Sayfa Yükleniyor...
TBMM Başkanlığı’na sunulan yasa teklifine göre, kredi kartı limiti 100 bin lira üzerinde olanlardan yıllık 750 lira “Savunma Sanayii Fon Payı” kesilmesi öngörülüyor.
Etkisini kaybetse de bir zamanlar çok fazla dile getirilen 3 çocuk önerisi ne ölçüde gerçekleşmiş? Türkiye nüfusu yaş ortalamalarına göre ne ölçüde değişiyor? İvme nereye gidiyor? Merak edip şöyle bir verilere göz attım. Bu konu da TÜİK’in açıkladığı bir veri var.
Sahiden biz neyi tartışıyoruz? Merkez Bankası Para Politikası Kurulu 6. Defa üst üste faiz oranlarında değişikliğe gitmeyerek 1 haftalık vadeli repo faiz oranını yüzde 50 oranında sabit bıraktı.
Faizler yükselirse TL mevduatı olanlar faizden kazanacak. Faizler düşerse parası olanlar yatırıma yönelip yatırımlarından kazanacak. Ticaret yapacak, taşınmaz alacak, hisse senedi, döviz vb. yatırımlar yapacak. Parası olmayanlar için açıklanacak bir veri yok mu? Var aslında. Gini katsayısı.
‘Gini katsayısı, bir ulus ya da bir sosyal grup içindeki gelir eşitsizliği veya servet eşitsizliğini temsil etmeyi amaçlayan bir istatistiksel dağılım ölçüsüdür.’ Sıfıra yaklaştıkça gelir adaleti düzelir, 1’e yaklaştıkça gelir adaleti bozulur. Gini katsayısı sıfır olan bir toplumda (tabii bu mümkün değil) herkes aynı gelire sahiptir. Türkiye’nin son dönemde yaşadığı toplumsal travmanın temelini oluşturan büyüyen ama paylaşımda adaletli olmayan ekonomisini, Gini katsayısı penceresinden bakarak daha iyi anlayabiliriz. TÜİK’in 2023 yılında açıkladığı orana göre Türkiye de gelir adaletinde bozulma istikrarlı şekilde devam etmekte. TÜİK açıklamasını olduğu gibi paylaşıyorum. “En son yapılan araştırma sonuçlarına göre Gini katsayısı bir önceki yıla göre 0,018 puan artış ile 0,433 olarak tahmin edildi. Tüm sosyal transferler hariç tutulduğunda Gini katsayısı 0,520, emekli ve dul yetim maaşı dahil diğer tüm sosyal transfer gelirleri hariç tutulduğunda ise 0,445 olarak tahmin edildi.” (TÜİK.GOV.TR)
Türkiye uzun yıllardır içinde bulunduğu faiz, enflasyon, kur üçgeninden çıkmanın yollarını ararken ben de bu hafta teorik bilgiler yerine pratik bir konu üzerinden haftalık yazımın konusunu belirledim.
Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın 2024 yılının 3. Enflasyon Raporu Toplantısında Basın Mensuplarına yapmış olduğu sunum raporunu okuduğumda, aklıma gelen bu haftaki yazımın başlığı oldu. Toplantıda enflasyon beklentisiyle ilgili değişikliğe gidilmediği belirtilirken, daha önce de belirtilen yüzde 38 yılsonu enflasyon beklentisi sabit tutuldu. Üçüncü çeyrek ortalama aylık enflasyon beklentisi yüzde 2,5 yılın son çeyreğinde ortalama aylık enflasyon beklentisi ise yüzde 1,5 olarak açıklandı. Merkez Bankası tahmin aralığını ise yüzde 34-42 arasında olduğunu belirtti. Yüzde 34 ve yüzde42 arasındaki fark onlarca ülkenin yıllık enflasyonu iken 8 puanlık fark, bizdeki yaklaşık değer aralığı. Yüzde 50 faiz oranı ile bile, yüzde 38 senelik beklenen enflasyon hedefinin gerçekleşmeyeceğini kurul da fark etmiş ki beklenti aralığını yüzde 34 ile yüzde 42 aralığında tutmuş olmalı. Raporda zamanında öve öve bitirilemeyen Kur Korumalı Mevduattan çıkış oranının yükseldiğinden de bahsedilerek, Kur Korumalı Mevduatın, toplam mevduat oranının sadece yüzde 11’i olduğu belirtilmiştir. Bana en ilginç gelen ise orta vadede senelik enflasyon hedefinin yüzde 5 olması. Yıllardan beri yüzde 5 ile sabit tutulan orta vadeli enflasyon hedefi ülkemizde en son ne zaman gerçekleşti diye şöyle bir baktım. Türkiye de yüzde 5 ya da daha düşük oranda senelik enflasyonun görüldüğü en yakın tarih 1968 senesi. Yine de ısrarla, son sunum da dahil yüzde 5 de ısrar ediliyor.
