Sayfa Yükleniyor...
Son bir yıldır en yoğun tartışılan siyasi konulardan biri şüphesiz ki başkanlık konusudur. Fakat ne ilginçtir ki sistemin nasıl işlediğini, avantaj ve dezavantajlarını tartışmak yerine, kişilikler üzerinden ya toptan desteklenmektedir ya da doğrudan reddedilmektedir. Bu tartışmanın sağlıklı yapılmadığının önemli bir göstergesi, seçim sürecinin siyasal düşünce, politikalar, projeler ve gelecek tasavvuru merkezli olmasından ziyade, başkanlık odaklı bir kamplaşmaya neden olmasıdır. Oysa bu ülkede işsizlik, siyasi çatışmalar ve bölgesel gelişmeler gibi çok daha hayati siyasi sorunlar var.
Demokrasi özünde katılımdır. Halkın kendisini ilgilendiren konularda karar-alma süreçlerine katılması, onları etkilemesi ve hatta şekillendirmesidir. Küçük topluluklarda doğrudan demokrasi yani halkın, karar alma süreçlerine kendileri doğrudan katılıyorken, nüfus ve coğrafyanın büyümesiyle temsili demokrasi yani halkın temsilcilerini seçerek onların kanalıyla kaderini şekillendirmesidir. Doğrudan demokrasiye örnekler Eski Yunan Şehir devletleri demokrasisi ve Peygamber Efendimiz ile Dört Halife döneminde doğrudan alınan Bi'at sistemi verilebilir. Temsili demokrasiler ise günümüzün pratiklerinde görülmektedir. İleride teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaştırılması ve güvenli bir hal almasıyla doğrudan demokrasinin yeniden uygulanması ihtimali doğabilir.
30 yıl uluslararası çatışma barometrelerine göre şiddetli kriz ve bazen de savaş olarak tanımlanan Kürt sorunu, iki yılı aşkındır süren bir barış süreci ile anılır oldu. Bu, başlı başına övgüyü hak eden bir başarı, velev ki radikal reformlar henüz yapılmamış olsun. Barış Kur'anı Kerim'de iki kavram şeklinde geçiyor: Birisi sulh ( çatışma yönetiminde negatif barışa yani şiddetin yokluğuna denk geliyor) diğeri selam ( pozitif barışa yani temel hak ve özgürlüklerin maksimum düzeyde sağlandığı sosyal adalete tekabül ediyor) olarak karşımıza çıkıyor. Kur'an'da sulh kelimesi 180 ve selam kelimesi 140 defa yani toplamda 320 defa. Bu kelimeler sadece barış anlamına gelmiyor. İslam, teslim olmak, teslim etmek, iyilik, doğruluk, uzlaşma, barış ve reform anlamlarına geliyorlar.
Ortadoğu'da beş yıldır devam eden ve Arap Baharı olarak adlandırılan süreç giderek tüm bölge için yıkıcı ve uzun vadeli sonuçları olabilecek bir bölgesel hatta mezhepsel savaşa dönüşmek üzeredir. Bölge ülkeleri rasyonel karar almayı bir kenara bırakmış, sadece duygu ve içgüdüleriyle hareket ediyormuşçasına bir çılgınlığın içine sürükleniyorlar. Bu felaketten çıkış yolu askeri stratejiler, mezhepsel ittifaklar ve kısa vadeli çıkarlarla değil, işbirliği ve barışçıl yöntemlerle olur.
Suriye ve Irak çatışmaları bahar aylarında yeni riskler ve tehditlere gebe gibi görünüyor. Hem bölgesel hem de küresel barış ve istikrarı ciddi anlamda tehdit edecek, sığınmacı ve mülteci sorunlarını derinleştirecek ve bölgesel çatışmaları belki de 10 yıllara yayacak iki nokta: Musul ve Halep... Şii milis güçleriyle destekli Irak ordusunun olası Musul operasyonu ve Esad rejim askerlerinin Halep operasyonları başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere yeni bir mülteci akınını doğururken, bu ülkelerde de yeni çatışma alanları açacaktır.
