Sayfa Yükleniyor...
Ne diyeceğimi, ne yazacağımı ilk defa bilmiyorum. Oysa ben kelimeler ile oynadığımı, kendimi tutamayıp uzun uzun, sayfalarca yazı yazdığımı bilirim.
Ama bu gün ilk defa ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilmiyorum.
Sadece bu resme bakıyorum.
“Bu ben de olabilirdim” diyorum kendi kendime. İçimi bir öfke kaplıyor, yumruklarımı sıkıyorum, tırnaklarım derime batarken dilime bir şeyler geliyor ama yazılacak şeyler değil!
İlk defa susuyorum.
Tıpkı benim gibi şu anki pozisyonunu, kazandığı parayı, gelecekte kazanacaklarını kaybetmekten korktuğu için susan, olanları görmezden gelmeyi tercih eden birçok meslektaşım gibi... Herkese de haksızlık etmeyeyim; bazıları “Yeter artık!” “Sağlıkta şiddete son” “Bu son olsun!” diye bir iki paylaşım yapıp kendini bir şeyler yaptığına ikna edecek.
Saldırıya uğrayan doktorların mensup olduğu meslek derneği ‘Şiddet ve Kınama’ başlığı ile “Sivas ve İstanbul’da meslektaşlarımıza yapılan saldırıyı lanetliyor; sağlık çalışanlarına yönelik şiddete karşı daha etkili önlemlerin bir an önce hayata geçirilmesi umuduyla kendilerine acil şifalar diliyoruz” diyecekler o kadar!
Eee peki lanetleyince geçiyor mu? Hayır.
‘Uzun zamandır neden yazmıyorsun?’ diye sordu bir arkadaşım.
‘Kafamda başka meseleler var ve yazmaya yoğunlaşamıyorum’ dedim.
‘Hayrola?’ dedi.
Size şimdi anlatacağım şeyi ona da anlattım.
Her genç kızın pembe panjurlu bir evde yaşama hayali gibi benim de emekli olunca yerleşmeyi düşündüğüm bir yer ve ahşap ev hayalim vardı. Geçtiğimiz yaz daha önceden aldığım, içinde küçük eski bir taş ev olan arsama hayalimdeki gibi bir ahşap ev yaptırmaya karar verdim. Dostlardan, arkadaşlardan ve internetten bulduğumuz birkaç şirket ile gidip görüşmeler yaptık. Sonunda Güzelbahçe’de fabrikası olan ahşap ev yapan bir firma ile anlaşma imzaladık. Burada şirketin adını yazmayı gerçekten çok isterdim ama biliyorum yazı işleri müdürüm ‘Hocam şirketin adını yazamayız çünkü basın yoluyla’ diye başlayan uzun mu uzun bir cümle kuracak ve netice itibari ile o bu işlerde benden çok daha tecrübeli ve bilgili olduğu için onun dediği olacak.
O yüzden bu şirketin adını yazamıyorum.
Şiddet durup dururken gelmedi. Adım adım, gözümüzün önünde, gün gün içimize işlendi.
Önceleri sevgi için emek veren, sevdiğine bakmaya, dokunmaya kıyamayan, onun mutluluğu için bir ömür mutsuz yaşamayı sessizce kabul eden adamlar, dilenmeden, hırsızlık, namussuzluk yapmadan çalışan, alın teri ile kazandıklarını paylaşan aileler vardı.
Doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik yüceltilirdi.
‘Mafya’ ya bulaşanlar dışlanır, ‘Al o kirli paranı başına çal’ denirdi.
Fakirler gururlu, gençler saygılıydı.
Zenginler bile babacan ve mütevaziydiler.
Bizimkiler, Perihan ablalar, Kaynanalar, Yazlıkçılar, Mahallenin muhtarları vardı.
Sonra devir değişti. Önce ‘Televole’lerle değerlerin içi boşaltıldı. Sonra Deli Yürekler, Kurtlar, mafyalar silahlarıyla mahalleyi bastılar. Çiçekler yerine kurşunlar yağmaya başladı. O namuslu gençlerin yerini silah zoruyla her şeye sahip olan zorbalar aldı.