TÜRK-İŞ’in her ay yayımladığı açlık ve yoksulluk sınırı raporuna göre, ülkemizde 4 kişilik bir ailenin sadece gıda ihtiyacı için harcama yapması gereken tutar yani açlık sınırı 19 bin 234 TL. Yine aynı 4 kişilik ailenin gıda harcaması ile giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise yani yoksulluk sınırı 62.652 TL. Uzun yıllardır TÜRK-İŞ’in raporları ile reelde elde edilen gelir arasında ciddi makas olduğu görülmektedir. Her geçen gün gelişmekte olan bir ülke olmanın bedeli vatandaşlara daha fazla hissettirilmekte. Sahi Türkiye kaç yıldır gelişmekte olan ülke statüsünde? Ben kendimi bildim bileli gelişiyoruz. Acaba gelişimin hangi evresindeyiz?Gerçi ülkede belirli bir kesim gelişti. Gelişemeyen, toplumun büyük kısmını oluşturanlar, dolaylı vergilerle ekonomiyi ayakta tutanlar. Biz kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkemiz risk primine yaptıkları olumlu eleştiriler ve puanlarla övüneduralım, ülkede açlık sınırı asgari ücretten yüksek! Henüz yılın 8. ayındayız. Günümüzde kadınların istihdama katkıları çok daha ciddi boyutta hissedilmekte ancak X kuşağı (1965-1979) ve Baby Boomers kuşağı (1946-1964) olarak adlandırılan toplumun en yaşlı kesimini oluşturanlarda, kadınların çalışma ve dolayısıyla emekli olma oranı çok daha düşük seviyelerde. Bu da en düşük emekli maaşını 12.500 TL yapmakla övünenlerin, ülkede ki en yaşlı kesimi, çocuklarının yardımına muhtaç
Para Politikası Kurulu (PPK) 24 Temmuz 2024 tarihli toplantı sonucunda, piyasa beklentisine paralel politika faizini yüzde 50 seviyesinde sabit bıraktı. Kurul yaptığı açıklamada; “Aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir. Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır” diye belirtmiştir.
Bir süredir Merkez Bankası yüksek enflasyona paralel, yüksek faiz politikası ile uzun zamandır değersizleşen Türk Lirasının değerini dengeleme çabası içerisinde, rasyonel bir tutum sergilemektedir. Görüldüğü üzere herhangi bir baskı olmadığı zaman Merkez Bankası da rasyonel kararlar alıp uygulayabilmekte. Zaten kurul açıklamasında 1 haftalık vadeli repo faizini yüzde 50 oranında sabit tutmasına rağmen gerektiğinde bu oranın yükseltileceğini, bu konuda tereddüt edilmeyeceğini belirtip şahin bir duruş sergilemiştir. Aslına bakarsanız pandeminin etkisini kaybetmeye başladığı günlerde bu politika izlenseydi, bugün Türk halkı olarak, bu kadar ciddi sıkıntılar çekmezdik. Dünya da faiz yükseltilirken biz faiz düşürdük, şimdi dünya da faiz indirimleri yapılırken biz faiz yükseltiyoruz. İsteyerek ya da istemeden, her şekilde zenginlerin daha fazla zenginleşeceği bir politika izlendi. Düşük faiz yüksek enflasyon döneminde, taşınmazları değerlenen kaymak tabakanın, şimdilerde yüksek faiz sayesinde (kurun da enflasyon oranına paralel yükselmemesi ile) döviz bazında zenginliklerine zenginlik katıyorlar.