Çözüm sürecinin Dolmabahçe mutabakatıyla yeni bir safhaya girdiği anlaşılmaktadır. Fakat hangi aşamadan nereye evrildiği konusu ve içekle ilgili meseleler hala kamuoyu için bir muamma. Seçimlerin yaklaşması, HDP'nin baraj meselesi ve çözüm sürecinde yeni aşama akademik toplantılara, medya tartışmalarına ve siyasi tartışma programlarına bir canlılık getirdi. Her gün farklı mekanlarda ve zamanlarda birbirine paralel birkaç program olabilmektedir. Bu iyiye işarettir zira tartışma ve konuşma iletişimin, anlaşmanın ve mesafe almanın en etkin yollarından biridir.
Statüko genel anlamda mevcut durum, sistem ya da düzen demektir. Bazen iktidarlar daha doğrusu hükümetler değişir fakat statüko devam edebilir. Statüko bazen yeni kurulmuş bir düzen de olabilir. 20.Yüzyılın başından ve özellikle Cumhuriyet kurulduğundan beri bu ülkede hep bir iktidar yani bir statüko var oldu. Bu iktidarın temelleri 19. yy. katı pozitivizmine dayalı, kötü bir batı taklitçisi ve yine taklitçi, yerel ve kısır bir ideolojiye dayalı bir anlayış. O da dışlayıcı, militarist, devletçi, militan laikçi, etnik milliyetçi ve baskıcı olan Kemalist dikta rejimi ya da iktidarıdır. Yapılan araştırmalardan Nazi Almanyasına ve Faşist İtalya rejimlerine ilham kaynağı olan bir rejim olduğu anlaşılmaktadır.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK), güvenlik "alanında devletin en üst koordinasyon kurulu olup, Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan ve ilgili bakanlar ile Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanının anayasal bir platformda bir araya gelmelerini sağlamaktadır." Bir devlet projesi olarak adlandırılan Çözüm Sürecinin ve Kürt sorununun bu kurulda nasıl görüldüğü, nasıl değerlendirildiği ve dönemsel olarak nasıl algılandığı önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, bu kısa yazıda, 2011'den bugüne yapılan MGK basın bildirilerinde Kürt sorunu ve Çözüm süreci analiz edilecektir.
Siyaset ve şiddet kavramları ile bunlar arasındaki ilişki sanıldığından da karmaşıktır. Siyasi düşünce geleneğinden filozoflar ve bilim adamları bu iki kavramı farklı açılardan değerlendirmişler. Kimisi günün koşullarına göre, kimisi de araçsallaştırarak ikisini birbiriyle ilişkili, biri yek diğerinin olmazsa olmazı saymış, bazıları da ikisinin doğası gereği birbirinden uzak kavramlar olduğunu vurgulamış.
İki yıldır Türkiye'de devam eden çözüm süreci ya da barış süreci yeni ve kritik bir aşamaya evrildi. Barış fırsatı maalesef ıskalanmak üzere ve bunun hem iç hem de uluslararası nedenleri var.
Genelde siber uzay olarak tanımlanan siber alan ya da siber dümnya giderek sanal olmanın ötesinde gerçek alanları düzenleyen, kontrol eden ve belirleyen bir konuma gelmektedir. İnsanların önemli bir bölümü için günlük hayatın büyük bir kısmı siber alanda geçiyor. Online işlemler, haberleşme, sosyal medya, eğitim, videolar v.s.
Bu kısa yazıda, diktatörlüğün anlamı, çeşitleri, uygulamaları, tarihte top10 ya da top25 diktatörler v.s. üzerinde durmak yerine, ahlakdışı ve insanlık dışı özellikleri üzerinde durmakta yarar var.