Yetmedi ‘Eşkıya’lar ‘Çukur’dan çıkıp kalan diğer yerleri de ele geçirdiler.
‘Popçu Mustafa Sandal 50 bin bakımına girmiş’ diyorlar.
Erkeğinde 50 bin bakımı olur mu demeyin, oluyormuş.
Düşük göz kapakları aldırılıyor, kaşlar kaldırılıyor, kırışıklıklara botox ve dolgu yaptırılıyor vs. vs.
Peki bütün bunlar kaç lira? Valla fiyat yazmamışlar. Bende merakta kaldım iyi mi.
****
Futbolcu Arda Turan yeni doğacak bebeğine ‘Baby Shower’ partisi düzenlemiş. Yeri geldiğinde ‘Yerli ve Milli olmak’ ile ilgili mangalda kül bırakmayan bu arkadaşa ‘Baba bu bizim hangi geleneğimizde var?’ diye sorsak ayıp olur mu?
****
Çağla Şıkel’in yıllar önce çekilen fotoğrafı sosyal medyayı sallamış.
Sosyal Medya ıvır kıvır şeylerden zaten kolaylıkla sallanıyor, onu geçelim.
Çağla hanım 17 yaşındaki resmini koymuş. Takipçiler ‘Yo hayır olamaz, bu kesinlikle sen değilsin’ demişler.
Valla
Rus DJ Smash tarafından başlatılan ‘Falling Star ( Kayan yıldız) akımında kişiler, lüks arabalardan, jumbo jetlerden, ünlü kulüplerden çıkarken düşmüş gibi yapıyorlar.
Televizyoncu Seda Sayan da Lodradaki meşhur bir Türk lokantalar zincirinin önünde sanki düşmüş gibi poz vermiş.
Akıllı kadın kayan kariyerini vediği bu pozla tekrar ayağa kaldırmayı başardı vesselam.
****
Ekonomik kriz ile boğuşan Venezuela’ın Devlet Başkanı Nicholas Maduro, borç para bulmak için gittiği Çin’den dönerken, İstanbul’da mola vermiş, o molada uğradığı ünlü bir restoran zincirinde löp löp etleri götürmüştü.
‘Filanca kişi de bizde yemek yiyor’ diye sürekli hava atma meraklısı restoran sahibi de Maduronun videosunu sosyal medyada paylaşmış. Venezualedaki muhalefet ‘halk yiyecek ekmek bulamazken Devlet başkanı sefada’ diye bu videoyu paylaşınca da olaylar çıkmış.
Maduro, mağdur edilmiş ama restoran sahibi yine bedava reklamını yapmış. Artık Venezuelalılar da Nusret’i tanıyorlar. Gerçi yemek için paraları yok ama belki bir gün
Ben bir köy ilkokulunda okudum, ortaokul ve liseyi ise semtimizdeki bir lise olan Mehmet Seyfi Eraltay Lisesinde bitirdim, doktor oldum. Sadece ben değil, benimle beraber mezun olan 24 sınıf arkadaşımdan 20 tanesi birer meslek sahibi oldular.
Normal, sıradan bir devlet okuluydu!
Üç yıl aynı pantolon, aynı gömlek ve ceketle okudum. Bizden önce okumuş komşu çocuklarından aldığımız kitaplarla idare ettik. Bazılarının sayfaları eksikti, bazı sayfalar karalanmış, bazılarında aşk şiirleri vardı.
İyi bir eğitim aldığımı düşünüyorum. Evet zaman zaman, yaramazlık yapanlar, ders çalışmayanlar, sigara içerken yakalananlar öğretmenlerimiz tarafından cezalandırıldı. Evet, bazı öğretmenler bu ‘cezalandırma’ yöntemlerinde biraz aşırıya da kaçtılar. Boşu boşuna dayak yiyenlerden biri de bendim, şimdiki gibi gözümün önünde.