Geçtiğimiz hafta İzmir de akıl almaz bir olay yaşandı. 2 kişi yağan yağmurdan göl olmuş bir yoldan karşıya geçerken yüzeye çıkmış elektrik tellerine basıp feci şekilde can verdi.
İzmir de bir yerel gazete olduğumuz ve ağırlıklı okurlarımızın şehrimizden olduğu düşünüldüğünde, bu sokaktan her birimizin defalarca geçmesi çok olası. Burası herhangi bir sokak değil, Gündoğdu Meydanı’ndaki İskele ile Kıbrıs Şehitler Caddesi’nin tam arasında. İzmir’in kalbinde bir yer.
İnsan hayatının bu kadar ucuzladığı bir dönemde yaşamanın bedelini, iki genç arkadaşımız verdi. Arkasından kurumlar birbirlerini suçladı. Belediye başkanı bu bir cinayet derken çözemediğim bir şekilde gülümsedi. Kafasının karışıklığı beden diline yansımıştı. ‘Buradan kurumumuza bir zarar gelir mi’ düşüncesi, saatler önce ölen iki gençten daha öncelikliydi sanki. Neresinden bakarsanız bakın, neresinden tutmaya çalışırsanız çalışın ülke de işler yolunda değil. Bizi yönetenler ile yönetmek isteyenler, George Orwell’in 1984 kitabındaki ‘Big Brother’ gibi birbirleri ile yarışıp, koca bir ülkeyi birbirlerinden daha kötü yönetmeye aday gibi. İzmir’i 21 yıldır aynı siyasi parti yönetmekte ve şehirdeki altyapı ve üstyapı problemleri saymakla bitmez. Ben 23 yıldır İzmir’deyim ve 8 yaşında geldiğim bu şehirde 23 yılda o kadar az değişiklik oldu ki… Gerçekten inanılmaz. Sahipsiz bir ülkenin sahipsiz bir şehrinde yaşıyor gibiyiz. Bir tarafta 23 yıldır, bir pergel ile
Yaşam maliyetlerinin sürekli arttığı, gelir adaletinin uzun zamandır bozulduğu, yaşamanın her geçen gün biraz daha zorlaştığı güzel ülkemizde, temmuz ayının gelmesiyle memur ve emeklilerin 6 aylık enflasyona paralel zam oranları da belli oldu. Buna göre memur ve memur emeklileri yüzde 19.3, SSK ve BAĞ-KUR emeklileri ise yüzde 24.73 zam alacaklar. Ülkede üretime esas katkıyı yapan çalışanlara ise genel manada bir fiyat iyileştirmesi yapılmış değil. Deyim yerindeyse iğneden ipliğe kadar aklımıza gelen gelebilecek olan her şeye zam yapılırken, fiyat stabilizasyonunu sağlama görevi yine üretenlere düştü. Ülkemizdeki para arzını çalışanlar üzerinden kısacaklarmış. Seçim kazanmak için iktidar ve muhalefetin, popülist söylemler ve baskılarla emekli ettikleri yaklaşık 2 milyon kişinin, maaşına kaynak ayırırken düşünülmeyen fiyat stabilizasyonunu emek sağlayacakmış.
Kur Korumalı Mevduat ile manipüle edilen, seçim zamanı baskılanan döviz, ekonomi yönetimine Mehmet Şimşek’in gelmesi ve Merkez Bankasının da bir süredir para politikasında değişikliğe gidip sıkılaştırıcı para politika normlarını uygulamasıyla, döviz bazında da dünyanın en pahalı ülkelerinden birisi olduk. Döviz bazında dünya da en fazla enflasyona sahip ülkelerden birisi olduk. Böyle bir perspektifte, birçoğu vergi dilimine de girecek olması sebebiyle gelir kaybı yaşayacak ücretli çalışanların, yılın ikinci yarısı için en azından 6 aylık enflasyon oranı kadar bile olsa, bir iyileştirmeye ihtiyacı yok mu?