Türkiye'nin son yıllarda geçirdiği demokratik değişim ve dönüşüm neticesinde iç ve dış politikasında ciddi bir paradigma değişikliğine girdiği söylenebilir. Yasal ve anayasal reformlar, uyum paketleri, demokratikleşme ve çözüm süreciyle bazı istisnalar dışında iç barışında ciddi yol alırken, komşularla sıfır sorun anlayışı ve değer yüklü dış politikasıyla hem bölgede hem de dünya politikasında görünürlüğü ve etkinliği arttı. Bu politikalarında son üç yıla kadar ciddi sorunlarla karşılaşmadı, fakat Arap baharı, Gezi protestoları ve Cemaat meselesiyle birlikte uluslararası prestij ve demokratikleşme konusunda ciddi sorunlarla karşılaştı.
İnsan doğası, insan fıtratı ya da insanın fabrika ayarlarının iyi mi ya da kötü mü olduğu konusunda farklı teoriler var. Kimisine göre, insan doğası bencildir, çıkarcıdır ve kötüdür, kötülüğe meyillidir. Başka bir bakış açısına göre ise, insan doğuştan iyi bir ahlak üzerine doğmuştur. İyilik yapmak ister, fedakardır, başkasının iyiliğini ister. Bu konularda sosyal bilimciler, özellikle psikologlar ciddi deneyler yapmaktadırlar.
İnsani ve ahlaki siyaset bilimi teorilerine göre, devletin iki temel görevi var: Birincisi insanların güvenlik hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerini korumak ve ikincisi, insanlar arasında adil ve tarafsız bir hakem olmaktır. Bunun ötesi haddini aşmaktır, tağutlaşmak ve insanlık onurunu hiçe saymaktır. Sadece yakın dönem devlet zulmünü anlatan yazılara bakıldığında bile, bu topraklarda devlet bu asli görevleri dışında her şeyi yapmıştır. Mesela adil bir hakem olmadığı gibi, başta yaşama hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklere de gerektiği gibi saygı göstermemiş ve hala göstermemektedir. Fakat insanların inancına, kültürüne, diline, kıyafetine, hatta etnik yapısına bile müdahale etmiştir. Aslında bu çerçevede devlet, devlet olmamış, haydut gibi bir haksızlık, zulüm ve baskı aracı olarak kullanılmıştır egemenler tarafından.
(IŞ)İD bugün tüm dünyada caniliğin, insan dışı ve ahlakdışı uygulamaların sembolü haline gelmiş durumdadır. Peki bu örgüt gerçekten hiç olmayan bir anlayışın, bonzai kafalıların kurduğu bir yapı mıdır? Yoksa, devlet dini haline getirilmiş, gücün aracı ve egemenlerin baskısı için meşruiyet kaynağı yapılmış olan ahlaki değerleri bir kenara bırakan Emevici Sünni İslam anlayışının örgütlenmiş hali midir?
Sivil ve demokratik bir anayasa girişimi maalesef tekçi, tek tipçi, baskıcı, jakoben ve merkeziyetçi bir anlayışa takıldı yine. Uzlaşma komisyonu özünde olmasa bile usulen sivil ve demokratik bir işe girişti fakat olmadı. Zira, 1982 darbesi ürünü anayasanın ruhunun korunması için ciddi bir çaba sarf edildi ve dilmeye devam edilmektedir. Kimisi çıkıp bizim postumuza dokunmayın, kimisi değiştirilemez maddelere dokunmayın, kimisi de sadece kurucu meclisler (darbeciler) anayasa yapar diyerek bu girişimi gayri meşru gösterme gayreti içinde oldular.
Sivil ve demokratik bir anayasa girişimi maalesef tekçi, tek tipçi, baskıcı, jakoben ve merkeziyetçi bir anlayışa takıldı yine. Uzlaşma komisyonu özünde olmasa bile usulen sivil ve demokratik bir işe girişti fakat olmadı. Zira, 1982 darbesi ürünü anayasanın ruhunun korunması için ciddi bir çaba sarf edildi ve dilmeye devam edilmektedir. Kimisi çıkıp bizim postumuza dokunmayın, kimisi değiştirilemez maddelere dokunmayın, kimisi de sadece kurucu meclisler (darbeciler) anayasa yapar diyerek bu girişimi gayri meşru gösterme gayreti içinde oldular.