Bütün yanlışlıkları, aksaklıkları yavaş yavaş düzeltip iyi giden eğitim sistemini daha iyi hale getirmek yerine, sil baştan yeni yöntemlerle, sistemlerle, çalışan bir sistem bozuldu. Öğretmenler 147 şikayet hatları ile, BİMER, CİMER gibi soruşturmalarla, ‘Öğretmen öğrencinin kulağını kızarttı’, ‘Öğretmen öğrenciyi tek ayak üstünde bekletti’, ‘Öğretmen öğrenciye bağırdı’ tarzı haberlerle bıktırıldı, bezdirildi. Öyle ki çoğu gördüğü yanlışları bile ‘bana ne
‘Batı Karadeniz’de nereyi görelim?’ diye sorduğumuz arkadaşlarımızın pek çoğu ‘Mutlaka Safranbolu’yu görün’ demişlerdi.
‘Safranbolu’nun nesi meşhur?’ dedik.
‘Gidince görürsün’ dediler.
Görmeden dönmek olmazdı.
Zonguldak’ı ana karargah olarak belirlemiştik. Yenice yolu üstünden önce Safranbolu’na doğru yola çıktık. Yenice’de Ihlamur Teras’a çıkıp muhteşem bir doğa manzarası eşliğinde çay molası verdik. Yaz günü olmasına rağmen yukarılarda serin bir hava vardı. Arapların son yıllarda Karadeniz Bölgesi’ne olan ilgisini o temiz, bol oksijenli havayı içimize çektiğimizde daha iyi kavramıştık.
Sonra tekrar yola koyulduk.
Safranbolu’ya vardığımızda bizi kötü bir sürpriz bekliyordu. Bayram tatilini fırsat bilen herkes bizim gibi oraya akmıştı. Trafik gıdım gıdım ilerliyor, vakit arabada geçiyordu. ‘Bu böyle olmayacak’ deyip aracı Safranbolu’ya gelmeden bir patikada bıraktık. Arnavut kaldırımlı sokaklarda 17.
Karadeniz gezimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. 12 saatlik yolculuktan sonra İzmir’den Zonguldak’a varmıştım.
Zonguldak deyince aklıma Uzun Mehmet ve taş kömürü gelirdi. Ben küçükken ilkokullardaki kitaplarda, askerlik yaparken yanan siyah taşı gören Uzun Mehmet’in, köyüne döndüğünde dağda benzer taşları görmesi ve Zonguldak’ta taş kömürünün keşfedilmesi ile ilgili hikaye anlatılırdı. Biz de onun gibi dağlarda siyah taşlar aramış, bulduğumuzda yanıp yanmadığını kontrol etmiştik.
Belki de bu yüzden ben hep Zonguldak’ı siyah, kara, kuru bir yer olarak hayal etmiştim. Oysa Zonguldak, Karadeniz’e paralel olarak uzanan yüksek bir dağın eteğinde kurulmuş olan yem yeşil bir kentti. Bir zamanlar taş ocaklarında çalışmak için ülkenin doğusundan, batısından, kuzeyinden yani her yerinden insanların göç ettiği bu küçük kent son yıllarda kömürün bir yakıt olarak popülaritesini kaybetmesi ve iş olanaklarının azalması ile dışarıya göç vermeye başlamış. İnsanlar daha çok Avrupa’ya ve İstanbul’a, akrabalarının olduğu yerlere gitmişler. Bu yüzden şehrin yollarında çokça yabancı plakalı araç görülüyor.
Yollar bakımsız ve düzensiz. Şehir 1980’li yıllarda kalmış gibi… İnsanlar
Evet biliyorum, uzun zaman oldu sizinle görüşemedik.
Somali’de yaptığımız yoğun çalışma sonrası daha yeni yeni toparlanıyorum. Bu toparlanma süreci içinde boş durmadım tabii ki, kitap hazırlığı yaptım. Sonlarına yaklaştım. Tembellik ermez de bitirirsem, inşallah yakın bir zamanda kitap yayında olacak.