21.yy.’da insanlar
Merkez Bankası son Para Politikası Kurulu toplantısından 200 baz puanlık faiz indirimi kararının çıkmasından sonra 9.20 seviyesinde olan dolar/tl kuru 9.85 seviyesine yükselerek tarihi bir zirve daha yaptı. Sterlinin 13.54, Euro’nun 11.47 seviyelerine geldiğinden bahsetmemize gerek bile yok!
Aralık 2019’da Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan koronavirüs salgını, Mart 2020’de Türkiye’de de
Geçtiğimiz günlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2021 yılı için oy çokluğu ile belirlediği asgari ücreti açıkladı. 2021 yılı için en düşük asgari ücret AGİ dahil 2825 lira 90 kuruş.
CAATSA yaptırımları, ABD Kongresi tarafından, 2017 yılında ABD’nin Hasımlarıyla Mücadele Etme Yasası olarak açıklanan, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye uygulanacağını öğrendiğimiz bir dizi yaptırım maddesidir.
12 maddeden oluşan bu yaptırımlardan beşi Amerikan Başkanı tarafından seçilip uygulanıyor. Yaptırımlar, sadece yaptırıma konu olan gerekçenin ortadan kaldırılmasıyla birlikte başkan tarafından iptal edilebiliyor. Şimdiye kadar Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore’ye uygulanan bu yaptırımlar ilk defa bir NATO ülkesine uygulanmaya başladı.
Türkiye uzun yıllar ABD’den talep edip alamadığı Patriot hava savunma sistemini, s-400 hava savunma sistemi ile ikame etmeye karar verip ilk siparişi verince, ABD ile ilişkiler gerilmeye başladı. Türkiye’nin, Obama döneminden bu yana, Patriot hava savunma sistemi taleplerinin olduğunu ancak bu talebin kabul görmemesi gerekçesi ile s-400 hava savunma sisteminin alınmasına karar verildiğini, eğer verilecekse Patriot hava savunma sistemini de satın almak istediklerini devletin en üst düzey yetkilileri tarafından açıklandı. Türkiye’nin Rusya’dan talep ettiği s-400 hava savunma sisteminin Türkiye’ye teslimiyle şiddetlenen Türkiye ABD ilişkileri Türkiye’nin hava savunma sisteminin aktifleştirilip test edilmesiyle, ileri bir boyuta taşındı. Bu boyut ilk defa bir NATO ülkesine cılız da olsa bir yaptırımın uygulanmasıydı.
Türkiye, Ortadoğu da etrafı ateş çemberiyle sarılı, jeopolitik riskleri yüksek olan bir ülke. Suriye
Merkez Bankası Para Politikaları Kurulu, 19 Kasım 2020 tarihindeki olağan toplantısında beklenildiği üzere faizlerde 475 puanlık bir artışa gitti. Yapılan açıklamada bir takım reformlar yapılarak serbest piyasada fiyat istikrarının sağlanması adına gerekli adımların atılacağına dair söylemlerde bulunuldu.
“Dolar, gördüğü yeri unutmaz.’’ Hepimiz en az bir defa duymuşuzdur bu sözü. Tabii gelişmekte olan bir ülke olduğumuz, genelde çift hanelerde dolaşan yıllık enflasyon oranlarımız ve öngörülemeyen gelişmeleri sıkça yaşadığımız da göz önüne alındığında, bu sözün çok da aydınlatıcı bir tarafının olmadığı açık. Dolar geldiği yeri unutmaz, evet ama gördüğü değeri bir daha görmesi ne kadar zaman alır?
İşte üzerine düşünülmesi gereken de tam olarak bu.
2018 yılında yaşanan Rahip Brunson krizi ile başlayan ve o günlerde, 7.23 seviyesini test eden dolar/TL daha sonra Rahibin serbest kalması ve Merkez Bankasının ciddi faiz artırımları sonucu 5.15 seviyesine kadar gerilemişti. Ağustos 2018’de yaşadığımız kur krizinden yaklaşık 2 yıl sonra, dolar, yeniden 7.23 seviyesine ulaştı ve 8.58 seviyesine kadar yükselmeye devam etti. Şimdi yeniden Merkez Bankası 425 baz puan faiz artışına giderek doların ateşini bir nebze de olsa azaltmayı başardı.
