktivite sağlıklı bir yaşam tarzını sürdürmenin önemli bir bileşeni olarak kabul edilmekte ve bireyin yaşam kalitesi üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Düzenli fiziksel aktivite yalnızca fiziksel sağlığa katkıda bulunmakla kalmayıp, aynı zamanda bireyin psikolojik (ruhsal) sağlığını ve yaşam kalitesini geliştirmek adına da önemli bir rol oynamaktadır. Bu konuda yapılan birçok bilimsel çalışma, fiziksel aktivitenin metabolik sağlık yaşam kalitesi üzerindeki olumlu etkileri incelenerek, düzenli egzersiz alışkanlığının bugünün dünyasında sıklıkla görülen stres ve kaygının giderilmesi üzerinde olumlu katkılarına dair önemli kanıtlar sunmaktadır.
Çocukluk çağı obezitesi, çocukların ve toplumların sağlıklı geleceği üzerinde kritik etkileri olan çok yönlü bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmekte ve bu problemin önlenmesi adına çok çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Bu alanda yürütülen birçok bilimsel çalışmada, çocukluk çağı obezitesine katkıda bulunan çok sayıda faktörü kapsamlı bir şekilde ele alınmakta ve tüm dünyayı etkileyen bu salgını kontrol etmede etkili bir strateji olarak erken çocukluk döneminde başlaması gereken sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite ve hareket eğitiminin kritik rolünü vurgulanmaktadır.
Çocukluk çağı obezitesinin yaygınlığının genetik, çevresel ve davranışsal faktörlerin karmaşık etkileşiminden etkilendiği gözlemlenmiştir. Ayrıca yapılan araştırma çalışmalarının sonucunda, genetik yatkınlıkla birlikte, obeziteye neden olan dengesiz beslenme alışkanlıkları, özellikle ekran bağımlılığıyla karakterize hareketsiz yaşam tarzı ve sosyoekonomik eşitsizlikler gibi çevresel etkilerin her birinin, çocukluk çağı obezitesinin tüm dünyada yaygınlaşmasına belli oranlarda katkısı olduğu vurgulanmaktadır.
Hareket eğitimi, bir çocuğun genel gelişiminde fiziksel aktivite ve hareketin önemini vurgulayan bütünsel bir yaklaşımı ifade etmektedir. Hareket eğitiminde temel olarak, geleneksel beden eğitimi derslerinin ötesine geçerek hareket yeterliliğine, beceri geliştirmeye ve aktif bir yaşam tarzını teşvik etmeye odaklanmaktadır ve hareket eğitimiyle çocukların daha sağlıklı seçimler yapmasını ve sağlıklı bir kiloyu korumasını ve fiziksel aktiviteye ömür boyu sürecek bir sevgi ve alışkanlık aşılamayı amaçlanmaktadır.
Çok sayıda çalışmada, hareket eğitiminin ders
Sağlıklı yaşlanma kavramının, yaşlılıkta metabolik ve fizyolojik fonksiyonların düzenli çalışmasını ve işlevsel yetenekleri geliştirme ve sürdürme sürecini kapsadığı bilinmektedir. Bu kavram, sağlıklı ve uzun için ömür için çok önemli bir koşul olarak kabul edilmelidir. Bilindiği gibi, sağlıklı yaşlanma kavramı yalnızca hastalığın yokluğunu değil aynı zamanda fiziksel, zihinsel ve sosyal sağlığın korunmasını da vurgulamaktadır. Sağlıklı yaşlanma sürecinde özellikle fiziksel aktivite olmak üzere yaşam tarzı faktörlerinin obezitenin olumsuz etkilerini azaltmada ve sağlıklı yaşlanma konusundaki kritik rolünü dikkate almak önem taşımaktadır. Düzenli egzersizin, yaşlanan dünya nüfusunun sağlığını korumak ve karşı karşıya kalabilecekleri olası kronik hastalıkları önleyebilmek için bir temel taşı olabileceği öne sürülmektedir.
Son yıllarda, obezitenin özellikle yaşlı nüfusta küresel bir yaygınlık eğilimi içinde olması, halk sağlığı açısından kritik bir gelişme olarak algılanmaktadır. Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde; aşırı yağ birikimiyle karakterize edilen ve sağlık riskleri oluşturan obezitenin, genetik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşiminin sonucu olduğu konusunda yaygın bir fikir birlikteliğine ulaşılmıştır. Obezitenin etkilerinin fiziksel sağlığın ötesine uzandığını ve çocuklar ve ergenler de dâhil olmak üzere tüm yaş gruplarında psikolojik ve sosyal refahı etkilediğini dikkate almak halk sağlığı açısından büyük önem taşıdığı vurgulanmaktadır. Dünya bu büyüyen obezite ve aşırı kilo problemi için çözüm yöntemlerini gündeme hayata geçirirken, obezitenin, sağlıklı yaşlanma
Son yıllarda sağlıklı yaşam üzerinde yapılan birçok araştırma, obezite genetiği, metabolik sağlık ve genel yaşam kalitesi arasındaki karmaşık ilişkiyi daha derinlemesine anlamaya yönelik olarak gelişim göstermektedir. Bu çalışmaların çoğu, obeziteye yatkın bireylerde enerji dengesi ve yağ dağılımını önemli ölçüde etkilediği bilinen genlerin kendi aralarındaki karmaşık etkileşimini göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu alandaki klinik araştırmalarda, insülin duyarlılığı ve lipid (kan yağları) profilleriyle karakterize edilen metabolik sağlığın, psikolojik sağlık ve sosyal etkileşimler de dâhil olmak üzere sağlıklı yaşamın çeşitli yönlerini nasıl etkilediğini araştırılmaktadır. Obezitenin hem tek başına hem de neden olduğu birçok metabolik hastalıkla birlikte görülen kronik bir sağlık sorunu olduğu bilinmekte olduğu için, özellikle yaşlı sağlığı açısından yaşam standartlarının normale döndürülmesi için önlenmesi ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Yaşlılarda daha ciddi sağlık riskleri yaratması muhtemel olan obezite sorununa bu açıdan bakıldığında, sağlıklı, dengeli beslenme ve düzenli fiziksel aktiviteyle sağlanacak olan kilo kontrolünün, obezitenin önlenmesi ve tedavisinde obezite tedavisinin şansını en üst düzeye çıkarabileceği konusunda farkındalık artmaktadır. Beslenme tarzını da araştıran çalışmalarda, tam gıdalar açısından zengin beslenme kalıpları ve düzenli fiziksel aktivite gibi yaşam tarzı faktörlerinin obeziteyle ilişkili genlerin fizyolojik etkilerini düzenlemede ve metabolik sağlık sonuçlarını olumlu yönde etkilemede önemli olduğu vurgulanmaktadır.