Orada kapalı alanda geçirdiğimiz aylardan sonra, Somali dönüşümde kendimi düğünlerde erik dallarına, Ankara’nın bağlarına ve Anadolu’nun halaylarına, horonlarına, farklı yöre ve oyunlarına kendimizi vurmuştum.
Kesmedi.
Çalışma arkadaşlarım ‘Bu nasılsa Somali’den dönmez’ diye düşünerek beni bayramda icap listesine yazmamışlardı, sağ olsunlar. Ben de 3-5 günlük bayram tatilinde Bulgaristan’dan girip Romanya, Ukrayna’ya kadar uzanmayı düşündüm. Tamamen bir ‘gezi’ düşüncesi içindeydim. Ancak bu konuyu açtığım bazı erkek arkadaşlarımın ‘Lan Ukrayna ha. Seni gidi seni. Orada da savaştan çıkmış kadınlara yardıma ha :) ‘ ‘Sonunda Ukrayna varsa Somali’de 10 yıl kalırım’ ‘Ukrayna candır’ gibi gibi ‘espri’lerinden sonra Ukrayna’yı gezi planından çıkardım. Otobüsle Bulgaristan’a gidip oradan gezerek ayaklarımın beni götüreceği yere gitmeyi planladım.
Ukrayna konusunu
Neden çocuk sahibi olmak istiyorsunuz? diye sordum.
Bu gün anneler günü. Hemen tüm arkadaşlarım sosyal medyada annelerini ne kadar sevdiklerini, annelerinin onlar için ne kadar değerli olduğunu yazacak, şirketler de fırsattan istifade, daha fazla ürün satmanın yolunu duygu dolu reklamlarda arayacak, annenizin gönlünü fethetmeniz için almanız gerekenleri önerecekler.
Bu gün son gün. Klasik bir cümlede Nasıl geçti anlayamadık derler hani, belki tekrarı gibi olacak ama gerçekten de böyle olduğu oluyormuş. Sanki Somaliye korka korka gelişimiz dün gibiydi. Türkiyeden, yılbaşından hemen sonra, soğuk bir ocak gününde geldiğimiz ve tam tamına dört ay (120 gün) kaldığımız bu ülkeden, sıcak bir nisan günü ayrılıyoruz. Gerçi biz ocak ayında buraya geldiğimizde de burası şimdikinden sıcaktı. Sıcak dediğime bakmayın siz. Biz Türkiyede yaşayanlar olarak, buranın ekvatora yakın olması nedeniyle çok sıcak olacağı ile ilgili yanlış bir kanaate sahipmişiz. Demek ki coğrafya dersi anlatılırken ben o derste başka bir şeyle ilgilenmişim. Ya da coğrafya öğretmenimiz de buraya hiç gelip görme olanağı bulamadığından herkes gibi Ekvatora yakınsa çok sıcaktır diye düşünüp bizi bilgilendirmiş. Bizim amacımız coğrafi bilgi vermek değilse de okuyucuca bir iki bilgi vermenin de bir zararı olmaz. Efendim mevsim itibari ile burada şu an yağmur mevsimi yaşanıyor ve sıcaklık 15-25 derece arasında. Sanırım Somalinin en çok ne sıcak- ne de soğuk bu havasını özleyeceğim.
Ben küçükken, ara sıra tek kanallı televizyonumuzda yayınlanan belgesellerle tanıdım Afrikayı. Uçsuz bucaksız topraklar, meralar, çöller ve oralarda özgürce koşturan, bir denge halinde yaşayan çeşit çeşit yabani hayvanlar Ceylanları kovalayan çita ve aslanları izlediğimde ceylanları tutardım yine de. Yakalandıklarında gözlerimi kapatır, bu ince narin, güzel hayvanların çok acı çekmesini izlemek istemezdim.