Toplumda oluşan ‘döviz, altın iyice değer kaybetti, yükselir’ bakış açısını kırmak adına yazdığım bu yazıda, küçük yatırımcının elindeki birikimi koruması adına bu uyarıları yapmayı önemli buluyorum. Profesyonel yatırımcılar, döviz ve altındaki düşüş trendini görüp sermayelerini TL
Ülkemiz bir süredir ekonomik bir durgunluğun içerisinde. Bu durgunluğu işsizlik rakamlarıyla, kişi başına düşen milli gelirle, enflasyonla, daralan sektörlerle desteklememiz mümkün.
Bu hafta ekonomik durgunluğun topluma yansımasındaki şiddet kaybının arkasındaki bazı nedenlerden bahsedeceğim.
Türkiye de hali hazırda iş aramayan ancak çalışmaya hazır olan, iş arayan çalışmaya hazır olan, iş arasam da bulamam diyerek iş aramaktan umudunu kesenlerin toplam sayısı yaklaşık 7 milyon. Bu insanların büyük bir bölümü 30 yaşının altında. TÜİK verilerini de incelediğimizde 15 – 24 yaş arası genç işsizlik, genel işsizlik oranından bir hayli yüksek.
Bu yüksek işsizlik tabanında evlenmek bir hayli zor olabiliyor. Bugün en sıradan düğün için tarafların gözden çıkarmaları gereken miktar 100 bin TL. Yüksek öğrenimini yeni bitirmiş, ilgili kamu kurumlarına yaklaşık 30 bin lira öğrenim kredisi borcu olan gençler, birde iş bulamazlarken 100 bin TL daha ödeyip evlenmeyi göze alamıyorlar.
Ekonomik durgunluk ilk evlenme yaşını artırıyor.
TÜİK verileri de bu tespiti destekliyor.
Ülkemizde her geçen yıl ilk evlilik yaşı kadınlar ve erkeklerde ayrı ayrı yükseliyor. TÜİK verilerine göre 2001 yılında kadınlarda ilk evlilik yaşı 22.7, 2009 yılında
Suriye’de terörist rejim askerlerimizi şehit etti.
9 senedir süren Suriye iç savaşında, başından beri bölgede doğal kaynak peşinde olmayan, Suriye sınırları içerisinde yaşayan muhalif nüfusa ve ülkesindeki 4 milyonu aşkın mülteciye güvenli bölge amacıyla bölgede faaliyet gösteren ülkemiz, alçak rejimin alçak saldırısı sonucu şehitler verdi.
Başından beri yaptığı anlaşmalara uyan, mutabakatlara uygun hareket etmesine rağmen bölgede yalnızlaştırılan bir ülke olduk. Bölgede haklı olanlar bir türlü güçlü olamadı.
Verdikleri sözü tutmayanlar, petrolü sevenler, ülkelerine mülteci girmesin diye Türkiye’nin defalarca kapısını çalan ikiyüzlülere verilecek bir cevap olmalı.
Terörist rejime çok sert yanıt verilirken, alınan kararla Avrupa’ya gitmek isteyen sığınmacılara artık dokunulmayacak.
Başka devletlerin Suriye politikasını bilmiyorum ancak Türkiye’nin Suriye politikası bundan sonra bambaşka olacak.
Ülkemin yönetimine açık çağrımdır; Ne olacaksa olacak! Her gün öleceğimize bir gün ölelim. Dedelerimizle yeterince övündük.
Şimdi sıra bizde!
Ve diyorum ki;
Yıkılasın Suriye, enkazını göreyim. Sana devlet diyenin yüzüne tüküreyim.
Devletim milletini, milletim devletini sahipsiz bırakmayacaktır.
İlk olarak Çin’de görülen ve tedavisi henüz belirlenemeyen koronavirüsün etkisiyle güvenli liman olan altın ve dünyada en fazla saklanan rezerv para birimi olan dolar bu hafta global risk iştahının azalmasıyla yükseliş trendlerini sürdürüyorlar.