Demokrasi uygulamaları tarih boyunca değişiklikler göstermiş ve günümüzde de farklı farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, teorisyenler demokrasinin 500 tanımından söz ederler. Fakat şu bir gerçektir ki bugün makul olan çağdaş demokrasinin iki ana boyutu vardır: Birisi kurumsal diğeri ise değerler boyutudur. Kurumsal boyut adil, periyodik, temsil gücü yüksek, barajı olmayan bir seçim sistemini öngörürken, değerler boyutu ise hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık hakları gibi evrensel değerlere dayanmaktadır. Sadece seçimlerin yapıldığı ve değerler yönünün zayıf olduğu demokrasilere seçim demokrasisi veya delege demokrasisi denir ki bugünün modern ölçülerine göre bu tür uygulamalara demokrasi bile demek zordur. Bunun aksine, vatandaşın özgür olduğu, bütün temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı ve sadece seçimlerde değil karar alma mekanizmasının her aşamasında söz sahibi olabilen demokrasilere de katılımcı demokrasi denmektedir. Tartışılmaya devam edilen "müzakereci demokrasi" ise, yapılacak hukuki düzenlemelerin sokakla tartışılmasını da öngörmektedir.
Uluslararası insan hakları belgelerinde eğitim, temel bir insan hakkı olarak tanımlanmaktadır. İnsan hakları belgelerine göre, herhangi bir eğitim değil, insan haklarına uygun bir eğitim vermek de eğitim hakkının bir parçasıdır. Yine Türkiye'nin taraf olduğu insan hakları belgelerine göre, ideolojik eğitim vermek yasaklanmıştır. İnsan haklarına uygun bir eğitim modeli öncelikle katılımcı, şeffaf yani hesap verebilir, ayrımcı olmamalı, özgür birey hedeflemeli ve evrensel bir barış ve insan hakları kültürünün oluşmasına katkı sağlamalıdır.
12 Kasım 1984 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından Barış Hakkı Deklarasyonu kabul edildi. Bu deklarasyon genelde uluslararası barış vurgusu yapmasına rağmen, BM Barış Hakkı Çalışma Grubu son yıllarda yaptığı değerlendirme ve raporlamalarda daha ziyade insanların barış içinde yaşama hakkını öne çıkarmaktadır. Barış olmadan diğer insan hak ve özgürlüklerini sağlama, ya da insan hakları olmadan barışı sağlamak imkansızdır. Başka bir ifade ile barış ve insan hakları birbirini destekleyen ve birbiriyle ilintili kavramlardır.
Barış süreci, Türkiye'nin geleneksel ya da kemalist ulus inşa sürecinden sapması, daha gerçekçi ve zamanın ruhuna uygun bir paradigma değişikliğidir. Bir asra yakındır bir kriz niteliğinde ve 30 yıldır sınırlı bir savaş özelliği taşıyan Kürt sorununa barışçıl bir çözüm öngören barış süreci, sonuçlanması durumunda Türkiye toplumunun en önemli başarı hikayelerinden birisi olmaya aday bir gelişmedir. Bir takım teorik eksikliklere rağmen, iki yıla yakındır başarılı bir şekilde devam eden sürecin Kobané olayları nedeniyle kısmi bir duraklama dönemine girildiği görülmektedir. Yoğun şiddet içeren çatışmalarda, barış süreçleri uluslararası konjonktürün sunduğu bir fırsattır, bir defa kaçırıldı mı bir daha ne zaman geleceği belli olmaz. Bu nedenle, tarafların daha soğukkanlı, çatışma yönetimi ve barışın gereksinimleri doğrultusunda davranması sürecin geleceği için önemlidir.