Perşembe öğleden sonra ve cuma günü bizim için tatil. Yani haftada 1.5 gün dinlenebiliyoruz.
Burada Neden Mutluluk Var?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Çalışan Kadınlar Günü, tüm yurtta, yavru vatan Kıbrısta, dış temsilciliklerde ve de tüm Dünyada kutlandı.
Hocam yorgun görünüyorsunuzdedi tercümanım.
Ahmed nereden çıktı bu Somalili korsanlar? sorusuna aldığım cevap ile ilgili bir yazı yazacağım. Somalili kelimesini aklımdan geçirir geçirmez dilimin ucuna Fatih Ürek ağabeyimizin Haydi lili lili lili lili yar şarkısı geliyor. İçimden tekrarlayıp duruyorum. Durduramıyorum. Zaten ne zaman bir yazı yazmaya kalksam aklıma öyle saçma sapan şeyler geliyor. Şarkı aklımdan çıksın da yazıya yoğunlaşabileyim diye biraz sosyal medyada gezineyimdiyorum. Sadece resimlerin paylaşıldığı (Nasıl olsa insanlar okumuyorlar ya da okuyup kendilerini yormasınlar diye düşünülmüş sanırım) bir sitede karşıma sürekli Happy Valentines day kutlamaları çıkıyor. Sevgili ile çekilmiş fotoğraflar, sevgiliden gelen çiçekler, hediye, Seni çok seviyorum ile başlayan birbirine benzer cümleler yazılar ile paylaşılmış. Herkes aynı şeyi mi yaşıyor? diye düşünüyorum. Valentin kim? Niye Valentin gününü kutluyoruz? gibi saçma başka sorular geçiyor aklımdan. Saçma çünkü aslında cevabı belli ama yine de aklıma gelmeyen sorular saçma geliyor.
Mogadishuda 6 metrelik beton duvarlarla çevrili iki katlı lojmanın önündeki merdivenlere oturdum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne yıldızlara ve üstümüzden Afrikanın içlerine doğru giden bulutlara bakıyorum. Yıldızlar ne kadar yakın... Sessizliği devreye giren jeneratör sesi bozuyor. Şehirde yine elektrik gitti. Hastanenin jeneratörü hemen her akşam çalıştığına göre burada akşamları hiç elektrik yok demek ki. Elektriksiz yaşamı, insanların ne yaptıklarını düşünüyorum. Aklıma küçükken elektrik olmadan yaşadığımız köyümüz, evimiz, bir kenarında gaz lambası yanan hafif loş oturma odamız geliyor. Babam köşede, pencere kenarına koyduğu yastık ve döşeğin üstünde oturmuş, gülümsüyor. Altın dişleri sobanın çatlaklarından çıkan alevin yansıması ile parlıyor. Annem; başına sardığı beyaz tülbenti, yeşil kazağı ve renkli fistanı ile sobanın diğer tarafında. Ben ve ağabeyim varız sadece... Konuşmadan öylece duruyoruz Babamın yüzüne bakıyorum. Öldüğü andaki gibi yüzündeki gülümsemeyle duruyor. Tam da yıllarca dua ettiği, istediği gibi, acı çekmeden bir kaç saniye içinde ruhunu teslim etmişti. Sizi çok özledim diyorum ortaya. Ben onları çok sevdiğimi, özlediğimi hiç söyleyememiştim. Söyleyemezdik de zaten. Ayıptı. Sevgi söylenmezdi. Annem gülümseyerek sevgiyle yüzüme bakıyor. Sakalların beyaz dolmuş diyor biraz üzülerek. Anne eşşek kadar adam oldum. Beyaz olsun artık diyorum. Anne, baba ben çok mutluyum, çok iyiyim merak etmeyin diyorum bir kez daha. Hep merak ederlerdi çünkü. Oğlum; gittiğin yerden sık sık haber ver bize, olur mu? derlerdi bana. İyiyim, hem de çok iyiyim. Çok mutluyum burada. Gerçekten bana ihtiyaç duyan