Gram altın 24 Şubat 2020 tarihinde, bu zamana kadar ki en yüksek seviyesi olan 333 lira olarak fiyatlandı. Daha sonra 325 lira da dengelendi. Dolar ise 6.15 seviyesini görerek son 9 aydaki en yüksek güniçi seviyeyi gördü.
Altın ve dolardaki yükselişin ana nedeni ise koronavirüs. Çin’de ortaya çıkan virüs, tüm dünyada, özellikle de sermaye tarafında bir panik havası yarattı. Türkiye’nin de içerisinde olduğu bazı ülkeler, sınır kapılarını, virüs teşhisi konulan, can kayıpları yaşanan ülkelere geçici olarak kapatmaya, virüsün görüldüğü ülkelere uçuşları durdurmaya başladı. Virüsün görüldüğü ülkelerde özellikle de Çin’de, yaşam olumsuz etkilenerek, insanların hayatı günlük olağan şeklinde yaşayamamalarına neden olmakta, bu da talep de ciddi azalmaları meydana getirmekte. Azalan talep, ticareti olumsuz etkilemekte ve küreselleşen dünya da herkes az da olsa bu belirsizlikten payına düşeni almaktadır. Hani derler ya okyanusun ötesindeki bir kelebeğin kanat çırpması dünyanın öbür ucunda fırtınaya neden olur diye, işte aynen öyle. Puslu bir havada yola çıkarsanız aracı nasıl kullanırsınız? Temkinli kullanırsınız. Çünkü
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Para Politikası Kurulu (PPK) 19 Şubat 2020 tarihinde yaptığı olağan aylık toplantı sonucu beklentilere paralel 1 haftalık vadeli repo faiz oranını 50 baz puan düşürerek yüzde 11.25’den, yüzde 10.75 seviyesine indirdi. Kurul yaptığı açıklamada iktisadi verilerde toparlanma sinyalleri alındığı, küresel enflasyonun hedeflenen seviyelerin altında olduğu ve bu nedenle de gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikalarını genişleyici yönde sürdürecekleri beklentisinin güçlendiğini, enflasyon başta olmak üzere makroekonomik göstergelerdeki iyileşme ve ülke risk primindeki düşüşü desteklediğini, enflasyondaki seyrin yılsonu tahmini ile büyük ölçüde uyumlu olacağını öngörmüş ve faizlerde 50 baz puanlık indirime gidildiğini belirtmiştir.
Ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik riskler, artan işsizlik, talepteki durgunluğa rağmen, Merkez Bankasının faizi yüzde 24 gibi yüksek bir seviyeden yüzde10’lar seviyesine, 6 ay gibi bir süre de getirmesi gerçekten bir başarı. Bu arada içeride bu durumlar yaşanırken, dolarizasyonun yüksek olduğu ülkemiz için ABD verileri de bir hayli önemliyken, ABD ‘den gelen güçlü iktisadi verilere rağmen faizlerdeki bu indirimler, indirimlere rağmen kurlardaki stabilizasyonun sağlanmış olması takdir edilesi bir durum olarak görmekteyim.
Gördüğüm kadarıyla, yapılmaya çalışılan, piyasalarda bir süredir istenilen seviyenin altında olan talebi canlandırmak. Ancak talep ve enflasyon birbirine paralel iki kardeş gibidirler. Biri artarken diğeri de artar. Biri düşerse diğeri de düşer. Türkiye’de
Suriye’de rejim, bir süredir SOÇİ mutabakatına aykırı olarak İdlib’de ilerleyişini sürdürüyor. Türkiye’nin en az 10 gözlem noktasını geçen Rejim güçleri, Türkiye sınırına doğru ilerleyerek tüm İdlib’i kontrol altına almaya çalışıyor. Peki ama birden ne oldu?
Resme daha büyük açıdan bakmamız gerektiği kanaatindeyim çünkü Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz yataklarının olması işleri içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Ne olmuştu önce bir hatırlayalım.
Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz kaynaklarından haklı olarak hak ettiği payı almaya çalışan Türkiye, Libya ile bir mutabakat imzalamıştı. Buna göre Libya ve Türkiye denizden kıta sahanlıklarını birleştirerek Doğu Akdeniz’de kimsenin beklemediği bir adım atmıştı. Libya’da ki iç savaşta paralı askerleri ile meşru Libya hükümeti ordusu ile savaşan Hafter, Rusya ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından daha fazla desteklenmişti. Tam Libya’ya Özgür Suriye Ordusu askerlerinin bir kısmının gönderileceği iddiası var iken, Suriye’de rejim saldırıları şiddetini artırdı. Diğer taraftan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti toprakları içerisinde bulunan 1974 yılında kapatılan turizm cenneti olan Kapalı Maraş’ın açılmasına karar verilmiş, Güney Kıbrıs Rum yönetimi buna karşılık olarak, gerekirse Türkiye ile savaşacaklarını söylemişti.
Bu üç farklı gelişme aslında tek bir noktada birleşiyor. Doğu Akdeniz’de güç dengesi sağlama çabaları. Libya’da Suriye’de Kıbrıs’ta aynı güç odaklarıyla mücadele ediyoruz. O güç odakları da
Türkiye İstatistik Kurumu 10 Şubat Pazartesi günü 2019 Kasım ayına ilişkin iş gücü istatistiklerini açıkladı. Rakamlara bir göz atmadan önce TÜİK’in işsiz tanımını bir hatırlayalım.
Son dört hafta içerisinde iş bulma kanallarından birine başvurmuş, en fazla 2 hafta içinde iş başı yapabilecek, herhangi bir işletme ya da işyeri ile bağı olmayan kişiler TÜİK raporlarında işsiz olarak yer alır.
Son açıklanan rakamlara göre, 15 yaş ve daha yukarı yaşta olup, son 4 hafta içerisinde iş bulma kanallarından en az birine başvuran ve 2 hafta içerisinde çalışmaya hazır işsiz sayısı 4 milyon 308 bin kişi oldu. Toplam işgücünün 32 milyon 407 bin kişi olduğu ve toplam işgücünün içerisindeki resmi işsiz tanımına uyanların oranı %13,3 oldu. İşsizlik oranı geçtiğimiz yılın aynı ayına göre %1 artış kaydederken çalışanların sektörel dağılımında ki en önemli kaybın ise inşaat sektöründe olduğu gözlemlendi.
Şimdi yine TÜİK verileri ile geniş tabanlı işsizlik rakamlarına bakalım. Tüik verilerine göre Türkiye de son dört haftadan daha uzun süredir iş arayan, iş aramayıp çalışmaya hazır olan, iş bulma ümidi olmayanların toplam sayısı 2 milyon 941 bin kişi. Türkiye de sadece 715 bin kişi iş aramaktan ümidini kesmiş durumda. (Verilerin tamamı ilgili TÜİK istatistiklerinden alınıp derlenmiştir.)
Bu verilerden hareketle geniş
Adem Yarıcı, Hatay’da valilik binasının önünde kendini yaktı, hayatını kaybetti. 3 çocuk babası olan Adem Yarıcı’nın, uzun süredir iş bulamadığı ve çocuklarım aç diyerek kendini yaktığı öğrenildi.
Bu acı kaybın sonrasında ise iki ideolojik taraf ortaya çıktı. Birinci taraf Adem Yarıcı’nın psikolojik sorunları olduğunu öne sürerken, ikinci taraf bu intiharın, ülkenin kötü yönetilmesinin, ekonomik krizin yansıması olduğu görüşünde.
Şimdi taraf olmayan bertaraf olur düşüncesinden uzak bir şekilde, tarafların bakış açılarını irdeleyelim.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Adem Yarıcı’nın psikolojik sorunları olduğu ortada. Psikolojik sorunları olmayan kimse, kendi üzerine benzin döküp yakmaz, yakamaz. Çünkü bu, insan yaratılışına aykırı bir eylem. Psikolojik sorunları olsa bile Adem Yarıcı kendisini valilik binasının önünde yakacak kadar bilinçli. Bu da vermek istediği bir mesaj olduğunu destekliyor. Yaptığı eylemin bedelini canıyla ödediği, blöf olmayan, yüzde 100 bir eylem. Olanın olduğu, ölenin öldüğüyle kaldığı bir eylem.