ben tedavi etmesem iyileşemeyecek insanlar var burada. Çok dua ediyorlar. Size sesleri geliyor mu? diyorum. Babam, Bir insan öldükten sonra amel defteri üç nedenle açık kalırmış. Biri halkın yararlandığı bir cami gibi, okul gibi, hastane gibi eserler bırakanların, ikincisi faydalı ilmi eserler ve üçüncüsü hayır işleyen bir evlat bırakanların.. Dualar bize ulaşıyor merak etme. Biz de iyiyiz diyor. Annemin kucağında bir yaşında doktor olmadığı için kaybettiği ama acılarını bir ömür içinde, kalbinde taşıdığı ikizleri. Ayhan ve Ayten... Sarılıyor, öpüyor onları. Sonunda onlara kavuşmuş olması beni mutlu ediyor. Onları izliyorum... Birden arka arkaya patlayan iki silah sesi ile irkiliyorum. Bana mı ateş ediyorlar? diye düşünüyor insan ilk anda. Biraz bekliyorum. Bir şey olmuyor. Hani vurulmuş olsam bir yerim acırdı. Yine de sağı, solu yokluyorum istem dışı. Aslında alışmış olmam lazımdı. Ne de olsa 40 gün oldu artık. Zaman.... ne çabuk geçiyor. Eski sevgililerim geldi aklıma durup dururken, birden. Film şeridi gibi.. Arada bir ikisi daha ağır basıyor sanki.. Üzdüm mü onları? Yoksa onlar mı daha çok beni? Bazılarını görüyorum birden karşımda. Onlar da gülümseyerek bakıyorlar bana. Neden herkes gülümseyerek bakıyor ki? Yoksa? Yoksa bir şey mi oldu bana? Yahut öldüm mü acaba? Hayrola ne yapıyorsun burada? diye bir sesle daldığım düşüncelerden biraz da irkilerek sıyrıldım o anda. Oda arkadaşım ortopedi uzmanı, gündüzleri giydiği çalışma kıyafetleri ile karşımda. Biraz da endişe ile bakıyor galiba. Öyle ya pek dışarıda oturan yok bu saatlerde burada. Hava çok güzel. Rüzgar da serin serin esiyor. Biraz oturayım dedim dışarıda diye cevap verdim ona. Sen? Hayrola? Bu saatte? diyorum. İki yaralı var acilde. Bir baba ve oğlu. Çocuk daha 7 yaşında. Sanırım çocuğu ameliyat edeceğim diyor ifadesiz bir şekilde. Artık sıradan bir durum çünkü bu. Hemen her akşam yaşanan... Demek bir baba ve oğluymuş duyduğum o silah sesi ile yaralanan... Mogadishuda 6 metrelik beton duvarlarla çevrili lojmanın merdivenlerinde oturduğum yerden ağır ağır kalkıyorum. İçeri girmeden önce saat çok geç olmasına rağmen hala mavimsi duran gökyüzüne bakıyorum. Caminin minaresinden seslenen imam Allah büyüktür... diyerek insanları ibadete, iyi birer birey olmaya, buranın aslında fani bir yer olduğunu hatırlamaya çağırıyor. Hem de sadece bir defa da değil günde beş defa
Bu gün burada, tam bir ayı doldurduk. Zaman nasıl geçti? diye soracak olursanız diyeceğim tek şey çok çabuk geçti olacak... O kadar yoğun çalışıyoruz ki gün nasıl geçiyor, nasıl da hemen akşam oluyor fark etmiyoruz bile. Çok çok hasta ve yapılması gereken çok iş var
Somaliye geleli 19 gün oldu...
Sevgili okurlarım, arkadaşlarım, dostlarım, sevdiklerim; Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben yine çok uzakta olacağım. Yine diyorum çünkü size daha önce pek çok kez bu cümle ile başlayan mektuplar yazdığımı biliyorum.
Beşiktaşlı Cenk Tosun 127 milyon liraya İngilterenin Everton takımına transfer olacakmış.