İdeolojik taraflardan diğerinin eleştirdiği konuya gelirsek; Hani ülke kötü yönetiliyor, intiharın sebebi ekonomik kriz diyenlere; Ülke sınırları içerisinde her birey birbirinden sorumludur. Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde bir insan açlıktan
Türkiye bir süre önce Doğu Akdeniz’de, çıkarları doğrultusunda Libya ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma uluslararası camiada Türkiye’nin hakkını gasp etmek isteyen ülkeler başta olmak üzere büyük ses getirdi. Şimdi öncelikle daha iyi anlaşılması için Doğu Akdeniz’de neler oluyor, Türkiye Libya ile neden bir anlaşma yapma gereksinimi duydu ona bakalım;
Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz rezervleri olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Bu kaynağı, uluslararası hukuka uygun olarak, bölge ülkeleri aralarında anlaşarak, paylaşmak zorunda. Bölge ülkelerinden İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan başta olmak üzere aralarında anlaşıp Doğu Akdeniz’de zengin enerji kaynakları ararlarken, Kuzey Kıbrıs’ı uluslararası tanınırlığı olmadığı bahanesiyle (Türkiye dışında herhangi bir ülke tanımıyor), Türkiye’yi de Yunan adalarının kıta sahanlığını gerekçe göstererek, masanın dışında tutma gayreti içerisindeler. Buna, Doğu Akdeniz’de en fazla kara sınırı bulunan ülke olan Türkiye, Libya ile bir mutabakat imzalayarak cevap verdi. Buna göre Libya kıta sahanlığı ile Türkiye kıta sahanlığı birleştirildi. Türkiye bu hamle ile Doğu Akdeniz’de, Libya ile arasına görünmez bir set çekti. Anlaşma sayesinde bölgede Türkiye’nin onayı olmadan bir anlaşmanın yapılamayacağı herkesçe anlaşıldı.
Bu gelişme sonrasında uluslararası toplumların meşru olarak tanıdıkları Libya hükümetine karşı Libya’da yıllardır meşru hükümet ile savaşan Hafter milislerine verilen destek, bölge ülkelerince artırıldı. Türkiye’nin anlaşma yaptığı
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, Merkez Bankası Başkanlığına yeni atanan Murat Uysal başkanlığında ilk toplantısını yaptı. Toplantıdan beklendiği üzere faiz oranlarının düşürülmesi kararı çıktı.
Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 24’ten yüzde 19,75’e indirilmesine karar verdi. Karara gerekçe olarak enflasyon oranlarındaki iyileşme ve bir süredir sıkılaştırma politikası izleyen gelişmiş ülke ekonomilerinin genişleme politikasına geçeceği algısının giderek artmasını gösterdi.
Öncelikle bu kararın ülkemize faydalı olmasını umuyorum ancak,
Faizlerin yüzde 24 olduğu bir ekonomide, toplam mevduatların neredeyse yarısı döviz cinsi olarak ikame edilirken, yüzde 4.25’lik faiz indirimi ile birlikte TL mevduatlarında azalış yönünde, döviz cinsi mevduatlarda ise artış yönlü bir hareketlenme bekliyorum. Türkiye’de kırılması gereken algı, dövizin her zaman kazandıracağı algısıdır. Bu algının kırılması için elbette dövizin her zaman kazandırmaması gerekiyor. Maalesef uzun vadede hep kazandırmıştır.
İktisadın önemli aktörlerinden John Maynard Keynes’e göre, insanlar tasarruflarını en iyi nasıl değerlendirebilecekleri beklentisine göre pozisyon alırlar. Buna spekülatif talep denir ve faiz oranlarından etkilenir. Kişiler faiz, enflasyon, kur sarmalı içerisinde kendi yarınları için en yararlı buldukları pozisyonu alırlar.
İnsanlarımız o kadar kısa süre aralarla ekonomik krizler görmüşler ki herkes potansiyel ekonomist. İşte o potansiyel ekonomistler diyorlar ki; ‘’Enflasyon oranı inandırıcı değil. O